Makale

İMAM ŞÂTIBÎ

İMAM ŞÂTIBÎ

Dr. Yaşar AKASLAN

Ondokuzmayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


İslam ilim tarihine, başta kıraat sahası olmak üzere Endülüs coğrafyasının katkısı önemli yer tutar. Bu bölgenin yetiştirdiği velut şahsiyetlerden biri de kıraatte otorite, hadis hafızı, kudretli edebî yönü ve Arap dilinin inceliklerine vâkıf olan Şâtıbî nisbesiyle meşhur, Ebu Muhammed Kâsım b. Fîrruh b. Halef Şâtıbî Ruayni’dir. İmam Şâtıbî, Endülüs’ün doğusunda bulunan Belensiye (Valencia) eyaletine bağlı Şâtıbe (Jativa) şehrinde 538/1144 yılında doğmuştur.
Doğuştan gözleri görmeyen ve bu sebeple ez-Zarîr olarak da tanınan Şâtıbî, ilim hayatına küçük yaşlarında Kur’an’ı ezberleyerek adım atmıştır. Çok zeki olması ve ilmî merakı hasebiyle Kur’an hıfzıyla birlikte nahiv ve lügat gibi ilimleri tahsil etmiştir.
İmam Şâtıbî, genç yaşına rağmen Şâtıbe’de bulunduğu süreçte vaizlik ve hatiplik yapmıştır. Ardından ilim elde etmek amacıyla Belensiye’ye gitmiş, burada, dönemin önde gelen âlimlerinden kıraat, tefsir, nahiv, hadis ve fıkıh ilimlerini tahsil etmiştir. Yoğun ve zorlu bir ilmî sürecin ardından doğduğu yere dönerek Şâtıbe’de hocalığa başlamıştır. 572/1176 yılında hac vazifesini yerine getirmek üzere buradan ayrılmıştır. Hac yolculuğu esnasında bile ilim öğrenmeyi ihmal etmeyen Şâtıbî, uğradığı İskenderiye’de, bölgenin önemli ilim adamlarından kıraat ve hadis dersleri almıştır. Hac dönüşü, vefatına kadar kalacağı Kahire’ye yerleşmiştir. Burada, Amr b. As Camii’nde kıraat ilmiyle eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürürken Kadı Fazıl kendi adına yaptırdığı, Fazıliyye Medresesi’ne başmüderris olarak Şâtıbî’yi tayin etmiştir. Bu süreçte o, Endülüs’teyken telif etmeye başladığı Şâtıbiyye diye şöhret bulan Hırzü’l-emânî ve vechü’t-tehânî isimli manzumeyi tamamlamıştır. Şâtıbiyye, Ebu ‘Amr Dânî’nin, yedi kıraat üzere ve nesir formunda kaleme aldığı et-Teysîr fi’l-kırâati’s-seb‘ isimli eserin özetinin, -kolay ezberlenmesi amacıyla- 1173 beyitten müteşekkil manzum hâlidir.
Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’yi tebrik etmek amacıyla 589/1193 yılında Kudüs’e gitmiş ve o yılın ramazan ayını burada geçirdikten sonra Fazıliyye Medresesi’ndeki ilmî faaliyetlerine devam etmek üzere Kahire’ye tekrar dönmüştür. Sayılamayacak kadar insan, başta ilm-i kıraat olmak üzere sahip olduğu müktesebatından istifade etmek için uzak coğrafyalardan Kahire’ye gelmiştir.
İmam Şâtıbî, elli iki yıl gibi kısa ancak bereketli bir ömrün sonunda, 590 yılı Cemaziyelahir ayının 28’inde (20 Haziran 1194), ikindi namazı sonrası Kahire’de Hakk’a yürümüştür. Naaşı, vefatının ertesi günü, Karafetüs’-suğra kabristanındaki Kadı Fazıl Türbesi yakınına defnedilmiştir.
