Makale

ZÂTI MÜKERREM İNSAN

ZÂTI MÜKERREM İNSAN

Selva Yılmaz ÖZELBAŞ
İstanbul Üsküdar Vaizi


İnsan, kulluk etmesi için Allah’ın özene bezene en güzel şekilde yarattığı varlıktır. Diğer taraftan Allah, insanı yeryüzünde halife olarak yaratmıştır. (Bakara, 2/30.) Bu, O’nun insana ne kadar değer verdiğinin açık bir ifadesidir. Cenab-ı Hak, insanı en güzel biçimde yarattığını hem bedenen hem de ruhen yükümlülük alabilecek yeteneklerle donattığını söylemektedir. (Tîn, 95/4.) Kur’an’da buyurduğu gibi Rabbimiz insanı “dengeli, iyi görüşlü ve akıllı kıldı” gibi anlamlara gelen “ahsen-i takvim” üzere yani en mükemmel ve en güzel biçimde yaratmıştır. Bedenen ve ruhen şekli güzel, uzuvları birbirine uygun; bilgi, anlayış, akıl erdirme, iyi ve kötüyü ayırma, konuşma ve edep sıfatları ile donatılmış olarak yarattık, demektir ki bunlar Allah’ın insana sayısız ikramıdır.
İnsan maddi-manevi beden ve ruh olarak en güzel şekilde yaratıldığı gibi emaneti yüklenecek aklı, dirayeti ve onu yönlendirecek ahlak yapısı ile de bu güzelliğe güzellik eklenmiştir. İnsanın şerefli ve diğer pek çok varlıktan üstün olduğu başka ayetlerde de mevcuttur. Rabbimizin, “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 17/70.) buyurarak insanı insanlığına yaraşır ikramlara nasıl da gark ettiğini görüyoruz. Bu önemli vasıflarla donatılan insanın öncelikle bunun farkında olması ve gereğini en iyi şekilde icra etmesi beklenir. Rabbinin donattığı özelliklere uygun ve O’nun rızasını kazanacak şekilde davranırsa derecesi yükselecek, meleklerin secde etmesiyle başlayan serüven ahirette sayısız nimetlere ulaşmaya ve peygamberlerle beraber olmaya kadar varacaktır. Acaba insan Rabbinin kendisine verdiği bu değerin ne kadar farkındadır!
“Secde-fermâ-yı melek zâtı mükerremsin sen. / Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen.” diyen Şeyh Galip insana değerini hatırlatarak; “Meleklere secde etmeleri buyurulan saygıdeğer bir varlıksın sen. Bildiğin gibi değil, sen bütün varlıklardan daha üstünsün.” der ve “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen. / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.” Yani “Kendine hoşça bak ki, sen kâinatın özüsün, bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın.” Şeklinde devam eder.
Yaratılış gayesini idrak eden insan buna uygun davranabildiği takdirde kendisine secde eden meleklerden daha üstün olabilir. Kul bu hedefe vasıl olabilmek için bütün donanımıyla istikamet üzere olmalıdır. Nereden gelip nereye gitmekte olduğunu hesap ederek kendisine gösterilen peygamber yolundan sapmadan hedefe varmak için sa’y ü gayret etmeli; yoluna çıkan caydırıcı, saptırıcı her ne olursa aldanmadan azimle yola devam etmelidir. Ahirete sermaye olan bu âlemde azim ve gayret konusunda metanetli davrananlar kazanacaktır. Allah’ın kendisini donattığı insani vasıflar ve verdiği bütün nimetleri yerli yerinde kullandığı sürece en üst makamda her zaman yerini alacaktır. İnsanı insan yapan değerler sayesinde dünya yaşanası bir yer olabilir. Doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti, merhameti ayakta tutarsa barış hâkim olabilir. Bunun için de her anlamda güçlü olmak gerekmektedir. Güçlü olmak için ise çalışmak, ümit var olmak, azmetmek gerekmektedir.
İnsan rabbinin kendisine bahşettiği güzel vasıflara sahip oldukça insandır. Aksi takdirde insanlıktan çıkmış, amacından sapmış olur. Allah’ın verdikleri sayesinde sultanlık makamında olan insan şaşar yanılırsa değersiz ve faydasız olur. Şeyh Galip aynı beyitlerde bu durumdan bahisle şöyle der: “Yanılıp bela çölünün yollarına düşmeyesin. Secdeler et ki Yaratanın reddettiği olmayasın. Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın. / Şems gibi, Mevlana’yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak. / Aynanı (gönlünü) arıt; bütün suretler ona vursun, görünsün.” diyerek insanı insan yapan özelliklere dikkat çeker. İnsan gönlünü temiz tutarak ancak Rıza-yı Bâri’ye erebilir. O’nun yarattığı insanı maksuda uygun yaşatmak ve bu halde Hakk’a teslim etmek önemlidir. Aksi takdirde en güzel biçimde yaratma nimetine şükretmediği, kendisine verilen bu güzel özellikleri rabbine itaatte kullanmadığı takdirde ne olacağını Cenab-ı Hak ayette, “Esfel-i safiline çevirdik” yani aşağıların aşağısına attık, (Tîn, 95/5.) diye ifade eder.
İnsanoğlu başta kendisine verilen nimetleri bir gün kaybedebilir. Bir zamanlar çok kudretliyken öyle bir zaman gelir ki bütün kudret, kuvvet ve devletini yitirebilir. Nitekim mülk Allah’ındır. Kalıcı olan inanç ve ibadet güzelliğidir. İnsana düşen de bu güzelliklere şükrederek hakkıyla kulluk etmektir. Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi Allah insanın fiziki güzelliklerine değil kalbine, ahlak ve ameline değer verecektir. Yitip giden şeylere bakıp asıl kalıcı olandan yani Allah’a imandan uzak olmamak gerekir. Allah (c.c.)’ın insana verdiği imkânları kötüye kullanmış olanlar yüksek dereceler elde edip ileriye gitmek yerine aşağıların aşağısına doğru gerileyerek alçalmış olurlar. İmandan yoksun kalpler en sefil yaratıklar derekesine layık olurlar. İşte kendisine en güzel nimetler bahşedildikten ve en güzel surette yaratıldıktan sonra bunu idrak edemeyenlerin kıyamet günündeki hâli kesinlikle budur. Müslümanın bu hâllerden sakınması gerekir. Ahsen-i takvim ile esfel-i safilin arasındaki imtihan insanın bu dünyadaki hâlidir. İnsanoğlu, çıktığı bu zorlu dünya yolculuğunda sabır ve azim gösterdiği, istikamet üzere olduğu sürece değerini yitirmeden insanlığından çıkmadan menzile ulaşacaktır.