Makale

KELİMELERİN AYDINLIĞINDA

KELİMELERİN AYDINLIĞINDA

Ayşe Bayraktar Barış
Ankara Vaizi


Kelimelerin sesten başka bir bedene bürünebileceğine ilk kez 5-6 yaşında bir çocukken şahit oluruz. Önce harfleri tanımaya sonra harfleri bir araya getirip anlamlı birer kelime kurmaya çalışırız. Her yeni harfle okuyabildiğimiz kelime sayısı artar ve her bir kelimeyle yaşamın renkleri çeşitlenmeye başlar. Dikkatimizi çeker yazılı bir kâğıt parçası, bir dükkân tabelası, ambalaj kâğıdı... Okuyabildikçe özgür hissederiz, başka kimseye ihtiyaç duymadan okuduklarımızla öğrenebiliyoruz diye.
Okuyabilmenin verdiği heyecan çok uzun sürmüyor ancak. Neler keşfedeceğimizi, hangi derin sularda nelerle karşılaşacağımızı artık pek de umursamadan, uzaklaşıyoruz kelimelerden, kitaplardan. Bir kitabın yaprakları arasında bulacağımız bilgiyi, cam bir ekrandan temin etmeye çalışıyoruz. Aylarca belki yıllarca emek verilerek yazılmış sayfaları, hiçbir emek ürünü olmayan hoyrat ve anlık meşgalelere kurban ediyoruz. Bir cümlesiyle kendimizden çok şey bulacağımız, belki hayatımızın yönünü değiştirecek satırları görmezden geliyoruz.
İnsanlığın en büyük icadı olarak yazıyı kabul edersek, pek de abartmış olmayacağız. Yazdıklarıyla duygularını anlatan, düşüncelerini paylaşan, fikirlerini insanlığın hizmetine sunan, hayalleriyle yepyeni dünyalar inşa eden milyonlarca kişi, yüzyıllar geçse, kilometrelerce uzakta da olsa, zihinlerimizi ele geçiriyor ve kimi büyük, kimi küçük izler bırakıyor. Hangi güç insanda böyle bir etkiye sebep olabilir? Günümüzün en hareketli, en popüler alanı, gösteri sanatları olduğu hâlde, okuduklarımızla benliğimize kazınan, gördüklerimizle aynı olmuyor. Bir kitapla kurduğumuz dünya, bir ömür yaşıyor içimizde. Ancak izlediğimiz ve dinlediğimizin şiddeti anlık oluyor, geliyor ve geçiyor.
Asırlardır var olmuş tüm büyük medeniyetlerin ortak özelliğinin kitap ve düşünce olduğunu söyleyebiliriz. Medeniyetlerin sürekliliğini sağlayan her daim kitaplar olmuştur. Bir medeniyetin çöküşünde, bir kütüphanenin beraberinde yok oluşunu görürüz. İskenderiye Kütüphanesi, Beytü’l-Hikme, Bağdat Kütüphanesi gibi çok büyük kütüphanelerin ya iç savaşlar ya da ülkelerin istilaları sonucunda tahrip edildiğinin şahidi oluyoruz.
Bir kütüphanenin tozlu rafları arasında dolaşırken veya bir kitapçının kapağı açılmamış kitaplarının kokusunu duyarken, hissedilen huzuru hangi kelime tarif edebilir? Yaşamın endişe, kaygı, üzüntü ve stresinden uzaklaştıran kelimeler arasında kaybolmanın verdiği zihinsel zenginliği nasıl ölçebiliriz. Okudukça ön yargılarından arınmanın, farklı fikirlere ve düşüncelere yaşam alanı sunmanın farkına varırız. Çünkü okuduklarımız bize her sabah uyandığımızda gördüğümüz pencereden farklı bir pencere açar. Her gün bezginlik ve yılgınlıkla yapmaktan hoşlanmadığımız işleri, farklı gözle görmemizi sağlar. Şehrin rutini içinde öfkelerimizle boğuşurken, bir nefes aldırırlar. Çevremize bakarken biraz Ahmed Hamdi, biraz Borges, biraz Hüseyin Rahmi biraz Kafka oluruz. Renkleri, yüzleri ve sesleri onların kelimeleriyle görmeye başlarız. O zaman renkler biraz daha parlak, sesler biraz daha melodik, yüzler biraz daha canlı olurlar.
