Makale

ENGELİ AŞANLAR

ENGELİ
AŞANLAR

Elif ARSLAN

"Sizinle benim aramdaki tek fark, siz benim özrümü görebiliyorsunuz. Bense sizin özrünüzü göremiyorum. İnsanlar fiziksel özrümle nasıl başa çıkabildiğimi sorduklarında, onlara hiçbir şeyle başa çıkmadığımı söylüyorum. Ben sadece ne yapamayacağımı öğrendim. Piyano çalamamak ya da çöplerle yemek yiyememek gibi. Ama en önemlisi, ne yapabileceğimi öğrendim. O yüzden de yapabileceklerimi bütün kalbim ve ruhumla yapıyorum." sözlerinin sahibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde, "ektrodaktilizm" adında oldukça nadir görülen bir hastalıkla doğan Roger Crawford. Doğduğunda, kollarından sadece birer parmak çıkıyordu. Avuçları yoktu. Kolları ve bacakları kısacıktı, ayaklarında sadece üç parmağı vardı.
Onun, yukarıya aldığım sözleri, bize "engel" kavramının farklı bir tanımını veriyor, bir ölçüde buna benzer ve oldukça felsefî sayılabilecek tanımı ise yazar Kenneth jemigan, "Kör Olmak Engel mi Yoksa Karakteristik mi?" başlıklı yazısında yapıyor.
Yazara göre, körlük bir karakteristiktir ve güçlülük veya güçsüzlük olarak gördüğümüz tüm karakteristikler birer sınırlılıktır. Bunların her biri bizi belli kalıplar içine sokar ve çeşitli ölçülerde imkânların ve fırsatların yelpazesini daraltırlar. Körlüğün de bu çeşit bir sınırlılık olduğunu ifade eden yazar, "Peki, körlerin diğer insanlardan daha sınırlı oldukları söylenebilir mi?" diye sorduktan sonra, bizzat şöyle cevap verir: "Basit bir karşılaştırma yapalım. Ortalama zekâ düzeyinde, gören bir insanla, üstün zekâlı görmeyen bir insanı ele alalım. Ve, (böyle bir şey kesinlikle imkânsız olsa da) bu iki kişinin diğer bütün karakteristiklerinin aynı olduğunu düşünelim. Bu insanlardan hangisi daha sınırlıdır? Bu elbette onlardan yapmalarını istediğiniz şeye bağlıdır. Eğer bir basketbol maçı için eşleştirme yapıyorsanız, kör olan daha sınırlıdır, yani engellidir. Eğer tarih ya da fen bilgisi öğretmenliği yapacak, veya gelir verginizi hesaplayacak birini işe alıyorsanız, gören kişi daha sınırlı ya da engellidir."
Rahmetli Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç de, kendisiyle yapılan bir röportajda (Turkuaz, 25.02.2004) "...Zannediyorum ki İlâhî plânda babamın gözlerinin alınışının sebebi konsantrasyon kabiliyetinin artırılma- sıydı. Gözleri görseydi belki de bu boyutlarda düşünemeyecekti..." diyerek, engelliliğe dair benzer şeyler söylüyor.
Gönül gözüyle görüp Anadolu’nun dili ve gönlü olan bir aşık: Aşık Veysel Şatıroğlu
Anadolu’da yaşayıp da onu tanımayan yoktur herhalde. Yaşarken de, ölümünden sonra da adından ve sanatından çok söz ettirdi, hakkında kitaplar, makaleler yazıldı.
Yedi yaşında, köyde salgın olan çiçek hastalığı sebebiyle sol gözü kör oldu. Işığı seçebilen ve görme şansı olan sağ gözünü de talihsiz bir kazayla kaybetti. Babası, üzüntüsünü az da olsa unutturabileceği düşüncesiyle ona bir saz aldı. Kendisinin de oldukça ilgi duyduğu halk ozanlarından şiirler okuyup ezberletti.
Veysel, bundan sonra çeşitli sıkıntılar içinde geçen yıllar boyunca, sazıyla başka âşıkların deyişlerini söyledi. 1933 yılında, Ahmet Kutsi Tecer’le tanıştı. Onun yönlendirmesiyle artık kendi şiirlerini de çalıp söylemeye başladı ve köyünün dışına çıktı. Yurdun pek çok yerini gezdi, tanıdı, tanındı. Ve elli yılı aşkın bir süre, sazıyla, sözüyle Anadolu’nun dili ve gönlü oldu.
