Makale

Çocuk Aile ve Toplumun Emanetidir

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Çocuk
Aile ve
Toplumun
Emanetidir

İnsanın dünya hayatı; doğumla başla/r I yan ve ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Ancak bu dönem hem bedenî hem ruhî gelişim yönünden çeşitli özellikler sergilemektedir. Genel olarak insanın ömrü; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi devrelere ayrılmıştır. Tabii olarak bu devrelerin her biri bir öncekinin etkisiyle oluşmaktadır. Özellikle kişinin bedenî ve ruhî gelişiminde çocukluk dönemi büyük rol oynamaktadır, j. Jaqoue Rouseau; "Çocukluk, mantığın uykusudur" demiştir. Heinrich Schlimann ise, aynı konuyu benzer bir yorumla şöyle ifade etmiştir: "Bir çocuğun küçüklüğünde aldığı ilk intibalar bütün ömrünce devam eder." Gerçekten çocuk yaşta kazanılan birçok alışkanlık, gelecek yıllardaki davranışlara da yansımaktadır. Bu yüzden halk arasında; "Yedisinde ne ise yetmişinde de odur" sözü sıkça kullanılması âdet haline gelmiştir. Diğer yandan insanlar kendilerini tanıtırken, çocuk yaştaki tutum ve davranışlarını, önemli bir hatıra olarak anlatmaktadırlar. Görüldüğü gibi çocuk ilk alışkanlıklarını önce aile, sonra da birlikte yaşadığı toplumdan almaktadır. Bu bakımdan çocuk; aile, toplum ve sosyal çevrenin bir emanetidir. Dolayısıyla çocuğun gelişmesinde ve ilişkilerinde "mikro ve makro alanların" önemli rolü vardır. Bu iki alan, çocuğun kişiliğini, karakterini ve ahlâkını etkilemektedir. Biz de bu yazımızda öncelikli olarak söz konusu alanları oluşturan aile ve toplumun, çocukların yetiştirilmesi, eğitilmesi ve geliştirilmesiyle ilgili görev, sorumluluk ve duyarlılıkları üzerinde durmak istiyoruz.
Mikro alan: Bilindiği gibi çekirdek aile; anne baba ve çocuklardan meydana gelmektedir. Önce aile ortamıyla tanışan çocuk daha sonra arkadaş ve okul hayatıyla karşılaşmaktadır. Buna; "Çocuğun küçük dünyası veya mikro alanı" demek de mümkündür. Dikkat edilirse her insanda, kendi nesebini ve zürriyetini devam ettirmek için yaratılıştan gelen ortak bir arzu vardır. Nitekim birçok peygamber ve mümin; Allah’ın kendilerine iyi bir nesil, temiz bir soy ve bu soylarından O’na kulluk eden milletler vermesi için dua etmiştir. Kur’an-ı Kerim de bu eğilimi son derece tabii karşılamış ve bütün Müslümanların, dualarında Allah’tan kendilerine göz nuru olacak eşler ve çocuklar verilmesi için dua etmelerini tavsiye etmiştir. (Fur- kan, 74) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in; "Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyamet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim." (Müsned; II. 72) mealindeki hadisi de nesli koruyup geliştirmeye özen göstermenin gerekliliğini hatırlatmaktadır. Bu itibarla kişinin çocuk sahibi olması, ona büyük bir sorumluluk getirmektedir. Bu nedenle çocukla ilgili konularda, anne ve baba arasındaki ilişkiler ahlâkî ve hukukî bağlamda belli esaslara bağlanmıştır. Buna göre; çocuğun dünyaya gelmesi ciddiye alınmalı, iyi bir insan ve samimi bir Müslüman olarak yetişmesi için her türlü gayret ve fedakârlık gösterilmelidir. Çünkü çocuk, saf, temiz ve berrak bir yaratılışla aileye emanet edilmektedir. Belki de insanın ilk ve en hayırlı okulu, içinde gözlerini açtığı aile yuvasıdır. Bu okul; değerini bilenler için sevginin, saygının, acımanın ve iyiliklerin öğretildiği, beden ile ruhun birlikte şekillendiği bir hayat okuludur. Nitekim Kur’an-ı Kerim de; çocuğun gözetilmesi, eğitilmesi ve korunması için anne ve babanın sorumluluğunu hatırlatmıştır: "Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun." (Tah- rim, 6) Görüldüğü gibi bu ayette müminlere; aile sorumluluğuyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır. O halde her aile, çocuğun dünya ve ahiret mutluluğuna zemin teşkil edecek önlemleri almak zorundadır. Onları dünyada, her türlü korku, tehlike ve felâketlerden korumaya çalışmalıdır.