Şâtıbî, keskin zekâsı ve güçlü hafızası sayesinde farklı ilimlere dair pek çok metni ezberinde muhafaza etmesiyle çok geniş bir ilmî birikime sahip olmuştur. Örneğin, Buhari ve Müslim’in Camiu’s-Sahihlerine ve İmam Malik’in Muvatta’ına, -âmâ olması hasebiyle- kendisine okunan nüshaları ezberden tashih ederek ilgili izahları yapacak kadar vâkıf biri olduğu vurgulanır. Tefsir, hadis, edebiyat ve rüya tabiri gibi birçok alanda mütebahhir olmasına rağmen mesaisini daha ziyade kıraat ilmine hasretmiştir. Bu bakımdan Şâtıbî, kıraat ilmiyle uğraşanların mutlaka bilmesi gereken otorite şahsiyetlerin başında gelir. Nitekim o, İbnü’l-Cezeri’nin ilham kaynaklarından ve sitayişle bahsettiği isimlerdendir. Bu bağlamda İbnü’l-Cezeri, on kıraat üzere kaleme aldığı Tayyibetü’n-neşr fi’l-kırââti’l-‘aşr isimli eserini oluşturmasında en önemli faktörün, çocukluk döneminde ezberlediği ve onun bereketi olduğunu söylediği Şâtıbî’nin Şâtıbiyye’si olduğunu dile getirir. Kendisi de Şâtıbiyye’ye vâkıf olan kimseye Allah’ın ikram edeceğini söyleyerek bu bereketi işaretle Şâtıbiyye’ye olan hayranlığını şu şekilde ifade eder: “Kendisinden sonra gelen âlimler onun kıymetini anlama konusunda aciz kaldılar. Zira Şâtıbiyye’nin üstünlüğü, ancak benzeri bir eserle kıyaslandığında anlaşılır. Onun ulaştığı şöhreti ve insanların bu eseri elde etmeye gösterdikleri hırsı, gerek kıraat gerekse diğer ilim dallarına dair yazılmış hiçbir eserde görmedim. Bu kitabın nüshasının bulunmadığı hiçbir İslam beldesi yoktur. Ayrıca kıraat ilmiyle meşgul olan herkesin evinde eserin bulunduğunu zannediyorum. İnsanlar bu eserin sağlam nüshalarına sahip olmaya bir iftihar vesilesi olarak baktılar ve esere ilgi gösterdiler. Bende de bir nüshası mevcuttur. Onun ağırlığı kadar gümüş teklif etmelerine rağmen onu vermeyi kesinlikle kabul etmedim...” (Ebû Bekir Ahmed, Şerhu Tayyibeti’n-neşr fi’l-kırââti’l-‘aşr, Enes Mihre (thk.), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000, s. 26.)
Şâtıbî, doğuştan âmâ olmasına rağmen gözleri görür gibi hareket eder, yanındaki kimseleri ve eşyaları hemen tanır; tanımadığı biri yanına gelse bunu anında fark ederdi. Züht ve takva ehli, mütevazı, sözü doğru, gereksiz konuşmayan, ibadetine düşkün, sünnete son derece dikkat eden, vakar sahibi bir âlim idi. Vefatına yakın, hastalığından mustarip olmasına rağmen durumunu soranlara sürekli iyi olduğunu söyleyerek hâline hamdederdi. Dostları onun yukarıdaki vasıfları sebebiyle Şâtıbî’ye son derece hürmet gösterirlerdi. Ebu Şame, faziletli bir topluluğun Şâtıbî’den bereketlendiğini gördüğünü söyleyerek şu benzetmeyi yapar: “Onların hepsi sahabe-i kiramın Hz. Peygamber’i tazim ettikleri gibi ona hürmet ve methüsena ediyorlardı.”
Kıraat ilmindeki kudreti ve otoritesi erbabı tarafından kabul edilen; kendisi ve eserleriyle ilgili pek çok eser kaleme alınan, her anını ilme adayan İmam Şâtıbî’nin kabri, meşgul olduğu Kur’an’ın nuruyla pürnur olsun.