Makale

ZİHİN DÜNYAMIZIN KODLARI: KAVRAMLARIMIZ

ZİHİN DÜNYAMIZIN
KODLARI: KAVRAMLARIMIZ

Harun Dündar Karahan
Ankara Çankaya Vaizi

Kavramlar, eskilerin lisanı ile mefhum, uzun yıllar sonucunda oluşmuş, içinde yaşadığı toplumun dili, dini, kültürü ile yoğrularak o toplumun ortak lisanı olmuş anlamlar dünyasıdır. İnsan zihninin yapıtaşları olan kavramlar sadece belli bir topluluğun dünyasını anlamayı değil, aynı zamanda bizi biz yapan, ‘öteki’ ile farkımızı ortaya koyan sınırlarımızdır. Kavramlar, aynı duyguyu paylaşan aynı inancın mensubu olan insanların ortak değerleri olmakla birlikte, toplumsal hafızanın da izdüşümüdür.
İnsan doğduğu andan itibaren kavramlar dünyasının içinde bulur kendini. Konuşmaya başlayan çocuk, sözün inceliğini, düşüncede derinliği kavramlar dünyası ile öğrenebilir. Sevincini, üzüntüsünü, aşkını ve heyecanını kavramlarla dile getirir. Kavramlar annenin, yavrusunun kulağına ninnilerle fısıldadığı zihin dünyasının gıdalarıdır. Cenazemizde ağıdımız, düğünümüzde türkümüz, mihrapta ilahi mesajın cevamiu’l-kelimleridir.
Her bir kavram aynı insan gibi yaşadığı coğrafyanın ve kültürün ürünüdür ve onun rengini ve kokusunu taşır. İnsanı anlamak isteyen konuştuğu kavramları, kavramları anlamak isteyen onu kullanan insanı anlamalıdır. Evet, insanla kavram arasındaki ilişki vazgeçilmez, riyasız ve öze dair bir ilişkidir.
Bir millet önce kavramlarını inşa etmelidir. Zira birlik ve beraberliğin temel yapı taşı kavramlar dünyasıdır. Kavramlarını kaybeden milletler önce kimliklerini daha sonrada topraklarını kaybederler. Bu sebeple yüzyıllar içerisinde anlam dünyası şekillenen kavramlar da vatan toprağı gibi kutsal kabul edilmelidir.
Modern zamanların en çok yozlaştırdığı bir dünyayı da ifade eder kavramlar. Kimi zaman içi boşaltılarak, kimi zaman da başka anlamlarla içeriği değiştirilerek, yüzlerce yılda oluşmuş kültür mirasının hoyratça harcandığı, hırpalandığı bir dünyanın adıdır kavramlar. Esasında bozulan dilin, kültürün, örfün ve geleneğin temelinde dejenere edilmiş kavramlar dünyasını görmekteyiz. Günümüz dünyasında gerçek savaşlardan daha acı ve kalıcı sonuçlar doğuran bir savaştan bahsetmemiz gerekiyor. Top ve tüfeğin yerine küresel dünyanın iletişim araçlarının kullanıldığı bir savaş. Televizyon, internet ve sosyal medya ağları ile gerçekleştirilen bu savaşta kavramlarımızın ya içi boşaltılmakta, ya anlamsızlaştırılmakta ya da tam tersi anlamlarla içi doldurularak manipüle edilmektedir. Bu savaş sonucunda kavramlarımızla birlikte zihin dünyamızın kodlarını da kaybetmekteyiz. Zihin dünyasının kodlarını kaybeden milletlerin ise bir takım emareleri vardır. İlk emare, duygu ve düşüncede ki birliğin kaybıdır. İkinci emare ise, milleti millet yapan keder ve sevinçteki birliğin kaybıdır. Aynı acıya üzülememe, aynı sevince ortak olamama durumudur. Millet, aynı dili konuşan fakat anlaşamayan, mefkûresini yitirmiş, pusulası olmayan bir yığına dönüşmektedir. Böylelikle bir millete savaş meydanında verilemeyen tahribat ve kayıp kavramların kaybı ve tahribatı üzerinden verilmektedir.