Ümit Yaşar Oğuzcan, Veysel’i şöyle anlatır: Köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı bile yokken, Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o yetiştirmiş. Kardeşlerinin de yardımıyla bu işi yapmaya başladığında, bunca senedir atalarımızın yapamadığını bu kör adam mı yapacak diyen köylüleri, birkaç yıl sonra ağaçlar yetişip meyve verdiğinde, söylediklerinden utanıp, "O kör değilmiş, meğer kör olan bizlermişiz." diyerek Veysel’den özür dilemişler.
Ümit Yaşar onun için; "İşte böylesine uzağı gören bir insandı o. Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı, karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle.. Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarım yüzyılı aşkın bir süre yazdıklarıyla, çalıp söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı." demektedir.
Düşünce hayatımızın önemli bir entelektüeli: Cemil Meriç
Kalın gözlükleriyle, okuduğu kitaba iyice yaklaşmış, ileri derecede miyopa inat, sanki, kitaptakileri fotoğraflayıp beynine gönderiyormuş izlenimi veren bir resmine bakıyorum; büyük bir okuma, öğrenme aşkı görüyorum. Dört yaşında başlayan okuma aşkı, otuz sekiz yaşında gözlerini kaybetmesiyle sona ermemiş Cemil Meriç’in. Bu talihsiz olay, ruh dünyasını çok sarssa da, hayata küsüp bir kenara çekilmemiş. Kızı Ümit Meriç’in (yıllarca kendisine her gün düzenli olarak kitap okumuş) de büyük desteğiyle, engelinin kendisini engellemesine izin vermemiş ve asıl önemli eserlerini de bu dönemde vermiştir. Fransızca’dan ve İngilizce’den çeviriler yapmış, çeşitli dergilerde makaleleri yayınlanmış, bugün de sevilerek okunan pek çok kitabını bu dönemde yazmıştır. Ve bu gönlü aydınlık Türk entelektüeli, düşünce tarihindeki önemli yerini almayı hak etmiştir.
Kur’an hizmetinde bir sanat adamı: Kâni Karaca İstanbul’un son kırk yılda tanıdığı en ünlü hâfız ve mevlidhânlarından olan Kâni Karaca da iki aylıkken gözlerini kaybetmiştir, ilkokulu okurken, köyün imamından ders alarak hâfız olmuştur. Yirmi yaşında İstanbul’a gelmiş, Sadettin Kaynak’tan üslup dersleri almıştır. Daha sonra farklı sanatçılarla çalışarak mûsikî bilgisini ilerletmiş, dinî mûsikî alanında da kendisini geliştirmiştir.
Hem besteli eserleri okumadaki yeteneği, hem de hâfızlık ve mevlithanlık gibi, doğaçtan okuyuş yeteneği, onu aranan bir sanat adamı yapmıştır. Yurt içinde ve dışında düzenlenen sayısız sema törenlerine naat- hân, âyinhân ve kudûmzen olarak katılmıştır. 1950’le- rin sonları ile 1960’lı yıllarda İstanbul Radyosu’ndan yayımlanan programlarda, klâsik fasıllardan çok seçkin eserler okumuştur.
Din dışı mûsikînin de büyük icracılarından olan Kâni Karaca, bu alanın değerli isimleri arasında başta gelen sanatçılardandır.
İlk engelli milletvekilimiz: Lokman Ayva Kendisiyle yapılan bir söyleşide (Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Mayıs, 2003) verdiği güzel bir örnek var Lokman Ayva’nın: Bir pirenin kaç cm. zıpladığını ölçmüşler, 70 cm. zıpladığını görmüşler. Daha sonra bu pireyi 24 cm. yüksekliğinde ağzı kapalı bir kutuya koymuşlar. Tabii olarak pire her sıçrayışında 24 cm. den daha yukarıya zıplayamamış. Hâlbuki pirenin sıçrama potansiyeli 70 cm. Bu örneği vererek kabullenilmiş çaresizliğin, kabiliyetleri nasıl köreltebileceğini, toplumdaki âciz insan paradigmasını engellilerin de çoğu zaman benimsediğini üzülerek açıklıyor. Bunu söylerken, bütün suçu engellilerin kendilerine ya da toplumun onlara yönelik bakış açısına yüklemiyor. Sosyal ve fiziksel sistemlerin belirli bir insan tipine göre düzenlendiğinin ve bunun çok önemli bir problem olduğunun altını çiziyor.
