Makale

HÜSEYİN AĞIRBAŞ: "Dağcılık ve arama kurtarma faaliyetleri, gençlerle aramda iletişim köprüsü oluyor”

HÜSEYİN AĞIRBAŞ:
"Dağcılık ve arama kurtarma faaliyetleri,
gençlerle aramda iletişim köprüsü oluyor”

Söyleşi: Mahir KILINÇ

Din hizmetlerinin yanı sıra dağcılık yapmak ve bunu profesyonel platformda sürdürmek fikri sizde ne zaman ve nasıl oluştu?
Allah’ın birçok ayetinin tezahürü olan doğayı ve doğayla iç içe olmayı küçüklüğümden beri çok sevmişimdir. İnsanların gitmediği, gidemediği, gizemli ve bilinmeyen yerler hep benim için ilgi çekici olmuştur. Birçok güzelliği ve gizemi barındıran dağlara küçük yaşlardan beri heves ederdim ve gezmeye giderdim. Doğayla iç içe olmak bana inanılmaz bir huzur, sükûn ve mutluluk verirdi. Dağlara yönelik bu sevdam sonradan oluşmuş bir duygu değil. Küçük yaşlarda ve liseli çağlarımda şartlar el vermediği için yüksek dağlara gidemiyorduk. Çünkü dağcılık hem profesyonel bir ekip hem de ekipmanla gerçekleştirilecek bir spor. O yüce dağlara çıkamasam da hep içimde bir dağcılık sevgisi beslemiştim. Hatta 1994 yılında Aksaray’dan geçerken Hasan Dağı’nı gördüğümde “Bir gün bu dağın zirvesine çıkmalıyım ama ne zaman?” diye düşündüğümü ve iç geçirdiğimi hiç unutmuyorum.
Dağcılık sporunda 3 bin metrenin üzerindeki dağlara tırmanış ancak dağcılık faaliyeti olarak kabul edilir. Dolayısıyla benim ilk dağcılık faaliyetim 1 Nisan 2001 tarihinde -nicedir hayalini de kurduğum- 3253 rakımlı Hasan Dağı’na tırmanmak oldu. Bundan sonraki süreçte bu işi profesyonel olarak yapmaya karar verdim ve eğitimini almaya başladım.
Dağcılık sporunda belirlediğiniz bir hedefiniz var mı?
Bu soru dağcılığı, özellikle yüksek irtifayı, uzun soluklu tırmanışları seven kime sorulursa sorulsun size cevabı, “Dağların dağı olarak nitelendirilen, Pakistan’daki 8611 rakımlı K2 Dağı’na tırmanmak.” olacaktır. Benim belirlediğim hedef ise öncelikle Türkiye’deki 3500 metrenin üzerindeki zirveleri tamamlamak, sonrasında yurt dışında 6000 metre ve üzeri dağlara tırmanmak. Ama en büyük hedefim 7000 metre sınırını aşmak diyebilirim. Tecrübe kazandıkça ve gerekli eğitimleri aldıkça bu hedeflerime de ulaşacağıma inanıyorum. Şu an hâlihazırda Dağcılık Federasyonu’nun eğitimlerine devam ediyorum.
Dağcılık sporunun yanında sizi arama kurtarma faaliyetleri yürüten bir ekibin de içinde görüyoruz.
Arama kurtarma faaliyeti, sadece dağcılık eğitiminin bir parçası değil vicdan sahibi her Müslüman’ın içinde bulunması gereken faaliyettir. Çünkü bizler “Bir insanı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibidir." anlayışında olan bir medeniyetin fertleriyiz. Din hizmetinde bulunan bizler, hayatın her alanında insanlara ulaşmalıyız. Dolayısıyla ben de İHH’nın arama kurtarma ekibi kuracağını öğrendiğimde hemen girişimde bulundum ve arama kurtarma faaliyetlerine katılmaya karar verdim. Şu an bu STK’nın 25 kişilik gönüllü arama kurtarma ekibinin liderliğini yapıyorum. Dağcılıktan edindiğim tecrübelerimi hem bu ekibe aktarıyorum hem de hobi olarak başladığım dağcılığı iyilik yolunda kullanabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Arama kurtarma çalışmaları da tıpkı dağcılık gibi hayat boyu eğitim gerektiriyor.
Başlangıçta ne gibi temel eğitimler aldınız?
Arama kurtarma ile ilgili Hatay AFAD’dan temel arama kurtarma eğitimi, Ankara AFAD Eğitim Merkezi’nde kentsel arama kurtarma eğitimi, Eskişehir Karakayalar Tırmanış Bahçesi’nde AFAD eğitmenleri tarafından verilen DAG1 (doğada arama kurtarma) eğitimlerini tamamladım. Ayrıca Kızılay’dan sertifikalı ilk yardım eğitimi aldım. Eğitimlerimiz devam etmektedir.
