Makale

TUHAF BİR MANİFESTO

TUHAF BİR MANİFESTO

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Fransız gazeteci, şarkıcı ve komedyen Philippe Val, ya can sıkıntısı ve boşluktan ya da sansasyon yaratma merakından olsa gerek, kerameti kendinden menkul bir bildiri kaleme aldı. Bu bildiri daha önce benzerine rastlanmayan yeni bir dinsel tahammülsüzlük türü olarak literatüre girdi, zira şimdiye kadar böylesi ne duyuldu ne görüldü.
Yaptığı şey, saygısızlığın, küstahlığın dik âlâsıydı. Ne can sıkıntısı ne boşluk ne de başka bir şey. Siz bakmayın öyle dediğime, Val neyin peşinde olduğunu gayet iyi biliyor.
Bu ’zırva’ bildiri, aralarında Sarkozy ile üç eski başbakanın da bulunduğu yaklaşık 300 kişinin imzasıyla 14 Nisan’da Le Parisien gazetesinde yayımlandı.
Küçük bir hatırlatma: Philippe Val, Avrupa’daki İslamofobi yaygarasının Fransa ayağının mümessili olan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun eski yazarı ve eş-kurucusu. Hani şu Danimarka’daki Jyllands-Posten gazetesinin izinden yürüyüp Sevgili Peygamberimize hakaret karikatürlerini yayımlayan dergi.
Durup dururken İslam dünyasının sinir uçlarına çekilen bu yoklamaların asla birer tesadüf olmayıp sinsi emeller peşindeki bilinçli bir iş birliğinin kurnaz hamleleri olduğunu başından beri üstüne basa basa söylüyorum.
Batı bu huyundan vazgeçmez!
İnanın bana, profesyonel bir satranç ustası gibi yaptıkları her bir hamlenin beş altı adım sonrasını hesaplıyorlar. Bu minvalde, Batılı projelerin ilginç hamlelerine art arda şahit olduğumuz Körfez bölgesine de lütfen dikkat edin; biz kulağınıza su kaçırmış olalım.
İslam dünyasının savrukluğu, dağınıklığı ve vurdumduymazlığı işlerini inanılmaz kolaylaştırıyor. Parçalı, birbiriyle sorunlu bir Müslüman dünya onların işine geliyor.
Bildiri ne diyor?
Şimdi gelin, öncelikle, Val’in neler söylediğini ana hatlarıyla bizzat kendinden duyalım: “Bu terör yayılıyor! Yahudi düşmanlığını (anti-Semitism) önlemek sadece Yahudilerin işi değil, bu herkesin görevi. Her bir İslamcı saldırıdan sonra demokratik olgunluğu test edilen Fransızlar trajik bir paradoks içinde yaşıyorlar. Ülkeleri ölümcül Yahudi düşmanlığının tiyatrosu hâline geldi. Bu terör yayılıyor… Bizim Avrupa, özellikle de Fransız tarihimiz, coğrafi, dinî, felsefi, hukuki sebeplerle, içinde kesin olarak Yahudi düşüncesinin de bulunduğu çeşitli kültürlerle derinden bağlantılıdır. Yakın geçmişimizde, Yahudi oldukları için 11 Yahudi öldürüldü ve bazıları işkence gördü. Düşük düzeyli etnik temizlik… Bu, Emile Zola ve Clemenceau’nun memleketinde düşük gürültülü bir etnik temizliktir. Bu sessizlik niye? (…) Müslümanların Yahudi düşmanlığı, XXI. asırda İslam’a, içinde yaşamayı seçtikleri barış ve özgürlük dünyasına en büyük tehdittir. Bu sebeple, tıpkı İncil’in tutarsızlıklarının ve Katolikliğin Yahudi düşmanlığının Vatikan tarafından ortadan kaldırılmasında olduğu gibi, Yahudilerin, Hristiyanların ve kâfirlerin öldürülmesi ve cezalandırılması için çağrı yapan Kur’an ayetlerinin de din âlimlerince kullanımdan kaldırılmasını talep ediyoruz ki böylece hiçbir inançlı kişi, bir suç işlemek için kutsal metinden destek bulamasın. Bu konuda Fransa İslam’ının öncülük yapacağını umuyoruz…”
Aynı bildiride, “Fransa, Fransa olmaktan çıkmadan bu ulusal davanın hâlli için acele edin!” uyarısı da ihmal edilmiyor. Val’in çağrısı ‘sessiz medya’ için de geçerli.
Yahudi düşmanlığının Avrupa’da revaçta olduğu dönemlerde, Hegel’in takipçisi Yahudi düşmanı Bruno Bauer 1843 yılında çıkar ve ‘Yahudiler Yahudiliği tamamen terk etsin!’ der.
Sizi duyar gibiyim. Aynı kafa aynı mantık aradan 175 yıl da geçse buluşuyor, der gibisiniz. Sonuna kadar haklısınız.
