Makale

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE RAMAZAN GÜNLERİ VE GECELERİ

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE RAMAZAN GÜNLERİ VE GECELERİ

Rıfat ORAL
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


Hicret’ten sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabenin hayatı tümüyle değişmişti. Peygamberimiz önce, Medine’nin merkezine büyük bir mescit yaptırdı. Kendi evi de o mescide bitişik/yakın inşa edildi. Mekke döneminde daha çok iman ve ibadet konularıyla ilgili ayetler inerken, hicretten sonra ibadet, sosyal ve iktisadi hayatla ilgili ahkâm ayetleri inmeye başladı. Bu ayetlerden bir kısmı da ramazan ayında oruç tutmayı emrediyordu. Şöyle buyruluyordu:
"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı." (Bakara, 2/183.) "(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisine indirildiği Ramazan aydır. Öyle ise kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin." (Bakara, 2/185.)
O dönemde insanlar hilale bakarak yeni ayın başlangıcını ve bitişini tespit ediyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s.) ramazan ayının tam tespit edilmesini istiyor ve bu konuda insanların ihmalkâr davranmaması için ramazandan bir-iki gün öncesinde oruca başlanmasını yasaklıyordu. Çünkü söz konusu oruç Allah’ın emriydi ve ibadete başlama süresi çok önemliydi. Bununla ilgili olarak Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: "Ramazanı, bir gün ya da iki gün öncesinden oruç tutarak karşılamayın. Ancak kişi o güne kadar (önceden) oruç tutmuşsa o günlerde de tutabilir." (Buhari, Savm, 14; Müslim, Sıyam, 21, 1082.)
Medine’de ilk ramazan heyecanı
Asr-ı saadette ilk ramazan orucunun heyecanı dalga dalga bütün Medine’ye yayıldı. İnsanlar orucun makasıdını/hedeflerini anlamışlardı; onlar her sene bir ay oruç ile nefislerini terbiye ve ruhlarını tasfiye etmek istiyorlardı. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s.), sahabenin geceleri de teheccüt/teravih namazı kılmalarını istiyordu: Abdurrahman b. Avf’ın anlattığına göre; Rasulüllah şöyle dedi: "Şüphesiz izzet ve celal sahibi Allah, ramazan orucunu farz kıldı; ben de o ayda gece namazını (teheccütü/teravihi) sünnet kıldım. Kim ihlasla o ayın orucunu tutar ve gecesinde ibadeti (teravihi) eda ederse günahlardan kurtulur, tıpkı annesinin onu doğurduğu gün gibi (günahsız/tertemiz) olur." (Ahmed b. Hanbel, I/191; İbn Ebi Ya’lâ, II/169, 864.) Bir konuşmasında da şöyle dedi: "Kim ramazan ayında gece (teheccüt/teravih) namazlarına iman ve ihlas ile devam ederse onun geçmiş günahları affolur." (Buhari, İman 26; Müslim, Salatü’l-müsafirin, 173, 759.)
Medine’de imsak
Arap dilinde, tutmak anlamında olan imsak kelimesi, İslam döneminden sonra; oruç tutmaya başlama vakti için kullanılmıştır. Oruç, gündüz eda edilen bir ibadettir. Buna göre fecr-i sadık ile imsak vakti başlar ve güneş batıncaya kadar bu ibadet devam eder. Allah Teala Kur’an’da bunu şöyle açıklar: “…Sabahın/fecrin beyaz ipliği (aydınlığı), siyah iplikten (karanlıktan) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra (oruca başlayıp) akşama kadar bu orucu tamamlayın.” (Bakara, 2/197.) Ashaptan birisi ayette geçen siyah ve beyaz ipliği, gerçek iplik zannedip, sabaha doğru onlara bakmış, ancak tam ayırt edememişti. Kuşluk vakti Peygamberimize (s.a.s.) giderek durumu arz etti. Allah Rasulü şöyle dedi: “(Kur’an’daki) bu ifade, gecenin karanlığı ve gündüzün beyazlığıdır.” (Buhari, Savm, 16.)
Asr-ı saadette, özellikle ramazan aylarında Medine’de imsak için iki ezan okunurdu. Birisi imsaktan önceydi ki, teheccüt namazı kılanlar, imsak vaktinin yaklaştığını anlasınlar ve sahur yemeklerini yesinler diye bir uyarı niteliğindeydi. Bu ilk ezanı Bilal-i Habeşi okurdu. Saatin olmadığı o dönemlerde böyle bir sahur uyarısı çok önemliydi. Osmanlı döneminde de, imsaktan önce sahur vaktini duyurmak için Allah’a hamd ü sena, Peygamber Efendimize salat ve selam okunurdu. Buna “temcit” denmektedir. Hatta o dönemde akşamdan hazırlanmış pilavlar ısıtılıp, sahur vakti “temcit” okunurken dağıtılırdı ve yenirdi. Bu nedenle ona da “temcit pilavı” denilmişti. (bk. DİB. Hadislerle İslâm, II/429.)
