Makale

Çeşmelerimiz Ağlıyor Şimdi

Çeşmelerimiz
Ağlıyor Şimdi

Ayfer Balaban

Bir sokağın başında, bir külliyenin bitişiğinde, meydanlarda, alanlarda, Sürre-i Hümayûn’la hacca gidenlerin, sefere çıkan ordunun veya kervanlarla şehirden ayrılanların uğurlandığı (Ayrılık Çeşmesi), yine şehre giren-çıkanların durakladığı ve şehri selâmladığı (Selâmî Çeşme), genellikle kervanların konakladığı noktalarda, mesire yerlerinde (abdest almak ve su içmek için yapılan Namazgâh Çeşmeleri) görülen, bazen de özel mekânları süsleyen çeşmelerin çoğu, hayrat olarak yapılmıştır. Ancak bu çeşmelerin mimarî özellikleri birbirinden farklıdır.
İstanbul’un hemen her semtinde birer sanat eseri olan çeşme, sebil, hatta selsebile (bahçeleri süslemek ve akan suyun şırıltısını dinlemek için yaptırılan küçük çeşmeler) rastlamak mümkündür. Tarihi bilinen en eski çeşme, II. Bayezid döneminde yapılan Davut Paşa Camii yanındaki 1485 tarihli çeşmedir.
Sur içi İstanbul’un en güzel çeşmesi de Topka- pı Sarayı’nın dış kapısı Bab-ı Hümayûn’un önündeki meydanda bulunan III. Ahmet Çeşmesi’dir. Bu çeşmenin kitâbesinden 1728-29 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır. III. Ahmed’in başmimarı Mehmet Ağa tarafından yapılan çeşmeye 1 büyük, 4 küçük kubbe; 4 yüzüne 4 musluk, 4 köşesinde de 4 sebil inşa edilmiştir.
İnce ruhlu, zarif bir insan olan III. Ahmed, "Besmele ile iç suyu, Hân Ahmed’e eyle dua" diyerek çeşmenin kitâbesini kendisi yazmıştır. Ancak devrin şairlerinden Seyyid Vehbi Hüseyin Efendi, Sultan’ın bu mısraını sanat bakımından eksik görür ve bunu "Tarihi Sultan Ahmed’in cârî zeban-ı lûleden/Aç besmeleyle iç suyu Hân Ahmed’e eyle dua!" şekline çevirir. Şair Seyyid Vehbi’nin çeşmeyi ve akan sularını öven kasidesi, firûze renkli çinilerin üzerine, altın harflerle çeşmeyi çepeçevre kuşatacak şekilde yazılmıştır.
A.Ragıp Akyavaş hatıralarında; bütün tarih kitaplarında, mecmualarında resimlerini iftiharla seyrettiğimiz büyük sanat âbidesinin bir zamanlar tahrip edildiğinden, tunç parmaklıklarının ve müzeyyen şebekelerinin çalındığından bahsetmektedir. Soğukçeşme Rüşdiye-i Askerîyesine devam ederken bu çeşmenin önünden geçtiği zamanlar, kitâbesini zevk ve iftihar duyarak okuduğunu, sebilcilerin parmaklıklardan uzattıkları kalaylı taslardan kana kana su içtiğini, bânisi Hân Ahmed’in aziz ruhuna Fâtihalar ithaf ettiğini ifade ettikten sonra "çeşme şimdi susuzluktan ve harabîden ağlıyor, bütün tarih sevenleri de ağlatıyor" demektedir.
Yine III. Ahmet tarafından 1728/29 yıllarında Üsküdar kıyısında yaptırılan Üsküdar Çeşmesi’nin denize bakan kısmında yer alan Nedim ve diğer ünlü şairlere ait mısralar, gönüllere bir cemre düşürmektedir.
Boğaz çeşmelerinin biri de Kabataş’ta limanın hemen yanındaki Vezir Hekimoğlu Ali Paşa Çeş- mesi’dir. 1732 yılında yapıldığı tespit edilen çeşme, mermer işçiliğindeki mükemmellikle dikkatleri çekmektedir.
Unkapanı Köprüsü’nün ayağı ya nında, Sokollu Mehmet Paşa Ca- mii’nin önündeki zarif çeşme ise Saliha Sultan Çeşmesi’dir. IV.
Mehmed’in eşi Rabia Gülnuş Vâlide Sultan buradan geçerken küçük bir çeşmenin önünde ağlayan bir kız çocuğu görür. Küçük kız kendisiyle ilgilenen Vâlide Sultan’a, su testisi kırıldığı için evine su götüremeyeceğini, bu sebeple ağladığını söyler. Bu kızdan hoşlanan Vâlide Sultan, onu saraya alır, terbiyesiyle ilgilenir, zamanı gelince de oğlu Mustafa ile evlendirir. Saliha artık saraya gelin olmuştur. Hayatında bir dönüm nokta sı olan su testisinin kırıldığı küçük çeşmenin yerine, büyük bir çeşme yapmayı arzu etse de bunu gerçekleştiremez. Oğlu I. Mahmut hükümdar olunca annesinin bu arzusunu yerine getirir. Bu küçük çeşmenin yerine taş işçiliğiyle, iki kubbeli büyük bir çeşme yaptırır.(1 732-33)
Tophane ve Kule Dibi’nde oturanların su ihtiyaçlarını karşıladıkları Bereketzâde Çeşmesi (1 732), Sultan I. Mahmut zamanında yaptırılmıştır. Musluğun bulunduğu ayna taşı üzerinde, "Ve cealnâ mine’l- mâi külle şey’in hayy = ve diri olan her şeyi, sudan meydana getirdik" (Enbiya, 30) ayeti yazılı olan çeşme, bize ait değerlerin taşıyıcılığını da yapmaktadır.
I.Mahmud zamanında 1 732’de Türk rokokosu tarzında mimar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen Tophane Çeşmesi de İstanbul’un güzel çeşmelerinden biridir.
Büyük hayırlardan kabul edilen çeşmelerin, su ihtiyacını karşılayan mimarî yapılar olmalarının yanında, sosyokültürel etkileri de vardır. Mahallenin, köyün, kasabanın çeşmesi, nice güzel sohbetlere tanıklık eden, yakınlaşmaya ve kaynaşmaya vesile olan, hayatın hareket bulduğu birer sosyal iletişim mekânlarıdır.
Kapının kapıya açıldığı mekânlarda söze, sohbete konulan tedbirin, yıllar önce suyun huzur verici ve seslerin duyulmasını engelleyici özelliği ile sağlandığını, bu amaçla ’oda çeşmelerinin’ yapıldığını düşündükçe, bu estetik stratejiye hayran olmamak mümkün değil.
Bir zamanlar, bulundukları mekânlarda susayanların canına can katan çeşmelerin ne kadar hüzünlü manzaraları var. Mermer yalaklarında şişe ve cam kırıklarıyla, musluk yerinde kara birer delik, tezyinatı, burada yakılan ateşin isinden görünmez hâlleriyle çeşmelerimizin ekserisi âdeta ağlıyor şimdi. Dönüp tekrar tekrar onlara bakıyorum ve bir şeyler yapmalı diyorum. Millî benliğimizi ve tarih şuurumuzu besleyen bu güzel eserleri imar ve ıslâh ederek, geçmişi günümüze taşısak ve kendimizen uzaklaşmasak.
Uzaklar gurbet, uzaklar yaban, uzaklar hasret, uzaklar belki de yitirmek demek...