Val gayet kurnaz; baştan aşağı zırvaladığını, yaptığı densizliğin fevkalâde sert tepkiler çekeceğini gayet iyi biliyor. Onun niyeti başka: Irkçı İslamofobik tavırların gölgesinde serpilen İslam ve Müslüman düşmanlığını körükleyecek bir başka cephe daha açmak; sözde Yahudi düşmanlığı bahanesiyle Siyonist lobinin de tam desteğini alarak Avrupa’daki İslam ve Müslüman varlığını eritme kampanyasını büyütmek; böylece Avrupalı Müslümanların hareket ve özgürlük alanlarını alabildiğine daraltarak geri dönüşleri hızlandırmak.
Bir şey daha var: Kur’an-ı Kerim’i sonu gelmez abuk sabuk tartışmaların konusu, eleştiri oklarının hedefi kılıp itibarını düşürmek.
Val ve avanesi hazır barış ve huzur için ayağa kalkmışken başka coğrafyalardaki milyonlarca mazlumun da sesi ve yüreği olsa ya!
Filistin’de bugüne kadar on binlerce masumu katleden Arap düşmanı Yahudi fanatiklerini gaza getiren Tevrat ayetlerini feshetmeleri için Yahudi âlimlerine hitaben de bir bildiri kaleme alın!
Arakan’da binlerce Müslüman’ın katli için hükümeti baskılayan fanatik ırkçı Budist rahiplere ilham veren Sutra pasajlarının iptali için de çağrı yapın!
Kıyamet Savaşı’nı (Armageddon) hızlandırmak gayesiyle işgal ve savaş icat edip on binlerce Müslümana yönelik kapsamlı etnik ve dinî temizlik harekâtının perde arkasındaki Evanjelik neoconlara da barış çağrısı yapın! Tabiatıyla, onları teşvik ve tahrik eden Tevrat ve İncil ayetlerinin ayıklanması ve iptali için Hristiyan ilahiyatçılara da genel bir çağrı yapın!
Bunlar zor işler olup mangalda yürek ister, zira dışlanma, kıyıya itilme ve hatta Kilise tarafından aforoz edilme riski de vardır. Gerçi Fransa’nın Aydınlanmacı seküler-laik entelektüelleri bu tür bir tehdidi tınlamaz! Din, onlar için çok da mühim değildir. Ama söz konusu İslam olunca, nedense, her biri usta birer din uzmanı hatta ‘İslamolog’ olup çıkıverir.
Val’e ve yoldaşlarına yine sormak isterim. Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde yıllarca yabancılara, bilhassa Türklere ait evler, iş yerleri, camiler kundaklanırken ve bu olaylar esnasında çoluk-çocuk dâhil pek çok masum diri diri yanarken hiç sesleri çıktı mı acaba?
Efendim? Duyamadım?
İslam dünyası ile Batı arasındaki çatışma gerçek çatışmadır, diyen Edward Said’in teşhisinin yanlış çıkmasını tüm kalbimle arzulardım, ne yazık ki haklı…
Bir amaç daha var burada: Yahudi düşmanlığının ardındaki motor gücün esasen Müslümanların olduğu algısını Avrupa’da yerleştirmek. Bu çerçevede hemen her yerde ciddi gayret var ve birtakım karanlık mahfillerin birbirleriyle bağlantılı olduğundan kesinlikle şüphe etmeyin.
Bavyeralı siyasetçilerin, ne zaman fırsat düşse, İslam’ın Almanya’ya ait olmadığını ve ülkenin Yahudi-Hristiyan geleneğinden geldiğini sürekli vurgulamalarına Bosna Hersek doğumlu Alman vatandaşı gazeteci Krsto Lazarevic itiraz eder: “Yahudi nefreti dışarıdan ithal edilmedi, bilakis Hristiyanlığın DNA’sında var.” (European anti-Semitism is not imported, dw.com.).
Yahudiler, Hristiyanlar tarafından zulme uğradıkları her anda Müslümanların yurduna sığınarak huzura ermişlerdir.
Şu kesin: tarihî kavga ve nefret yaklaşık 2000 yıldır Hristiyanlık ile Yahudilik arasında iken, azınlık radikal bir grup Müslüman bilinçli olarak mindere çekildi. Ancak ezici Müslüman çoğunluk bu oyuna gelmeyecektir.
Burada, Profesör Kai Hafez’i dinleyelim: “Avrupa’nın anti-Semitizmi, atfettiği ırki vasıflar sebebiyle Yahudileri ’insandan aşağı’ varlıklar olarak kabul edip aşağılarken, Kur’an’daki Yahudiler aşağı varlıklar değildirler, bilakis ayetler onlardan kimi zaman Allah’ın dostları, kimi zaman da Allah’ın düşmanları olarak bahseder. (…) Medine ve civarındaki Yahudilerin yurtlarından sürülmeleri ve öldürülmeleri inançları yüzünden değil, bilakis Medine İslam devleti içinde müstakil gruplar oluşturmaları ve hatta düşman Arap kabileleriyle ittifak kurmaları yüzündendir. Fakat her hâlükârda bir din olarak Museviliğe gösterilen köklü müsamaha, Orta Doğu’nun her tarafında Müslüman idaresi altındaki Yahudilerin ve Müslümanların 1400 yıl boyunca nispeten bir hoşgörü ortamında bir arada yaşamalarını sağlamıştır. Yahudilere yönelik uzun zulüm tarihiyle Batı, böyle bir gelenekten mahrumdur." Bu satırlar, Hafez’in çevirisini yaptığımız ve pek yakında neşri yapılacak olan ’Radicalism and Political Reform in the Islamic and Western Worlds’ adlı eserinden (Cambridge 2010, 154-5).
