Makale

ÜÇ ALENÎ SIR

ÜÇ ALENÎ SIR

Meral Günel | İstanbul Maltepe Vaizi

“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’tan kork. Kötülük işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün. İnsanlarla güzel geçin!”
(Tirmizi, Birr, 55.)


Kur’an-ı Kerim’de, maddi manevi tüm yolculuklarda insan için en hayırlı yol azığı olarak nitelendirilir takva. (Bakara, 2/197.) Hadisimizde “kork” diye tercüme edilen bu kavram “Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak, Allah’a olan sorumlulukların bilinciyle davranışlarını düzenlemek” gibi geniş bir anlama sahip. Takva, insanı yanlıştan kaçınmaya güdüleyen bir duygu olarak korkuyu da içerir. Ancak bu korku, kulun Rabb’iyle arasındaki sevgiyi yıpratma korkusudur; O yakacak diye değil, O sevmeyecek diye korkmaktır.
Takva, günahın her türünden insanı koruyan yüksek bir bilinçten kaynaklanır. Kalbe bir kere yerleşti mi insanı elbise gibi sarar. (Araf, 7/26.) Kıyafetler nasıl insanı hem güzelleştirir hem de kötü bakışlar ve kötü durumlardan korursa takva da sahibine manevi bir güzellik ve korunma sağlar. Efendimizin takva elbisesini hiçbir yer ve hiçbir durumda çıkarmama tavsiyesine uyan müminde vicdani hassasiyet kendiliğinden gelişir. Bu vicdan kişiye bollukta darlıkta, tenhada kalabalıkta, iyi günde kötü günde daima dikkatli ve naif davranabilme becerisini kazandırır. Takva sahibi olmak her davranışından hesaba çekileceği şuuruyla yaşayabilmekle mümkündür. Bu çabanın mükâfatı ise Allah’ın takva sahiplerini sevmesi (Âl-i İmran, 3/76; Tevbe, 9/4-7.) ve daralan hayat yollarında onlar için daima bir çıkış yolu yaratmasıdır. (Talak, 65/4.)
Kişiyi takvaya bilgi, şuur ve amel ulaştırır. (Bakara, 2/63.) Bilince ulaştırmayan bilgi, amele dönüşmeyen bilinç, takvanın kimlik inşasındaki rolüne ket vurur. İnandığı değerlerden uzak yaşayan insan önce kendi içinde tutarlılığını sonra da toplum nezdinde güvenirliğini kaybeder. Takva, zaman ve mekân kaydından bağımsız olarak her an ve her yerde bizi daima doğrunun yanında olmaya mecbur kılar.
Mekânların ve makamların insanı günahtan, yanlıştan koruma gücü yoktur. İnsanı koruyabilecek olan şey her an her yerde Allah’ın denetimi altında olduğumuzu unutmadan irademizi her imtihanımızda tekrar tekrar bilemektir. Ameller (ibadetler, insana ve topluma faydası olan tüm davranışlar) bu irade ve bilincin güçlenmesinde en önemli rolü üstlenir. Bir bakıma ameller kulluğu diri tutma çabası olan takva merdiveninin basamaklarıdır. (Bakara, 2/21.)
Bazen bu merdivenden çıkarken ayağımız tökezler, kayıp düşeriz. Peygamberimizin bir kötülük yapıldığında hemen ardından iyiliğe koşmamızı emretmesi yanlışta karar kılmamamız, kendimizdeki iyilik potansiyelini öldürmememiz ve kim olduğumuzu asla unutmamamız içindir. Hepimiz hata yapabiliriz ama bu hataların toplamından ibaret de değiliz.
