Makale

HAYATA TUTUNMAK

HAYATA TUTUNMAK

Serap TURSUN İstanbul Başakşehir Kur’an Kursu Öğreticisi


Hale Hanım’la kemoterapi ünitesinde tanıştık. Ziyaretim esnasında, gözünü açamayacak kadar bitkin hâline rağmen diğer hastalarla konuştuklarımıza kulak vermesi dikkatimden kaçmamıştı. Ardından ona doğru yaklaşıp kendimi tanıttım ve eğer konuşmak isterse görüşebileceğimizi söyledim, “Siz bu hastanede misiniz, neden benim yattığım bölüme daha önce gelmediniz?” diyerek sitemle başladı konuşmasına. Ben de istediği zaman bizimle görüşebileceğini, hemşirelerden ya da doktorundan beni ya da diğer manevi rehberlik uzmanı arkadaşları haberdar etmelerini rica edebileceğini söyledim.
Hale Hanım, sohbetimiz esnasında uzun süredir tedavi gördüğünü, iyileşmeye dair çok fazla umudunun olmadığını anlattı. Hale Hanım’ı o günden sonra belli aralıklarla ziyaret ettim. Genellikle yalnızdı, ara sıra yanına gelen bir ablası vardı fakat ilişkileri fazlaca resmiydi.
Hale Hanım mutsuzdu, yüzü nerdeyse hiç gülmüyordu, bitkin ve hâlsiz görüntüsü onu olduğundan daha da hasta gösteriyordu. Sonra bu kederli yüzün ardındaki hikâyeyi paylaştı benimle. Önce sevgili anneciğini ardından da babasını kanser hastalığından kaybetmiş. Uzun ve acılı bakım süreçlerinden sonra sevdiği iki insanı art arda toprağa vermiş.
Henüz acısı soğumadan aynı hastalığa kendisinin de yakalandığını öğrenince ruhsal bir çöküntü yaşadığını anlattı. “Annemle babama ben baktım, severek yaptım bunu, şikâyetçi değilim. Fakat şimdi yapayalnızım, emlakçılık yapıyordum. İşimi de bırakmak zorunda kaldım. Gelenim gidenim yok. Hastalığım kötüye gidiyor. Hayatta hep kendi kendime yetmeye, kimseye yük olmamaya çalıştım ama bu hasta hâlimle artık zorlanıyorum.” dedi.
Hale Hanım, kendi farkında olmasa da aslında çok güçlü ve merhametli bir hanımefendiydi. Onu tanımaya çalışırken aslında konuşmaya, dinlenilmeye, ilgi görmeye ihtiyacı olduğunu anladım. Her görüşmemizde biraz daha morali yerine geldi. Artık yanına gittiğimde hemen yatağından doğrulup “İyiyim iyiyim çok şükür, daha da iyi olacağım.” diyordu. O gülümseyince ben de çok mutlu oluyordum. Öyle de oldu, durumu çok daha iyiye gitmeye başladı, toparlandı, kendi değerinin ve gücünün farkına vardı. Bir gün yine kemoterapi ünitesinde karşılaştık, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, “İyi ki buradasınız ve iyi ki tanıdım sizi, arkadaşlığınız ve beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. İnşallah iyileşeceğim ve işime geri dönüp hayata tutunmaya devam edeceğim.” dedi ve bir müjde verdi, bir haftaya kalmaz taburcu olacaktı.
Ertesi gün odama girdiğimde, bilgisayarın kenarına yapıştırılmış bir not kâğıdı buldum. Bakalım bugün hangi hikâyelerle tanışacağız diyerek aldım notu elime. “Lütfen annemi ziyarete gelir misiniz, size ihtiyacı var.” yazıyordu. Kâğıdın üzerinde annesinin adı, servis ve oda numarası da yazılıydı. Vakit kaybetmeden hazırlanıp ziyaretlerine gittim. Önce hemşire hanımdan hastanın durumu hakkında bilgi aldım. Ardından odaya girdim. Burası iki kişilik bir hastane odasıydı, selam verip kendimi tanıttıktan sonra Feride Hanım’ı görmeye geldiğimi söyledim.
Artık küçülmüş bedeniyle yatağa gömülmüş olan Feride Hanım bir anda toparlanmaya çalışarak “Feride benim, hoş geldiniz.” dedi. Kızı, önceki akşam bahsetmiş annesine. “Anne hastanede manevi destek uzmanı varmış, ona not bıraktım, yarın inşallah seni ziyarete gelecek.” demiş.
Feride Teyze’nin yanına gittim, elini öptüm, biraz kendimden bahsettim. Gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Elimi hiç bırakmadı. Bir saate yakın sürdü hasbihâlimiz. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadık. O sırada kızı da gelerek bu tatlı muhabbete iştirak etti. Feride Teyze sık sık kızına dönüp “Nereden buldun bu Hoca Hanım’ı, sana çok teşekkür ederim, onu bana getirdin.” diyordu. O kadar asil, edepli, merhamet dolu bir hâli vardı ki… Yüzündeki çizgiler bile bu güzelliği, bu letafeti örtememişti.
Bir ara boynunu büktü, hüzünlü gözlerle, “Kızım ben kanser olmuşum. Evladım benden saklıyor ama ben hakikati biliyorum. Şimdi o ağır ilaçları, tedavileri istemiyorum; zaten ne kadar ömrüm kaldı bilemem. Bari son zamanlarımı yine sohbet meclislerine, her zaman gittiğim kursa giderek geçireyim.” dedi. Feride Teyze’nin kızı “Hocam, annem tedavi olmak istemiyor, ilaçlarını içmek istemiyor, kendini kapattı. Ne olur, konuşun kendisiyle!” diyerek söze girdi. Gülümsedim. Feride Teyze’yle göz gözeydik zaten. Ona tedavinin önemini anlattım, neden tedaviyi kabul etmesi gerektiğini, gönlünde Rabb’in sevgisini taşıyanın her daim onunla olacağını… Anlattıkça yumuşadı Feride Teyze. Yavaş yavaş ikna oldu. Nihayet söz aldık kendisinden. “Tamam yavrum, söz, tedavi olacağım.” dedi yanından ayrılırken.
Feride Teyze, o gün hastaneden ayrılacaktı. İlaçlarını evde kızının gözetiminde alacak, ara ara da hastaneye gelerek tedaviye devam edecekti. Fakat bizim irtibatımızı kesmeye niyetimiz yoktu. Ayrılırken telefon numaralarımızı aldık. Sık sık görüştük bu vesileyle. Bir gün telefonu Feride Teyze değil kızı açtı. Bir şeylerin ters gittiğini anladım. Kızı onu bu defa başka bir hastaneye yatırdıklarını durumunun ağırlaştığını söyledi.
İstanbul koca bir şehir. Görev yerime oldukça uzaktaydı Feride Teyze’nin bulunduğu hastane. Hastaneye gidip onu bulduğumda sevinçten uçtu, çocuklar gibiydi... O gün mücadeleyle geçen hayat hikâyesini anlattı. Bütün zorlukların üstesinden imanla ve azimle nasıl geldiğini, evlatlarına nasıl hem anne hem baba olduğunu…
Durumu iyiye gidince hastaneden çıkabilmiş sonra, hâlâ görüşüyoruz kendisiyle... Bin bir duayla açar telefonu ve yine aynı dualarla kapatır... Sözleştik onunla, Rabbim nasip ederse bir bahar sabahı yine buluşacağız. Bu defa hastanede değil. Belki bir kırda, belki boğaz kenarında… Yürüyüş yapacak, yine tatlı sohbetler edeceğiz kendisiyle inşallah!