Hafez gibi tarihî hakikatler ışığında kitabın ortasından konuşanların söylediği şeyler Val gibi kolaycı ve genellemeci art niyetlilerin işine hiç gelmez.
Nihayette, Val için mutluluğun reçetesi, sözde Yahudilik düşmanı ayetlerin Kur’an’dan çıkarılmasında yatıyor. Val’in şunu anlaması şart: ’gerçek’ mutluluk; sömürgeci kapitalizmin, dışlayıcı liberalizmin, ’beyaz’ ben-merkezci hümanizmin, kutsal tanımaz sekülerizmin, Batı merkezli kültürcü hegemonyanın, ırkçı/yabancı düşmanı İslamofobik saldırıların, tek tipleştirici küreselleşmenin, külliyen tahripkâr işgallerin ve savaşların ortadan kaldırılmasında ve nihayet, ’besleme’ terör örgütlerine destek vermemekte yatıyor. Gerçek mutluluk, Kudüs’ün topyekûn işgal ve gaspına göz yummamakta yatıyor.
Bunlar için bir bildiri yazmaya varsa, altına ilk imzayı atmaya ben varım! Tavsiyem, zırva bildiri yazmayı bırakıp insanlığın hakiki ortak sorunlarına işaret eden manifestolar yazmasıdır.
Avrupa Kalesi
Gerard Delanty’nin önemli bir tespiti var; Val gibi aklı evvellerin gerçek niyetlerini okumada önümüzü açan. Delanty’e göre, kültürler arasındaki çatışma tezini sürekli tekrarlamak ütopik ’Avrupa Kalesi’ projesini canlı tutmak için hayati bir stratejidir. Bunun için, kalenin içindeki yabancıların dışarı atılması gerekir. Bundan sonrasını biz tamamlayalım: liberal demokratik bir birliği, ahlaki-politik bir birliği, ekonomik-kapitalist bir birliği sembolize eden bu kaleden ayrık otlarının temizlenme vakti gelmiştir. Val’in üzerine basa basa haykırdığı ’Fransa, Fransa olmaktan çıkmadan’ uyarısı bu bakımdan oldukça manidardır. Peki, sizce bu yabancılar, benim ifademle, ayrık otları kimlerdir?
Kapitalizmin kutuplaştırıcı sömürüsüne alan açma misyonunu üstlenen Batılı liberal totaliterci kamp, icat ettiği ’Avrupa kalesi’ idealinin gölgesinde kendi suni birlikteliğini ve kolektif kimliğini muhafaza etmek için giderek kendi kabuğuna çekiliyor. ’Medeni biz ve barbar öteki/ler’ şeklinde formüle edilebilecek bu çekiliş, onun hırçın, yobaz, köktenci karakterini ister istemez tekrar hortlatmıştır.
’Batı bir kazadır’ diyen merhum Fransız Müslüman Roger Garaudy, bu sapkın karakteri tam da ciğerinden okumuş. Medeni, liberal, demokratik edasını ne kadar takınırsa takınsın, Hitler’de zirvesini bulan kanlı ırkçılık gösterisini unutturabilmek için sürekli hedef saptırmak, topu taca atmak bir fayda sağlamayacaktır.
Tarih olup biteni çoktan not defterine kaydetti bile. Bir zamanların ’damızlık Aryan ırkı’ kategorisi şimdilerde yerini ’üstün insan’ kategorisine bırakmıştır. Üstün insan figürü surette liberal ve demokratik, özde fanatik ve dayatmacıdır. Dolayısıyla sizin yerinize karar verebilir ve her şeyinize karışabilir: kültürünüze, siyasetinize, ekonominize, dilinize, dininize ve değerlerinize. Hatta kutsal Kitabınızda neyin olup olmayacağına da en iyi o karar verir, tıpkı Val ve arkadaşlarının yaptığı gibi.
Bütün bunlar onun, yani Batı’nın, Avrupalı olmayan dünyayı ’insanileştirme’ iddiasının tezahürleridir. (Delanty, Avrupa’nın İcadı, İst, 2014, 199.)
Son söz: Avrupa’daki yabancı fobisi ve düşmanlığı giderek tehlikeli hâl alıyor; bu kör nefret Batılı rasyonaliteyi kendi kara cehaletine gömüyor.