Unutmayalım ki kuvvetle esen kötülük rüzgârı iyilik ateşinin alevlerini arada söndürür gibi olsa da kalpler Allah’a sımsıkı bağlı oldukça o ateşin közleri daima yanmaya devam edecektir. Kötü davranışların peşinden gerçekleştirilecek iyilikler kişinin yanlışa bağımlı olmasının önüne set çeker. Kötülüğün kişide karakter hâlini almasına engel olur. Bir öyle bir böyle davranmak olarak görünen bu durum kişiliksizlik ve tutarsızlıktan çok insani özden henüz tamamen kopulmadığını gösterir.
Yanlışın farkına varıp kendini koruyabilme çabası içine girmek, bu çaba başarısızlıkla sonuçlandığında tekrar toparlanıp iyiliğe yönelmek insanın kendi içinde sürekli bir mücadele hâlinde olmasını gerektirir. Moral bozucu gibi görünen bu sürece en büyük destek, “İyilikler kötülükleri giderir.” (Hud, 11/114.) “Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Furkan, 25/70.) ayetleriyle gelir.
Aslında iyiliğin bizatihi kendisi iyilik yapana iyi gelir. Yapılması istenen iyiliğin işlenen kötülükle aynı cinsten bir davranış olması da gerekmez. Namaz, tövbe, istiğfar, tasadduk, birinin işine yardım etmek, derdini dinlemek vb. “hayır” namına ne varsa bu kapsamda düşünülebilir pekâlâ. İyilikler, toplumun geleceğe umutla bakmasını sağlar; yanlışın zihinlerde ve sosyal hayatta meşrulaşmasını, kötünün hâkimiyet kurmasını engeller.
Yapılabilecek iyiliklerden belki de en zoru insanlarla aramızdaki asgari müştereklere tutunarak iyi geçimli olabilmektir. Ailemiz, iş çevremiz, okul arkadaşlarımız, komşu ve akrabalarımız oldukları için doğrudan, aynı mahalle veya şehri/ülkeyi paylaştığımız için dolaylı olarak bağlantı içinde olduğumuz insanlarla ilişkilerimizi adalet, merhamet, saygı ve hoşgörü gibi temel insani değerler üzerinde kurmaya, sürdürmeye mecburuz.
Herkes dış dünyaya bakacağı penceresini kendi aklı, tecrübesi ve kabiliyeti ölçüsünde açar. Hepimizin pencereleri farklı farklıdır. Bunu zenginlik değil ayrışma vesilesi olarak görmek, yetmezmiş gibi bir de dünyaya bakılacak yegâne pencerenin kendi penceresi olduğunu iddia etmek çatışmaları kaçınılmaz kılar.
Böyle durumlarda ilişkilerimizi hangi zemine oturtup nasıl yöneteceğimiz öncelikle bizim kendi ahlak anlayışımızla ilgili bir konudur. Kendimize yakışan davranışın ne olacağını seçerken Hz. Peygamber’in İslam davası ile kişisel davaları arasındaki ayrımı nasıl gözettiğine dikkat etmek kurtarıcı reçeteler sunabilir bizlere.
Bu konuda önemli bir husus da insanlarla iyi geçinebilmek için muhatabımızı sevmek zorunda olmadığımızı bilmemizdir. Birisini sevmeden de ölçülü davranışlara sahip olabiliriz. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sımsıcak bir dost oluvermiş!” (Fussılet, 41/34.) ayeti bize sevgi, muhabbet ve dostluğun, güzel huylu hoş geçimli olmanın sebebi değil sonucu olduğunu söylüyor.
İnsana yakışan, güzel ahlakı muhatabının durumundan, davranışından dolayı değil kendi doğrusu o olduğu için benimsemesidir. Bu beceriye sahip olabilmenin formüllerinden en önemlisi bahsi geçen ayetin devamında bildiriliyor: “Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.” (Fussılet, 41/35.)
Nefis ve şeytan, şişirilmiş egolarımız iyilik yapma yolundaki birinci ve en büyük engelimiz. Bu engeli aşabilmek için takvaya, iyilikleri artırmaya ve iyi ahlaklı davranmaya mecburuz.