İmsaktan sonra da, oruç ve sabah namazı vaktinin başladığını ilan için ikinci defa ezan okunurdu. İkinci ezanı okumak, âmâ bir şahıs olan Abdullah b. Ümmi Mektum’a aitti. İnsanlar “Fecr doğdu” diye kendisine bildirince o da ezan okurdu. Bu şekilde insanların ittifak ettiği bir vakitte ezan okunmuş olurdu. (bk. Buhari, Ezan 12, 13; Nesai, Sıyam 30.)
Medine’de iftar
İftar; sona erdirmek ve açmak anlamında bir kelime olup, İslam döneminde; orucu sona erdirmek ve açmak manalarında kullanılmaya başlanmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) iftarda acele edilmesini isterdi ve iftarın hurma veya su ile yapılmasını tavsiye ederdi. Enes b. Malik şöyle anlatır: “Rasulüllah Efendimiz akşam namazını kılmadan önce birkaç taze hurma ile eğer yoksa kuru hurma ile iftar ederdi. O da yoksa su ile orucunu bozardı.” (Ahmed, III/164; Ebu Davud, Sıyam 21; Tirmizi, Savm 10.) Peygamberimiz (s.a.s.) iftar sırasında dua edilmesini isterdi ve: “Her oruçlunun iftarını açtığında reddedilmeyen bir duası vardır” derdi. Kendisi de ellerini açarak; “Allah’ım, senin için oruç tuttum. Senin verdiğin rızık ile iftarımı ettim!” diye dua ederdi. (Ebu Davud, Sıyam, 22.)
Peygamberimiz, iftar sofrasına başka insanların da çağırılmasına ve beraber iftar edilmesine teşvik ederdi. Şöyle derdi: “Her kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap verilir.” (Tirmizi, Savm, 82.) İftardan sonra akşam namazını kıldırırdı. Günümüzde de Mekke’de Kâbe ve Medine’de Mescid-i Nebi başta olmak üzere birçok cami ve mescitte bu şekilde iftar sofraları kurulur ve insanlar iftarlarını yaptıktan sonra akşam namazlarını kılarlar.
Cebrail ile Kur’an mukabelesi
Her ramazan ayında Peygamberimiz (s.a.s.) Cebrail ile beraber Kur’an’ı mukabele ederdi. Peygamberimiz okur ve Cebrail dinlerdi. İbn Abbas (r.a.) bunu şöyle anlatır: “Peygamberimiz hayır yapma konusunda insanların en cömerti idi. Ramazan ayında Cebrail ile buluştuğunda da o insanların yine en cömerti idi. Her gece Cebrail ile buluştuklarında Allah Rasulü ona Kur’an’ı arz ederdi (okurdu).” (Ahmed, I/363.) Bazı rivayetlerde Cebrail’in arz ettiği/okuduğu da nakledilir. Bu rivayetlerden bazen Peygamberimizin okuyup Cebrail’in dinlediği, bazen de Cebrail’in okuyup Peygamberimizin dinlediği anlaşılmaktadır. (bk. Buhari, Fedailü’l-Kur’ân, 7; Ahmed, II/399; VI/282.) Buna hadislerde, muaraza denilmektedir. Türkçeye mukabele olarak tercüme edilmiştir.
İlk ramazan ayında Bedir Savaşı
İslam’ı yok etmek isteyen Mekkeli müşrikler boş durmuyor, Müslümanların aleyhinde propaganda yapıyorlar, siyasi ve ekonomik olarak güç elde etmek için sürekli Yemen ve Şam bölgelerine kervanlar gönderiyorlardı. Bunlardan elde ettikleri güç ile silahlanma çalışmaları ve çöldeki bedevileri mal ve para ile kışkırtma düşünceleri taşıyorlardı. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.s.) kendilerini yurtlarından sürgün eden ve canlarına kasteden Mekkeli müşriklerin kervanlarının Medine yakınlarından izinsiz geçip gitmelerine izin vermiyordu. Zaman zaman seriyyeler gönderiyor ve kervan yollarının tamamen kendi kontrolleri altında olduğu mesajını veriyordu. İşte o günlerde Şam bölgesinden Kureyş müşriklerine ait bir kervanının geldiği haberi alındı ve hemen seriyyeler hareket etti. Bunu haber alan Mekkeliler de bir ordu hazırlayıp Medine’ye doğru hareket ettiler. Peygamberimiz Medine’de sahabe ile istişare etti. O güne kadar sadece muhacirler seriyyelerde görev alıyorlardı. Hz. Peygamber, ensara sıkıntı olmamak için onların seriyyelere katılmalarını emretmemişti. Şimdi ise savaş durumu söz konusuydu. Sorumluluk bilinci taşıyan ensar (Medineli sahabiler), Hz. Peygamber’e (s.a.s.) gelerek kendilerinin de savaşa katılmak istediklerini bildirdiler. Peygamberimiz (s.a.s.) muhacir ve
ensardan oluşan bir ordu ile Ramazanın 12. günü Medine’den hareket etti. Ramazanın 17. günü Bedir’de iki ordu karşılaştı. Büyük ve zorlu bir savaş sonunda Müslümanlar Ramazan ayının 22. günü muzaffer bir şekilde Medine’ye döndüler. Peygamberimiz dönüşte, kızı Rukiyye’nin birkaç gün önce öldüğünü duyunca çok üzüldü. Önceden hastalanan Rukiyye’nin yanında kocası Hz. Osman kalmıştı ve bu nedenle Bedir savaşına katılamamıştı. (İbn Kesir, es-Siretü’n-Nebi, I/491.)
