Makale

MEDENİYETLER YIKIMIN TOHUMLARINI DA TAŞIR

MEDENİYETLER YIKIMIN TOHUMLARINI DA TAŞIR

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Edward Said’in halefi olarak anılan Hintli düşünür ve romancı Pankaj Mishra’ya göre, günümüz bireyi güç ve zenginlik elde etmek için ‘hayvanca’ bir mücadele içindedir. Bir ’zulüm ve merhametsizlik’ kültürü yayan bu vahşi mücadelenin besin kaynağı ise neo-liberal ekonomidir. (Öfke Çağı, İst. 2018, s. 336.) Mishra’nın vurgusu şudur: Güç, şiddet ve zenginlik tutkusunun sebep olduğu dünyevi bir zulüm ve merhametsizlik kültürü yerküreyi kuşatıyor!
Haksız mı?
Bu çağ, bir ’öfke çağı’dır, zira statü, imtiyaz, güç ve zenginlik peşinde koşanlar küreselleşme projesiyle rayından çıkardıkları dünyada eşitsizlik ve sömürüyü kökleştirmişler, ’öteki’ne duydukları hınç ve nefretle terör, ırkçılık ve savaşı kurallaştırmışlardır.
Bir öfke çağıdır bu çağ, zira nihilist şiddet, ahlaki yozlaşma, kültürel çözülme ve politik öfke dizginlerinden boşanmış, kutsal dünyevileşmiş, katı olan buharlaşmıştır. Bir kin, nefret ve öfke çağıdır bu çağ, zira öç fantezileriyle yabancı düşmanlığı ve İslamofobi imalatı alıp yürümüştür.
Bu boğucu iklimde, insan ve onun sahip olduğu her şey dünyevileşme, nesneleşme, metalaşma, değersizleşme, mekanikleşme, robotlaşma ve şeyleşme yolunda hızla yol alırken, topyekûn insanlık da mana ikliminin aydınlığından maddiyatın kasvet iklimine sürükleniyor. Şeytanın dizginsiz özgürlük ve ölümsüzlük vaadiyle ayarttığı insanı belli bir noktadan sonra frenlemek imkânsız gibi görünüyor!
“…Onlara önlerinden, arkalarından sağlarından, sollarından sokulacağım…” (A’raf, 7/17.) isyanıyla yola çıkan şeytan, dört bir yandan musallat olduğu insanı, altından girip üstünden çıkıp yoldan çıkarmayı başardı nihayet.
Yerküremiz freni patlamış insan kaynıyor!
“İnsan ne ise o olmaya yanaşmayan tek varlık.” der, Albert Camus. Fıtratın bentlerini çiğnediği andan itibaren insanı tutabilene aşkolsun! Şeytan, sabah akşam damarlarında turlar onun; kin, nefret, hınç, öfke ondadır; şerrin ete kemiğe bürünmüş hâlidir o! Denizde kum, onda şeytanlık, sinsilik, cin fikirlik!
Şeytan, kendisi ile anlaşan, ruhunu satın aldığı kötülere şunu fısıldar: "Bundan böyle ben yokum, sen varsın! Bundan böyle inanca, doğruya, iyiye, güzele isyanın önderi her yerde sensin, haydi yürü aslanım!”
Seyyid Hüseyin Nasr der ki, "Kendini ‘Babil Kulesi’ne kapatan modern / postmodern insan, ortak ‘Hikmet’ dilini yitirmiş, kendini ‘İlahi Zemin’e bağlayan göbek kordonunu kesmiştir." (İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı, İst, 2017, s. 48.) Nasr’a göre, XIX. yüzyıldan bu yana modern ideolojilerin rüzgârında oradan oraya savrulan modern insan, bu ideolojilerin sönmesiyle birlikte, hayatın ‘manevi niteliklerini’ yeniden keşfe çıkmak yerine ‘modern hayatın saçmalık ve boşvermişliklerine’ kapılmıştır. (s. 140.)