Takdir edileceği üzere; çevrede çocuğun yetişmesini ve geleceğini etkileyen bazı engeller vardır. Şüphesiz ki bu engelleri aşmak için en önemli görev ve sorumluluk, öncelikle anne ve babaya düşmektedir. Buna göre; çocuklara eşit davranmak, güzel bir isim vermek, onları helâl kazançla büyütmek, eğitimlerine katkıda bulunmak, güzel bir ahlâkla yetiştirmek, inanç değerleriyle tanıştırmak ve ergenlik çağına geldiklerinde evlenmelerine yardımcı olmak gerekmektedir. Hz. Ali’nin şu sözleri de konumuza ışık tutması bakımından son derece anlamlıdır: "Kendinize ve çoluk çocuğunuza iyiliği öğretin. Onları güzel edep ve terbiye ile yetiştirin. Bir kimse hangi terbiye esasına göre büyür gençliğine erişirse, ihtiyarlığı da aynı hal üzere olur. Çocuğuna küçüklüğünde iyi eğitim veren kimse, büyüyünce onunla mesrur olur. İşlerin sonucunu iyiden iyiye düşünmeyenler, hiç şüphesiz ki bir gün pişman olacaklardır."
Makro alan: Çocuk bir müddet sonra aile hayatının dışına çıkmak durumundadır. Okul dönemi başlayacak ve yeni arkadaşlarla tanışacaktır. Belki aile açısından onun çocukluğu devam edebilir. Fakat psikolojik ve sosyolojik anlamda o sosyal hayatın bir üyesi olmuştur. Onun ihtiyaçları doğrultusunda eğitim, okul, giyim, kuşam, yeme, içme ve eğlence gibi çeşitli sektörler meydana gelmiştir. Kreşler, ıslahevleri, eğlence merkezleri, yurtlar ve okullar açılmıştır.
Böylece çocuğun dünyası biraz daha büyüyerek "makro alanı" düzeyine ulaşmıştır. Doğal olarak hayatı kuşatan sosyal ve fizikî çevre onu etkileyecektir. Bir taraftan akraba, komşu ve arkadaş gibi insan gruplarıyla ilişkileri artmış, diğer taraftan ulaşım, yeni yerleşim ve göç gibi coğrafî ve fiziksel değişikliklerin içine girmiştir. Daha da kaygılı olanı; bilgisayar, Internet ve diğer görüntülü yayınları, hazırlıksız olarak izleme durumunda kalmıştır. Aslında toplumun değerlerini etkileyen bu değişiklik; iyiden kötüye olduğu gibi, kötüden iyiye de olabilir. Fakat toplum; kendisine emanet edilen çocuğu, bu nazik ve riskli dönemlerde daha çok korumak ve ona sahip çıkmak zorundadır.
Elbette çocuğu bu gelişmelerden, yeniliklerden ve toplumsal olaylardan uzak tutmak mümkün değildir. Esasen doğru da olmaz. Aslında böyle bir tavır sergilemek ona haksızlık olur. Zira toplumun geleceği bugünkü çocuklarla şekillenecektir. Bu durumda en isabetli olanı çocukları yaşayacakları zamanın şartlarına göre eğitmektir. Çünkü onlar bizim yaşadığımız zamandan başka bir zaman için yaratılmışlardır. O halde onlara inanç, tarih, kültür, medeniyet, çalışma, azim, sabır, cesaret, güven ve gayret gibi değerler mutlaka öğretilmelidir. Buna paralel olarak gelişen teknoloji hakkında bilgilendirilmelidir. Bütün bunların ötesinde onların sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı ve doğru bilgilere, inanç ve ibadet ortamına ihtiyaçları olduğu unutulmamalıdır. Kendileri için zararlı ve olumsuz olan davranışlar açıkça anlatılmalıdır. Geleceklerini karartan, suç ve alışkanlıklara sürükleyen nedenler ortadan kaldırılmalıdır. Ne yazık ki belli bir dönemden sonra fert ve ailenin alacağı önlemler yeterli olamamaktadır. Başta devletin ilgili birimleri olmak üzere, eğitim kurumlan, Diyanet İşleri Başkanlığı ve bütün sivil örgütler bu husustaki sorumluluklarını yerine getirmelidirler.
iyi temennilerimize rağmen günümüzde; çocukların içine düştükleri suç ortamlarına baktığımızda sevinecek durumda değiliz. Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü ile Tevkif ve Cezaevleri Genel Müdürlüğü’nün açıklamaları ve verileri de bu hususu doğrulamaktadır. Her geçen gün evini terk eden, okula gitmeyen, iş ve meslek sahibi olamayan, başı boş ortalıkta dolaşıp, metro, park, otogar, köprü altı vb. yerlerde geceleyen çocukların sayısı dikkat çekmektedir. Aile ve toplum sevgisinden mahrum kalan bu çocukların suç ortamına sürüklenmeleri kaçınılmazdır. Yapılan araştırmalara göre; son yıllarda suça itilen çocukların sayısında büyük artışlar olmuştur.
