Makale

Bilgi Toplumunda Duygu Yoksunluğu

Dr. Cahit Koçak
Genel Cerrah

bilgi toplumunda
duygu yoksunluğu

Çağlar boyu üretilen ve biriken bilgi dünyada ve yaşamımızda büyük değişimlere yol açtı. Yüzyıllarca yol alıp atomun farkına varan ve atomu parçalayıp büyük enerjilerin açığa çıkmasını sağlayan bilgi ise, o enerjinin nasıl kullanılacağını belirleyen neydi diye sormaktan alıkoyamıyorsunuz kendinizi.
O enerji ısıya, ışığa ve her türlü enerjiye dönüştürülüp insanlığın hizmetine sunulabilir veya atom bombasına dönüştürülüp, kullanılarak insanlığın mahvolmasına da sebep olabilirdi. Bu tercihi belirleyen etik mi, duygu mu, İnsanî değerler mi, hırs mı, ihtiras mı?
Bilgiyi üreten de insan, onu insanlığın hizmetine sunan da insan. Onu insanlığın yıkımı için kullanan da insan. Atom enerjisini insanlığın hizmetine sunmak "İnsanî" ise, atom enerjisini insanlığın yıkımında kullanma ne kadar "İnsanî" idi?
Her ne kadar "bilgi toplumu" günümüzde çok dile getirilen bir kavramsa da, bilgi toplumuna ulaştığımızı söylemek pek kolay olmasa gerek. Bilgi çağından söz edebiliriz belki.
Gerek dünyada gerek ülkemizde bilgi birikimi aslında göz kamaştırıcı bir düzeyde. Ancak hem dünyada hem ülkemizde bilginin dağılımı neredeyse "dünya malının" insanlar arasında dağılımı gibi. Hâlâ kampanyalarla çocukları okula göndermeye çalışıyorsak, kadın nüfusumuzda okumaz yazmazlık %20-25’ler düzeyindeyse, yazık ki bilgi hâlâ yükselen değerleri arasında yer almıyor. Ne yazık ki yükselen değerlerimiz hâlâ güç, tüketim.
Bilgi de çoklukla bu yükselen değerlere ulaşmak için bir vasıta olmak durumunda kalıyor. Bilgi, güce sahip olmak için, paraya sahip olmak için, dünya malına sahip olabilmek için ve tüketim çılgınlığına katılabilmek için elbette en değerli enstrümanlardan biri olarak görülüyor
Bilgili olmaktan bilgeliğe giden yolda hangi engeller var tam bilemiyoruz. Bilgeliğin peşine düşmeyi, kapısını çalmayı da düşünmüyoruz belki. Belki de sahip olduklarımız veya peşinde koştuklarımız bir engel teşkil ediyor o kapıyı çalmamıza. Belki yürekten çalsak kapı açılacak. Ve belki de ondan sonra güç, tüketim o kadar değerli olmamaya başlayacak. Mutluluğa, doyuma ulaşmak için onların peşinden koşma- maya başlayacağız. Duygu dünyamızdaki yoksunlukları bazen güç peşinde koşarak, bazen ele geçirdiğimiz hemen her şeyi tüketerek doyurmaya çalışmayacağız belki.
Çocuklarımıza ne kadar küçük yaşlarında duyguların yerine tüketimi ve maddiyatı koymayı öğretiyoruz. Nedense hiç zamanımız olmuyor, çocuklarımızla yeterli duygu ve heyecan yüklü ortak zaman geçirmeye. Meselâ beraber tel araba yapamıyoruz, beraber uçurtma yapamıyoruz ve gidip paramızın yettiği en pahalısını alarak; yaşayamadığımız, gerçekleştiremediğimiz beraberliğin yerine maddî bir şeyi, bir pahalı oyuncak, koymaya çalışıyoruz. Ve o oyuncağın etkisi de genellikle paket açılana kadar oluyor. Çocuğun gerçekte ihtiyacı olan, duygusal iletişim ve doyumu sağlayacak durumda olmadığımız için hiçbir oyuncakta çocuğun bu ihtiyacını karşılayamıyor.
Bir hikâyeden söz edeceğim tam burada. Bu bir anaokulunda yaşanmış gerçek bir hikâye mi yoksa bir anaokulu dergisinde okuduğum bir hikâye mi olduğunu tam hatırlayamadım şu anda. Eğer dergiden okuduğum bir yazı idiyse, hatırlaya- bilseydim, yazarın adını da zikretmek isterdim.
Olay bir anaokulunda geçer: Çocuklardan birisi okula mersedesle getirilir. Ve çoğunlukla babasının çok işi olduğundan şoförü Berk’i okula getirir, götürür. Bir diğer çocuğu ise babası her gün motosikletiyle okula getirir. Yağmur, kar, soğuk, sıcak, her gün Tahir babasının motosikletinin arkasında babasına sıkıca sarılır ve neşeyle okula gelir.
Bir gün öğretmen sınıfta okul dergisinde yayınlanmak üzere çocuklara bir soru sorar. Nedense öğretmenlerimiz bu soruyu çok severler. Birkaç anaokulu dergisinde benzer sorulara rastladım. "Elinizde sihirli değnek olsa ne yapardınız?"
Çocuklar çoğunlukla daha iyi şeylere sahip olmak için kullanırlar sihirli değneği. Sıra Berk’e gelince, Berk "Sihirli değnekle babamın mersedesini motosiklete çevirirdim" der. Öğretmen biraz şaşırmış, niye? Der ve ekler: "Herkesin özendiği mersedesle geliyorsun ayrıca yağmur var, soğuk var, kar var." Çocuk cevap verir: "Ama öğretmenim! Tahir her gün motosikletle ve babasıyla geliyor okula ve gelirken de babasına arkasından sarılıyor..."
Yoksa çocuklar duyguyu yitirmedikleri veya temiz yaratılışlarına henüz dünya malı hırs, tamah dokunmadığı için mi mutlu olmayı becerebiliyorlar. Ve büyüdükçe bizlere benzedikleri için mi veya bizim onları biraz da "gücümüzü" kullanarak kendimize benzettiğimiz için mi durgunlaşıyor ve mutsuzlaşıyorlar.
Yoksa bu süreçteki masum güzelliklerini korumaya direnişlerinin kökeninde fıtraten çocukluğun değerlerinden kopmamaya çalışmak, biz büyüklerin hırslarına teslim olmamak mı var?...