Makale

ADALETİN TESİSİNDE İMANIN ÖNEMİ

ADALETİN TESİSİNDE
İMANIN ÖNEMİ

Dr. Harun SAVUT
Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Adalet, hayatın her safhasıyla alakalı çok geniş anlamları ifade için kullanılan bir kavramdır. İslam’da adalet, devlet işlerinin yanı sıra, kul ile Rabb’i arasındaki ilişkilerden başlayarak insanların birbirlerine, canlı-cansız tüm yaratılmışlara, hatta kendi nefislerine karşı münasebetlerini düzenleyen en önemli prensiptir.
Adalet, heva ve hevese meyletmeden, her şeye değerini vermek, her hakkı yerine koymak, her hakkı sahibine iade etmektir ki zulmün zıddıdır. Adalet insaf, hakkaniyet ve istikamet mefhumlarını da içermektedir. Adalet kavramında ifrat ve tefrit arasında bir yerde dengeden de bahsetmek gerekir ki bundan ötürü adalet terazi ile simgelenmiştir.
Hukuk açısından değerlendirildiğinde de adaletin bağlı bulunduğu ortak ilke, bireylerin manevi eşitliği prensibidir. Adaletin verilen ile hak edilen arasındaki muvazeneyi ifade etmesi ve bazı durumlarda bunun eşitlikle gerçekleşmesi sebebiyle bu erdem eşitlik olarak anlaşılmıştır. Fakat adaleti tam bir eşitlik şeklinde algılamak ve böylece tanımlamak mümkün değildir.
Adalet, tüm hakları ilgilendirmesi sebebiyle insan toplumlarının temel dayanağı ve mülkün temeli olarak nitelenmiştir. Kâinatın tümünü ilgilendiren ölçü ve dengenin de bu kavramın kapsamına girmesinden dolayı yer ve göklerin adalet sayesinde kaim olduğu rivayet edilmiştir. Şu hâlde “mülkün temeli nitelemesi ile tanımlanan adaletin, temeli, aslı, ölçüsü nedir?” sorusunun cevabı adaletin tesisinde doğru noktadan hareket etmeyi sağlayacağı için önemlidir.
Allah adalet ilişkisi
Allah kâinatın sahibi, tüm varlıkların yaratıcısıdır. O, tüm mahlukatı hak ve hikmetle yaratmış, onların düzeni ve varlıklarını uyum içinde devam ettirmeleri için ölçü ve kanunlar koymuştur. Bu kanunlar sebebiyle evren uyum ve dengeye göre işlemektedir. Bu sayede adalet, eşyanın külli nizamı ve kâinatın temel kanunu olmuştur.
Kur’an’da Allah’ın âlemleri yaratmasının hikmetli bir gayesi ve amacından bahsedilmiş, yaratılış hak kavramı ile ilişkilendirilmiş, yaratılıştaki ilahi hikmet ile hakkın tesisi arasında bağlantı kurulmuştur. Vahyin indirilişi, peygamberlerin gönderilişi ve onların mücadeleleri, sınırları Allah tarafından çizilen hakkı yeryüzüne hâkim kılma amacı ile ilişkilendirilmiştir.
Adaletin tesisinde imanın etkisi
Adaletin uygulanması, gerçekleştirilmesi ayakta tutulması hususunu değerlendirdiğimizde bu konunun tamamen insan faktörüne bağlı olduğunu söylemek gerekir. Adaletsizlik insanın zaaflarından neşet ettiği gibi yeryüzündeki adalet de insan tarafından tesis edilmektedir. Adaletin ikamesi için insanın boyun eğeceği, otoritesini tartışmasız kabul edeceği bir makama teslimiyeti şarttır ki bu teslimiyet ancak Allah’a iman ile ifadesini bulmaktadır.
Adalet, her hakkı sahibine vermek olarak tanımlanmıştır. Her hakkın başı ise Hak Teala’nın hakkı olan uluhiyet hukukudur. Gözetilmesi gereken uluhiyet hukukunun ilki de vahdaniyettir. Yani adaletin başı, ilki, en büyüğü Allah’ı gereği gibi tanıyıp bilmek, O’nu kabul etmek, O’nu birlemek, O’na iman etmektir. O’nun hakkını koruma ve gözetme erdemini gösteremeyen insanın, başkalarının hukukunu gözetmesi, koruması, tüm varlıklarla arasında kurması gereken dengeyi kurabilmesi mümkün olmayacaktır. Bundan ötürü tevhit akidesi, gerçek manada adalet erdeminin teşekkülü için kişide bulunması gereken en temel niteliktir.
Kur’an’ın insanların önüne koyduğu en önemli motivasyon kaynaklarından birisi de ahirete imandır. Yakin derecesindeki ahiret inancı insanın karşılaştığı tüm müşküllerle baş edebilmesini sağlar. Yaptıklarının gerçek hayat olan ahiret yurdunda yaratıcı tarafından takdir edilip ödüllendirileceğini, bu işlemin de tüm mahşer halkının gözü önünde vuku bulacağını bilen bir müminin olumsuzluklar karşısındaki direnci artar. Başkalarının hukukunu kendi hukuku olarak görür ve cesaretle korur.