İntihara teşebbüs eden her 100 kişiden, 20’sinin, mala karşı işlenen suçlarda her 100 şüpheliden 25’inin, 100 cinayet şüphelisinden 9’unun, şahsa karşı işlenen suçlarda ise, her 100 şüpheliden 10’unun çocuk olduğu anlaşılmıştır. Ülkemizde bulunan 16 çocuk mahkemesine intikal eden davaların sayısında da artışlar olduğu ifade edilmektedir. Buna göre; çocuk mahkemelerine 2001 yılında ortalama 5 bin 206, 2002 yılında 5 bin 374 yeni dava gelmiştir. 2003 yılında, 16-18 yaş grubundaki davalara da çocuk mahkemelerinde bakılmaya başlanmasıyla birlikte mahkemelerin yükü artmış ve sayı 21 bin 576’ya yükselmiştir. 2004 yılında ise açılan dava sayısı bir önceki yıla göre % 64’lük bir artışla 35 bin 448’e çıkmıştır. Çocuk mahkemeleri bulunmayan illerde, suç işleyen çocukların yargılama görevini genel mahkemeler yürütmektedir. Bu mahkemelere, çocuklarla ilgili intikal eden davalar da çocuk mahkemelerine paralel olarak artış göstermiştir. Buna göre; 1994 yılında ceza mahkemelerine açılan davalardaki çocuk sanık sayısı 67 bin 240 iken, 2003 yılında % 85 artış göstererek 124 bin 640’ a ulaşmıştır. Diğer bir ifade ile; 1994 yılında 100 bin çocuk başına sanık sayısı 675 iken, 2003 yılında bu sayı, 100 binde 1197’ye çıkmıştır. Evet diğer alanlarda da benzer istatistik rakamlarını çoğaltmak mümkündür. Fakat biz olumsuzlukları çoğaltarak karamsar bir tablo çizmek istemiyoruz. Ancak gerçekleri görmeden her şeyi mükemmel göstermek de doğru değildir. Aile ve toplum olarak çocuklarımızın olumlu veya olumsuz yönlerinin bilimsel olarak bilinmesinde yarar vardır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi çocuk; aile ve toplumun önemli bir emanetidir. Kesinlikle ihmal edilemez ve hafife alınamaz. Devleti oluşturan resmî, özel ve sivil kurumların tamamı görev ve yetki alanlarıyla orantılı olarak onun barınma, eğitim, sağlık ve diğer bütün ihtiyaçlarını temin etmekle sorumludur. Çocukların nasihat kadar örnek davranışlara da ihtiyaçları vardır. O halde aile, okul, çevre, arkadaş ve kısaca bütün toplum olarak onlara olan ilgimizi ve yakınlığımızı bir kez daha değerlendirelim. Onları sevelim. Onura edelim. Cesaret verelim. Başarılarını mutlaka ödüllendirelim. Yardımlaşmayı ve paylaşmayı öğretelim, ibadet, dua ve yardımseverliği teşvik edelim. Kitap okumaya ve yazmaya alıştıralım. Çağın yenilikleri ve gelişmeleri hakkında bilgilendirelim. Bilgisayar ve iletişim teknolojiyle tanıştıralım. Bu yeniliklere, nasıl ve ne kadar zaman ayırtacağına yardımcı olalım, iyi davranışlarını takdir ederek ödüllendirelim. Hatalı davranışları konusunda yapıcı ve yönlendirici bir şekilde uyaralım. Boş zamanlarını değerlendirmek için sevdiği sporları yapmasına imkân sağlayalım. Unutmayalım ki kişinin çocukluk dönemine ayrılan zaman, ona yapılan iyilik, duyulan sevgi ve gösterilen sıcak ilgi mutlaka bir gün bereketlenmiş bir kazanç ve iyilik şeklinde hem sahibine hem de aileye ve topluma yansıyacaktır.