Bütün bunlar bir yana, onun hayat hikâyesi, engelli bir kişinin bu üç engele karşı verdiği mücadelenin güzel bir örneği. Varlıklı bir ailenin çocuğu değil. On bir yaşında geçirdiği menenjit hastalığı sebebiyle görme kabiliyetini kaybettikten ancak beş yıl sonra eğitimine devam edebilmiş.
Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi işletme Bölümü’nü bitirdikten sonra, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü işletme Bölümü’nde master yapmış. Sadece eğitimini tamamlayıp, iş hayatına atılmayı düşünmemiş, engelliler konusunda da çalışmalar yapmış. Beyazay Demeği Genel Başkanlığı, Fiziksel Engelliler Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği sıfatıyla resmî ve gayri resmî kurumlara yaptığı ziyaretlerle engellilerin sorunlarını gündemde tutmaya çalışmış. Engelliler için bir şeyler yapma gayretine, parlementoda devam etmektedir.
Atletizm ve dağcılık sporunda bir engelli: Necdet Turhan
Yirmi yaşında geçirdiği bir kaza sonucu gözlerini kaybetmesinin ardından, eğitimine bir süre ara verdi. Daha sonra ODTÜ iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi, Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölümü’ne girdi. Bu bölümde okurken, çok tehlikeli ve zor bir spor olan dağcılıkla ilgilenmeye başladı,. ODTÜ’de Dağcılık ve Kış Sporları Bölümü’ne üye oldu. Kendisine yardım edildiği takdirde iyi bir sporcu olacağına inanan Turhan, gözlerinin görmemesini kendisine bir engel olarak kabul etmiyordu. Fakat ilk defa böyle bir durumla karşılaşan dağcılık kulübündeki üyeler, yapılan iki etkinlikten sonra, kendileri için tehlike oluşturacağı gerekçesiyle onu üçüncü etkinliğe almadılar. Bu, Turhan’ı yıldırmadı, etkinliklere katılmasa da dağcılık kolundan uzaklaşmadı ve antrenmanlara devam etti. Bir âmâ olarak dağlara nasıl tırmanacağını bilmiyor, bunun deneme yanılma yoluyla ortaya çıkacağına inanıyordu ve kulüpteki arkadaşlarına şöyle söylüyordu: "Benim için yapamaz demeyin, nasıl yapabilir diye sorun."
Dediği gibi oldu: Önce arkadaşlarının kolundan tutarak yürüyordu. Özel bir etkinlikle çıktığı İlgaz dağlarında, kamp sırasında, elinde bir ağaç dalıyla bir arkadaşının ayak sesini takip etmeyi denedi ve ilk kez burada bağımsız olarak yürüyebildi. Ayak sesi yerine sürekli duyabileceği bir ses arayışına girdi ve bunun çan olabileceğini düşündü. Sonra da, önündeki dağcının çan sesini dinleyerek tırmanmaya başladı. Engelli olmayı özür değil, ’sınırları genişletilebilir özgün bir durum’ olarak gören Necdet Turhan, böylece toplumun özürlülere yönelik genel bakış açısını ve yetersizlik düşüncesini benimsememiş, hayata küsüp bir kenara çekilmemiş ve azimli bir şekilde çalışarak önce çevresindekileri bu sporu yapabileceğine ikna etmiş, daha sonra da profesyonel olarak dağlara tırmanmaya başlamış.
Dünyada onun gibi dağcılık yapan görme engelli başka sporcular var. Ancak o, önündeki dağcının çanının sesini dinleyerek dağa tırmanan tek sporcu. Turhan ayrıca bir maraton sporcusu. Son olarak 23. Avrasya Maratonunun 15 km.lik etabına katılmış. Bu koşuyu tamamlayan ilk görme engelli kişi...Engelliler kategorisi olmamasına karşın, bu etabın genel sıralamasında 25. olmuş.
Dünyaca ünlü bir fizikçi: Stephen Hawking
Yirmi bir yaşındayken Lou Gerhig hastası olduğunu öğrenen Stephen Hawking, bu hastalık yüzünden tekerlekli sandalyeye mahkum bir hayat sürüyor ve sadece sol kolunu kullanabiliyor. Hastalık haberiyle ilk başta sarsılan Hawking’in umutları âdeta sıfıra inmiş. Fakat hayata küsüp, bir köşeye çekilmemiş ve çalışmalarına devam etmiş.
Hastalık, Hawking’in konuşma yeteneğini de alıp götürmüş. Ancak kendisi için özel olarak dizayn edilmiş bir bilgisayar, Hawking’in klavyesini kullanarak yazdığı kelimeleri sesli hâle getirerek konuşmasına yardımcı oluyor.