Adalete kaynaklık yönüyle
Hz. Peygamber
Vahyin insanlara ulaştırılması bağlamında Allah, Hz. Peygambere Kur’an’ı tebliğ ve beyan görevini yüklemiştir. Bu sebeple adaletin bir diğer temel kaynağı Hz. Peygamberdir. O, hak ve adaleti getirmiş, adaletin temel kaynağı Kur’an’ı sözlü ve fiili olarak tebliğ etmiştir. Hz. Peygamber bu özelliği sebebiyle Allah tarafından müminlere örnek alacakları bir rol model olarak sunulmuştur. Ona itaat Allah’a itaat ile bir tutulmuştur.
Adalet düsturlarını barındıran bir dinin mübelliği Hz. Peygamber’in davet ettiği kimselerin bir kısmına ayrıcalık göstermesi, onların bazısına daha fazla değer vererek öne çıkarması düşünülemeyeceğinden İslam davetinin muhatap aldığı kesimler açısından tam bir adalet ve eşitlikten söz etmek gerekir. O, İslam tebliğinin ilk günlerinden itibaren sınıf, zümre, grup, kavim üstünlüğüne itibar etmemiş, vefatına kadar olan süreçte gerek kendi nefsine gerekse muhataplarına karşı adaleti, itidali ve dengeyi öncelemiştir. Müslümanları birbiri ile kardeş yapmış, kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyi imani bir gereklilik şeklinde sunmuştur. Böylelikle müminlerin olaylara bir de karşı taraftan bakabilmelerini, aidiyet, bağlılık, ayrıcalık hissinin önüne aklıselimi geçirebilmelerini öğretmiştir.
Fıkıh literatüründeki makasıt terimi, Allah’ın gönderdiği dinin yarattığı insanın faydasını onun doğasını gözettiğinin bir ifadesidir. Fakihler dini, kişinin faydası için yaratıcı tarafından gönderilen sistem olarak algılamışlardır. Günümüz insanı ise dinin söz konusu yönünü unutmuş, ilahî emirleri sadece kişiye sorumluluk yükleyen kurallar manzumesi olarak algılamıştır. Durum böyle olunca dinin fayda yönünden çok teklif ve sorumluluk yönü zihinlerde yer etmiştir. Hâlbuki Rasulüllah’ın (s.a.s.) tebliğ ettiği din, insanın yaratılıştan sahip olduğu fıtri güzel özellikleri inkişaf ettirip geliştirmeyi de hedeflemiştir. Bu ise insanın kendi nefsinde, kendi doğasında adalete riayet etmesi, kendi iç dengesini sağlaması, kendisiyle gerçek anlamda barışık olması ile mümkündür.
Zihinlerde yerleşik bir adalet algısının varlığı, buna bağlı olarak insanlığın adalet arayışı Allah’ın insanı fıtrat üzere yaratmasının bir tezahürüdür. İnsanlığın, aklıselim ile kavranabilecek belli doğrularda birleşmesi de sonradan edinilen bilgilerin ötesinde, yaratılıştan gelen programın izlerini taşımaktadır.
İnsanın kendi ruh dünyasında yaşadığı çatışmalar, git-geller fıtratta bulunan özellikler arası dengenin kurulamaması sebebiyledir. Adalet diye de nitelediğimiz denge insanın iç dünyasında kurulamayınca, kişi anlam arayışı içerisinde buhranlara sürüklenmekte, kendisini tüketmektedir. Toplumda yaşanan zulüm, haksızlık, adaletsizlik… gibi tüm problemler de kendini tüketmiş bu insanlar eliyle gerçekleşmektedir.
İnsanlığın içte ve dışta yaşadığı tüm çatışmalarının çözümü ise insanın varoluş programına/doğasına/fıtratına uygun dengeli/adilane bir hayat sürmesinden geçmektedir. Bu ise yaratıcıya teslimiyetle birlikte O’nun gönderdiği kuralları/kitabı Hz. Peygamber’in öğrettiği şekliyle uygulamakla mümkündür. Rasulüllah (s.a.s.) adalet kavramını sadece nazari bir ide şeklinde sunmamıştır. O, tebliğinin/yaşamının merkezine adaletin temelini oluşturan ilahi düsturları yerleştirerek, adaletin medeniyetin inşasında yapıcı bir üst değer olarak nasıl fonksiyonel hâle gelebileceğini de göstermiştir. Böylelikle tarihte daha önce hiçbir varlık gösterememiş, devlet kuramamış, medenileşememiş bir toplumdan insanlık tarihinin en büyük medeniyeti ortaya çıkabilmiştir.