Gerçekleştirdiğiniz bu sosyal faaliyetlerin hayatınıza ve mesleğinize katkıları oluyor mu?
Öncelikle şunu söylemem gerekiyor. Dağcılık, kişinin sağlığı için gerçekleştirebileceği önemli bir fiziksel aktivitedir. Sürekliliği sağladığınız takdirde vücudun kuvvet ve dayanıklılığı artacaktır. Dağcılık, doğayı keşfetmemizin yanı sıra kişiye bireysel anlamda disiplinli, dikkatli ve sabırlı olmayı, kendine güveni öğretir. Kişi dağcılıkta olduğu gibi arama faaliyetlerinde de takım çalışmasına, zorlu koşullarda bir arada hareket etmeye ihtiyaç duyar. Kişiyi bireysellikten, bencillikten alıkoyan bu faaliyetler tam anlamıyla bir paylaşım ruhunu ortaya çıkarır ki kişi arkadaşlarının ihtiyaçlarına karşı asla duyarsız kalamaz. Doğanın ve bu sosyal faaliyetlerin bize kazandırdığı belki de en önemli husus paylaşım ve yardımlaşma ahlakıdır. Bu da icra ettiğimiz din görevliliği mesleğinde bizim temel tavrımız olmalıdır.
Yardımın ve yardımlaşmanın bizatihi yaşandığı bu havayı teneffüs etmek, bu kazanımları sıcağı sıcağına yaşamak insanın kişiliğinde, kimliğinde bir olgunlaşmaya vesile oluyor. Doğada bulunmak insanın çağın hastalığı stresten arındırıyor. Dolayısıyla insan daha mutlu, huzurlu ve zinde oluyor. Bu doğal olarak mesleğine de yansıyor. İnsanlarla ilişkilerde bir rahatlık bir ufuk kazandırıyor. Dolayısıyla mutlu ve zinde bir kimse hayatta başkalarına hep pozitif bir enerji verecektir. Bu da bizi vazifemizi ifa ederken yorgunluktan kurtarıyor. Cemaate karşı pozitif bir bakış açısıyla hizmet etmemizi sağlıyor. Doğadaki güzelliklerin yanı sıra sosyal faaliyetlerin içerisinde olmak kişiye bir şeyleri yapma, başarma mutluluğunu da tattırmış oluyor. Her dağın zirvesine çıkışımızın ya da arama kurtarma faaliyetinde karşılaştığımız her mutluluk gözyaşlarının başarı olduğunu düşünebiliriz. Bu çalışmaların özellikle genç cemaatimle aramda bir iletişim köprüsü olduğunu da söylemeliyim.
Sosyal faaliyetler anlamında meslektaşlarınıza ne gibi önerilerde bulunursunuz?
Allah’ın emri olan iyilik hiçbir zaman boşa gitmeyen tek yatırımdır. Bu amaç doğrultusunda insanlığa sağlanan faydanın her bir zerresi muhakkak ki ahirette karşımıza çıkacaktır. Biz vaazlarımızda, hutbelerimizde bunu anlatıyoruz cemaate. Dolayısıyla dağcılık faaliyetlerinin bir kolu da olan arama kurtarma çalışmalarında bir imamın olması insanları etkiliyor. Kurumuma, mesleğime ve şahsıma bakışlarında olumlu değerler kazandırıyor. Diğer bir husus şudur: Gerek doğal afetlere maruz kalan insanlar için gerekse kaybolan insanlar için en önemli faktör zamandır. Her köyde mutlaka imam bulunurken jandarma, ilk yardım ekibi gibi ekipler bulunmayabilir. Gelmeleri zaman alabilir. Bugün imamlar Türkiye’nin en ücra köylerinde, dağlarında görev başındadırlar. Ben meslektaşlarıma sivil ve kamu marifetiyle verilen bu ve benzeri kurslara katılmalarını, cami içinde olduğu gibi dışında da bir güven sembolü olmalarını, insanların en zor anlarında ilk başvuracakları biri olmalarını öneririm.

Hüseyin Ağırbaş, Hatay’ın Dörtyol ilçesinde 1975 yılında doğdu. İlkokulu Dörtyol’da okudu. Liseyi, Kastamonu’da Devrekani İmam Hatip Lisesinde tamamladı. Sonrasında Niğde Üniversitesi Aksaray Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümünü bitirdi. 2007 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imam hatip olarak göreve başladı. Hâlen bu görevi Hatay’ın Hassa ilçesinde sürdürüyor.