Din, insanların ve toplumların hayatındaki en önemli amillerden biridir. Bu anlamda dinin işlevlerinden bir tanesi de kavramlar dünyasını inşadır. Kur’ani kavramlar da Müslüman kimlik oluşumunda büyük öneme sahiptir. Müminle Kur’ani kavramlar arasındaki ilişki Cenab-ı Hak tarafından tesis edilmiş fıtrata dair, samimi, inşa edici, dönüştürücü bir ilişkidir. İnşa ve ihya yönünden önemli olan kavramların, kaybedilmesi, yozlaştırılması da bir o kadar yıkıcı ve tahrip edicidir.
Tarihen sabittir ki kavramlarını kaybeden ümmetin serencamı çok acıdır. Öncelikli olarak kan kardeşliğinden daha evla olan iman kardeşliği zedelenmektedir. Ümmet, bırakın aynı acıya üzülmeyi, kardeşinin acısına sevinen bir topluluğa dönüşmektedir. Bizi biz yapan ortak müşterekler her geçen gün azalmakta, tefrika ise artmaktadır. Örnek vermek gerekirse toplumsal vahdeti sembolize eden “tekbir”, din kardeşine âdeta bir kurşun olarak sıkılmakta ve insanlar arasında kin ve öfke tohumuna dönüşmektedir. Böylelikle “karıncayı bile incitmeyi yasaklayan bir dinin mensupları gözünü kan bürümüş caniler olarak görülebilmektedir. Rahmeti temsil eden nübüvvet, basit bir makama indirgenerek ümmet şuuru zedelenmektedir. Kavramlarla oynamanın ne denli tehlikeli olduğu yüce Kitabımızda ifade edilmiş, içi ve anlamı değiştirilen, boşaltılan mefhumlar hususunda insanlar uyarılmıştır. Nitekim Fatır suresi 5. ayet de: “Ey insanlar! Allah’ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!’’ Buyrulmuş ve Cenab-ı Hak, kendi ismi celali dâhil her şeyin istismar edilebileceği tehlikesine işaret etmiştir. Yine müminlerin temel vasıflarından ve İslam’ın temel kavramlarından biri olan “ıslah ediciliğin” nasıl içi boşaltılarak muhalif anlamda kullanılabileceği bizlere örnek olarak verilmiştir: “Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara, 2/11.)
Rasul-i Ekrem (s.a.s.) 23 yıllık nübüvvetin bakiyesinde ümmetine sadece ibadetlerle ve güzel ahlakla örgülenmiş bir mirası değil, aynı zamanda kavramları da bırakmıştır. Esasen bu miras Kur’an’ın ifadesi ile bütün peygamberlerin ümmetlerine bıraktıkları ortak mirastır.” …Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğini size de din kıldı.” (Şura, 42/13.) Bu manada kavramlar Cenab-ı Hak’kın Müslümanlara emanetidir. Aynı kadim ibadetler gibi.
Değiştirilen kavramlara cömertlik kavramını örnek olarak verebiliriz. Cömertlik, İslam öncesi Mekke toplumunun en erdemli davranışlarından birisidir. Fakat cahiliyedeki cömertlik anlayışı ile Kur’an’ın yerleştirmeye çalıştığı cömertlik arasında farklar vardı. Cahiliye Arapları, cömertliği insani duyguların ötesinde şan ve şöhret için gösterirlerdi. Bazen bu durum, öyle noktalara ulaşırdı ki övgüye mazhar olmak ve gösteriş için bütün develerini bir defada bile kesebilirlerdi. Çünkü onlara göre “kerim” israf derecesinde malını cömertçe harcayan demekti. Cömertlik Kur’an’ın şiddetle reddettiği tefahüre (Tekasür, 102/1-2.) malı ile kibirlenmeye dönüşüyordu. Kur’an bu kavramı değiştirmiş ve sonsuz kerem sahibinin Allah’tan başka kimse olamayacağını ifade etmiştir. Gösteriş amaçlı cömertliğin