Kara delikler üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan ve fiziğe katkılarından dolayı birçok ödül kazanan Hawking, ’Zamanın Kısa Tarihi’ isimli eseriyle, fizik ilminde dünyanın önemli isimlerinden biri hâline gelmiştir.
Müzikte önemli bir isim: Ludwig Van Beethoven
ilk bestesini on bir yaşında yapan, önceleri bir piyanist, daha sonraları da besteci olarak ünlenen Beethoven, otuzlu yaşlarda duyma bozukluğu yaşamaya başladı. Doğrudan yaptığı işle ilgili duyusunu kaybetmeye başlaması ve sonunda tamamen kaybetmesi, onu çok etkilediyse de, "artık yapamam" düşüncesiyle beste çalışmalarına son vermedi. Bu dönemde çalışmaları sırasında notaları hissedebilmek için bir çubuğu ağzında tutarak piyano üzerine koydu ve titreşimleri hissederek çalıştı, işitme sorununun artmasına karşın, bu son dönemde yazdıkları, eski bestelerinin düzeyini geçmiş ve yenilikçi görkemli eserlere imza jıtmıştır.
Parmak uçlarıyla keşfedilen bir hayat: Helen Keller
Helen Keller’in dünyayı tanımak için parmak uçlarından başka bir şeyi yoktu. On dokuz aylıkken geçirdiği bir hastalık sonucu, görme, işitme ve konuşma yeteneklerini kaybetmişti. Helen’in dış dünyayla olan bağlantısını bir anda koparan bu hastalık, insana "gerçek olamayacak kadar olağanüstü" dedirten bir hayat hikâyesinin de başlangıcı oldu. Hayatı boyunca kendisiyle birlikte olan öğretmeninin de yardımıyla, dokunduğu her şeyin ismini öğrendi ( öğretmeni, öğretmek istediği nesneye önce dokunduruyor, daha sonra onun isminin harflerini tek tek Helen’in elinin içine yazıyordu). Braille yazıyla okuyup yazmayı, parmak uçlarını konuşan bir insanın dudağına dokundurarak, titreşimlerden o insanın ne söylediğini anlamayı öğrendi, işitme duyusu olmayan bir kişinin çok zor başarabileceği konuşma becerisini kazandı. Yirmi dört yaşındayken tarihte ilk sağır ve kör bir kişi olarak üniversiteden mezun oldu. Öğrenciyken, "Kendi Hayatımın Hikâyesi" isimli bir kitap yazdı. Bu kitap elli ayrı dile çevrildi. Bu kitabın dışında sosyal olaylar, körlük, sağırlık ve çeşitli konularda on üç kitap yazdı. Aktif ve mücadeleci kişiliği ile, kendi özrüyle ilgili problemleri aştığı gibi, engellilerle ilgili çok çeşitli platformlarda çalışmalar da yaptı.
Bu bir çırpıda anlatıverdiğimiz başarılar, çok azimli ve sürekli bir çalışmanın neticesinde gerçekleşti. Helen Keller, yaptıklarıyla, azmiyle pek çok engelliye azim kaynağı, başarı örneği oldu. Onun dünyaya ve engeline dair bakış açısını yansıtan sözleri: " Bir mutluluk kapısı kapanırsa, mutlaka başka bir mutluluk kapısı açılır. Ancak bizler çoğunlukla, kapalı olan kapıya baktığımızdan, bizim için açılmış olan yeni kapıyı göremeyiz. Karamsar bir insan, ne yıldızların sırlarını keşfedebilir, ne bilinmeyen topraklara seyahat edebilir, ne de insan ruhuna yeni ufuklar açabilir. Dünya çok sayıda sorunlarla dolu olsa da, o sorunları çözecek yöntemlerle de doludur."
Her şeyin, Roger Crawford’un tanımıyla söylersek, "engeli görünmeyenlere" göre düzenlendiği bir dünyada, görünür engeli olanların, yani "bedensel veya zihinsel engellilerin" bu engellerini aşarak başardıkları işlerin, diğer engellerin aşılmasından çok daha anlamlı olduğu söylenebilir. İşte bu yüzden "engeli aşanlar" başlığı altında, engelli insanların başarı hikâyelerini ele aldık. Amaç, "Ey engeli olmayan insanlar, onlar bu engelleriyle bakın neler neler yapıyor, siz sağlam hâlinizle ne yapıyorsunuz?" gibi bir karşılaştırma yapmak değil. Bilakis, engele dair toplumsal bakış açısına bir nebze de olsa farklılık getirebilmekti.