Okunan her kitapla bambaşka zamanlara, coğrafyalara ve düşünce iklimine gideriz. Kimi zaman Orta Çağ’ın karanlık sularında yüzer kimi zaman Anadolu’nun harman yerlerini gezeriz. Kimi zaman Doğu’yu, kimi zaman Batı’yı, düşüncelerini anlamaya çalışırız. Anladıkça zenginleşiriz, çeşitleniriz. Okuduklarımız nasıl bir insan olduğumuzu belirler bir süre sonra. Gözle görülenin ardındakini görmeye, idrak etmeye ve kendine ait bir fikir üretmeye başlarız. Kitaplar bize yol gösterir, önümüzü açar, tek düzelikten, aynilikten kurtarır, özgünleştirir.
Günümüz toplumlarının belki de en büyük yanılgısı, bir kitabı okurken geçirilen zamanı, kayıp olarak kabul etmesidir. Hızla tüketilecek diziler, filmler, sosyal medya üzerinden paylaşılan videolar, görseller var iken, bir kitabın sayfalarıyla meşgul olmak çok daha zahmetli ve yorucu kabul edilir oldu. Çünkü kitap okuyan kişi, nesne değildir, o eylemin öznesidir. Başrol ona aittir. Edilgen ve pasif olan değil, aktif ve etkin olandır. Okuduklarıyla zihinsel bir maceranın içine girer. Zaman durmuştur artık, her şeyi ardında bırakıp, gerçeklik duygusuyla sarılır kelimelere, cümlelere. Aradığı ne varsa onu bulur kelimelerde. Tek bir duygu değildir hissettiği ve yaşadığı. Aynı anda öfke ve merhameti, sevgi ve nefreti, hüzün ile neşeyi tadar, maharetli bir yazarın kaleminden dökülenlerle. Bu duygu zenginliğini hangi melodi, hangi resim, hangi sahne yaşatabilir insana. Tüm görsel sanatların kaynağı da, bu hissiyatın membaı, kitaplardır. Ancak okuduklarımız bin bir çeşitli hayali beraberinde getirirken, gördüklerimiz ve izlediklerimiz tek bir ana ve sahneye mahkûm eder bizi.
Zenginliğin, evlerdeki kitap ve kitap okuyan birey sayısının fazlalığı ile ölçüleceği bir dünyada yaşam çok daha farklı olabilirdi. Savaşın, zulmün, açlığın, yalan ve ihanetin sadece kitap sayfalarında yer alacağı bir yaşam. Roman ve şiirle, aşkın ve sevginin masumiyetine inanacağımız, tarih eserleriyle geçmişin hatalarını anlayıp, hatıralarını yâd edeceğimiz, coğrafya kitapları ile aynı anda gezmeye, görmeye gücümüzün yetmeyeceği bambaşka iklimler tanıyacağımız, fikir kitaplarıyla farklılıklara hoşgörüyü öğreneceğimiz bir dünya inşa edebilirdik.
Kitaplar, yaşamda gördüğümüz, duyduğumuz ve anlattığımızdan daha fazlası olduğunun göstergeleri olmuştur. Yazarının elinde hayat bulan, farklı kimliklere bürünen kelimeler, bildiğimizden farklı anlamlarla karşımıza çıkarlar. O kelimelerin peşinden sürükleniriz daha önce gitmediğimiz, görmediğimiz diyarlara. Yeni hayatlar tecrübe ederiz, sayfalar arasında dolaştıkça. Ve kendi gerçekliğimizden uzaklaşırız, bencilliğimizden sıyrılırız, başka yaşamlara ve fikirlere kapı aralarız, yazarının elinde, kelimelerden işlenen oya gibi kitaplarla.