Yanlışa düşme imkân ve ihtimallerinin alabildiğine fazla olduğu dönemlerde aksi bir sonuç epey sürpriz olurdu. Aynı zamanda bu dönemler, seküler hümanizmin demokrasi ile harmanlanıp rasyonel bir sosyal mühendislik projesi olarak dayatıldığı dönemlerdir. Şimdilerde bu dayatma görevini neo-liberal politikalar üstlenmiş durumda. Güçlünün, güçsüzü ezdiği, elindeki her şeyi gasp ettiği bir sömürü düzeni de bu politikalarla giderek zemin bulmaktadır. Bu gidişata direnen sistem dışı ilan edilir, yalnızlaştırılır, ambargolarla terbiye edilir, bu kâfi gelmezse ‘terörist’ etiketini yemesi an meselesidir.
Sonrası ise taciz, savaş ve işgaldir; kurdun kuzuya "Suyumu bulandırdın." deyip üstüne çullanması hikâyesi…
İnsanlığı kurtlar ve kuzular şeklinde iki kamptan ibaret gören ‘öfke’ zihniyeti yeryüzündeki yıkımların sorumlusudur…
Tarihin mezarlığında yatan ‘fosil’ medeniyetlerin niçin mezara girdikleri hâlâ tartışıladursun, canlı olanlar da envai türden kriz ve hastalıkla boğuşuyorlar. Hastalıkları bulaşıcı ve birbirlerine bulaştırıyorlar.
Tarihçiler, Roma medeniyetinin çöküş sebeplerini üç ana noktada özetlerler: siyasi, ekonomik ve askeri. Barbarların aralıksız tacizleri, Hunların gelişi ve Hristiyanlığın yayılması ile eski güç ve kudretini kaybeden Roma’nın çöküşü, yönetimin yozlaşması, çalışma disiplininin yok oluşu, ahlaki çürüme ve geleneksel değerlerdeki çözülme ile hızlanır. Roma askerlerinin vatanseverlik duygularının zayıflaması ve sadece para için savaşır hâle gelmeleri de işin tuzu biberi olur.
Bir medeniyet kendi yıkımının tohumlarını da taşır
Varlık, kozmoloji ve düzen tasavvuru yitirildiğinde; üstüne oturulan kavramsal çerçeve tahrip edildiğinde; sahip olunan tarihsel tecrübe fırlatılıp atıldığında; iç ve dış meydan okumalara cevap verme kabiliyeti, şartlara uyum sağlama dinamizmi ve akışkanlık köreldiğinde; ahlâk, siyaset, ekonomi, estetik, sosyal düzen anlayışı dibe vurduğunda ve nihayet, insan hayatı ve emeği değersizleşip metalaştığında bir medeniyet için hastalık başlamış demektir.
Yıkımın tohumları uygun iklimde filizlenir ve kısa bir süre sonra bütün bünyeyi sarar ve böylece çürüme başlar. Çöküşün hızı gaflet ve uyku hâlinin yoğunluğu ile orantılıdır. Bilinç tıkanır, bilinç tıkanınca uzuvlarda felç hâli başlar. Tam bir koma hâlidir bu! Bilinç açılmazsa ölüm mukadderdir, suret yerinde olsa bile iç organlar çürümüştür.
Medeniyetler birbirleriyle çekişir, rekabet eder; birbirlerini etkiler, birbirlerinin iyi yönlerini alıp birbirlerini takdir de edebilirler. Bütün bunlar gayet tabiidir ama aynı zamanda birbirlerini tahrip de edebilirler. Kendini ilerici, seküler, rasyonel ve medeni kabul eden ama vahşi ve hain oluşu sebebiyle Mehmet Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ olarak tasvir ettiği Hristiyan Batı medeniyeti bugün, gerici, barbar ve öcü olarak gördüğü İslam medeniyetine yönelik sistemli bir tahrip harekâtı yürütüyor. Bir ‘medeniyetler çatışması’ umanlar için bu tahrip faaliyeti, gerçekte, amansız rekabetin olmazsa olmazıdır. Lakin peşinen ifade edelim ki, İslam medeniyetini dizlerinin üstüne çöktürme faaliyeti yalnızca dışarıdan değildir, belki zararın büyüğü içerideki yıkım tohumlarının epey boy salmış olmasındandır. Suçu sadece hırsıza yüklersek kendi gaflet ve zafiyetlerimizi örtbas etmiş oluruz.