bir değer taşımadığı ifade edilmiştir. Cömertlik, birr (iyilik etme) ve takva (Allah’a saygı gösterme) mefhumları ile ilintilendirilerek murad-ı ilahîdeki anlam dünyasında yerini almıştır. Kavram ahlaki bir boyut kazandırılarak bencil duyguların değil, erdemli bir duygunun kaynağına dönüştürülmüştür. Yine cahiliye döneminde sadece kötü ve çirkin kelimelerinin karşıtı olarak kullanılan “ihsan” kavramına farklı bir anlam yüklenmiştir. İhsan kavramı, ilahi murakabe ve gözetim anlamları ile genişletilerek sosyal hayatta ilahi denetimi ve mahza iyiliği ifade eden bir kavrama dönüşmüştür. Gerek Cibril hadisinde Efendimiz (s.a.s.) (Buhari, Tefsir, 31/2; İman, 37.) gerekse birçok ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, kavramın yeni anlamına dikkat çekmiştir. (Secde, 32/7; Teğabün, 64/3; Kasas, 28/77.) Bu örneklere takvayı, zekâtı, cimriliği, iyiliği vs. ekleyebiliriz. (Zeki Tan, Kur’an Kavramlarının Çevirisi Bağlamında İslam Öncesini Bilmenin Önemi: “ÎLÂF” Örneği, D.Ü.S.B.E.D, Nisan, 2016, sayı; 16, s. 497.) Değiştirilen ve dönüştürülen bu kavramlar sadece ortak bir şuur oluşturmak için değil Kur’an’ın anlaşılmasında da anahtar görevi görürler. Böylelikle kıyamete kadar gelecek dilleri, renkleri, kültürleri farklı Müslümanlar bu kavramlar sayesinde anlaşacak ve ümmet olacaklardır. Bu kavramlar sayesinde müminler, sadece çağdaşlarını değil Adem’in (a.s.) tövbesini, ateşteki İbrahim’i, Tur Dağı’ndaki Musa’yı, Meryem’i ve İsa’yı anlayacaktır. Yani kavramlarla aynı duyguyu paylaşıp şahit olarak gönderildiğimiz ümmetlerin tarihinde seyrüsefer imkânı bulabiliriz.
Kur’an’ın kavramları inşa etmede kullandığı bir metot da kıssalardır. Kur’an, kıssalar ile Müslümanları tarihe şahit kılar. Kıssalar, kavramları yeniden değerlendiren ve anlamlandıran Cenab-ı Hak tarafından Hak olarak anlatılmış tarihî vesikalardır. Esasen kıssaların her biri değerlerle yüklüdür. Âdem’in (a.s.) kıssasında tövbe, İbrahim’in (a.s.) kıssasında ümmet, tevekkülü ve derin tefekkürü, Yakup’ta sevgi, Yusuf’ta iffet, Eyüp’te sabır, Meryem de iffet, sıdk ve takva, Ashab-ı Kehf’te, örnek gençliğin tevhit mücadelesi, Asiye ile imanda azim gibi kavramları anlarız. Cenab-ı Hak kıssalar vasıtasıyla âdeta kavramları müşahhaslaştırarak gözümüzün önüne sermektedir. Kur’an sadece insanlara faydalı olan kavramları anlatmakla da kalmaz, aynı zaman da olumsuz kavramları da kıssalarla anlatır. Kur’an, zulmü ve tekebbürü Firavun’la; mütrefi, Karun’la; azgınlığı, Hz. Lut’un kavmi ile şirki Hz. İbrahim, Lut, Hud, Salih ve İsrailoğulları kavmi ile örneklendirir. Ve daha birçok sure de eşsiz örneklerle kavramlar, zihin dünyamıza âdeta nakşolunur. Kısaca Kur’an, Müslüman kimlik ve kişilik oluşumunu sadece ibadetler üzerinden yapmaz. Bilakis uzun kıssaların içerisine saklanmış nice değer ve kavramlar ile bu kimliği besler. Yerinde ve etkili bir üslupla kullanılan mefhumlar sadece Kur’an’ın dünya görüşünü ortaya koymakla kalmaz, aynı zamanda mefhumların sosyal hayat içindeki yansımalarını da göstermiş olur. Böylelikle kavramlar ete kemiğe bürünmekte ve hayatın bir parçası olmaktadır.