“Kişinin kendine ettiğini, edemez kişiye hiçbir fâni.” demiş ya Mevlana, işte onun gibi bir şey. Bir medeniyetin fertlerinin kendi medeniyetine verdiği zararı bir başka medeniyet veremez!
Şunu da söylemiş olalım: Batı medeniyeti ‘öteki’nde sebep olduğu tahribatın sarhoşluğuyla kendi bindiği dalı da kesiyor; o da kendi medeniyetinin temel değerlerinden hızla uzaklaşıyor. Krizler suyun iki yakasında da hemen hemen ortak…
Bireyci, rekabetçi sosyal ilişkileri, çatışmacı politikaları var olmanın olmazsa olmazı kılan neo-liberal, beyaz ırkçı bir zihniyet orada ipleri ele geçirmiş durumda. ‘En az sayıda insanın en yüksek hazzı, mutluluğu tatması’ şeklinde bir felsefe ile yola çıkan bir avuç sırtı pek karnı tok, eline geçirdiği ekonomik ve siyasi güçle bir dizi işgal, gasp ve savaşla varlığını pekiştiriyor! Onlara göre bu dünya nüfusu çok fazla! Mevcut kaynakların hızla tükenmesi ile dünya nüfusunun hızla artması arasındaki ters orantı fena hâlde ürkütüyor onları. Dolayısıyla boş durmadıklarını, şer fikirler peşinde olduklarını rahatlıkla tahmin edebiliriz.
Bu cin fikirliler için medeniyet, uygarlık, mazi, tarih, gelecek, din vs. tam bir hikâyedir. Gazeteci ve çevreci George Monbiot bunu gayet güzel özetler: “Piyasa tarafından bir piyasa olarak tanımlanan insan toplumu her bakımdan bir şirket gibi yönetilebilir, sosyal ilişkileri ticari bir işlem olarak yeniden tasavvur edilebilir, insanlar insan sermayesi olarak yeniden tanımlanabilir. Toplumun gaye ve hedefi, kârı maksimize etmektir… Neoliberalizm öyle nüfuz edici hâle gelmiştir ki sık sık bunun bir ideoloji olduğunu gözden kaçırırız. (…) Oysa insan hayatını yeniden şekillendirme ve güç dengelerini değiştirme amaçlı bir girişim olarak ortaya çıkan bir felsefedir.” (Bu Enkazı Kaldırmak, İst. 2018, s. 36.)
Nerede medeniyet, uygarlık, insanlık?
Medeniyetler krizlerle boğuşuyorlar ve gözyaşı döküyorlar! Bütün medeniyetler kan kaybediyor! Hepsi hasta! Geçmişte olduğu gibi, aşırı bireycilik ve rekabetin pençesine düşen şimdinin insanı da kendine miras kalan medeniyetleri tarihin medeniyetler mezarlığına yollamanın peşinde!
İnsanı insan yapan manevi kıymetler manzumesi olan medeniyet (Ahmet Hamdi Tanpınar); insan ırkını mükemmelleştirmek, insanlık şartlarında ve görünen her şeyde ilerlemeyi gerçekleştirme çabası olan medeniyet (Albert Schweitzer) kötülerin elinde can çekişiyor.
Sözün özü: Medeniyetler hastaysa ortada bir ‘insanlık’ sorunu var! İnsanı tedavi etmeden medeniyetleri iyileştirmek imkânsız!
Medeniyetin gözyaşlarını dindirecek olan, onu kuran insandır!