Ramazan ayında itikâf
Hz. Peygamber (s.a.s.), ramazanın son on gününde Mescid-i Nebi’de itikâfa girerdi. Hatta rivayetlerde kendisi için mescitte çadır kurulduğu ve farz namazı kıldırdıktan sonra genellikle zikir, ibadet ve Kur’an okumak için bu çadıra çekildiği nakledilir. İşte bu günlerden birinde şöyle bir olay gerçekleşir. Ebu Zer (r.a.) anlattı: "(Ramazan’ın) son on günü olunca Rasulüllah mescitte itikâfa girdi. (Ramazan’ın) 22’sine denk gelen Pazartesi günü ikindi namazını kıldırdı ve şöyle dedi: ‘Bu gece namaz kılacağız, inşallah. Gece namaz kılmak isteyen kılsın!’ Bu gece ayın 23’ü oluyordu. Hz. Peygamber yatsıdan sonra cemaate gecenin üçte biri oluncaya kadar (teravih/teheccüt) namazı kıldırdı, sonra bitirdi. Ayın 24’ü olunca bir şey demedi ve gece namaza gelmedi. Sonra 25. geceyi kastederek şöyle dedi: ‘İnşallah, bu gece namaz kılacağız. Gece namaz kılmak isteyen kılsın!’ Gecenin üçte birine kadar cemaate (teravih/teheccüt) namazı kıldırdı, sonra bitirdi. Ayın 26’sı olunca bir şey demedi ve gece namaza gelmedi. 26. günün ikindi namazı olunca kalktı ve 27. geceyi kastederek şöyle dedi: “İnşallah, bu gece namaz kılacağız. Gece namaz kılmak isteyen kılsın!’ Ebu Zer anlatmaya şöyle devam etti: (O gece) namaz için toplandık ve Hz. Peygamber bize gecenin üçte ikisi oluncaya kadar (teravih/teheccüt) namazı kıldırdı. Sonra mescitteki (itikâf) çadırına gitti. Ben kendisine ‘Ey Allah’ın Rasulü! Sabaha kadar bize namaz kıldırmanı çok isterdik’ deyince şöyle buyurdu: ‘Ey Ebu Zer! Sen imamınla bu namazı kılıp tamamladığında gecenin tümünü ibadetle geçirmiş gibi sevap alarak bitirmiş olursun.’ Hz. Peygamber bu şekilde bir kere kıldırdı. Farz olmasından korktuğu için (cemaatle kıldırmaya) devam etmedi." (Ahmed b. Hanbel, V/172; Taberani, Evsat, I/140, 442.)
Ramazan Bayramı
Ramazan ayı sonunda Peygamberimiz ilk defa ramazan bayramını ilan etti ve bayramda fakirlerin de yüzlerinin gülmesi için küçük bir yardımlaşma olan fıtır sadakası verilmesini emretti. İbn Abbas (r.a.) şöyle anlattı: “Rasulüllah, fıtır sadakasını oruçlu kişiyi boş ve çirkin şeylerden temizlemek ve fakirleri doyurmak için farz (vacip) kıldı. Kim fıtır sadakasını (bayram) namazından önce öderse sadakası makbul olur. Kim de (bayram) namazından sonra öderse o normal sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebu Davud, Zekât 17; İbn Mace, 21.) Bayram günü Peygamberimiz gusül aldı ve bayram namazını mescidin dışında ezan ve kamet okunmadan geniş bir arazide kıldırdı. Namazdan sonra hutbe verdi. Her zamankinden farklı bir yoldan evine döndü. Peygamberimiz bayramı tekbir ve tehlillerle karşılardı. (Buhari, Iydeyn 24; Tirmizi, Savm, 81; İbn Sa’d, Tabakat, I/242, 248.)
Sonraki yıllarda Medine’de ramazan
Bundan sonraki yıllarda Medine’de ramazan ayı sakin geçmişti, herhangi bir savaş ve saldırı hâli olmamıştı. Sahabe-i kiram oruçlarını tutuyor ve gece namazlarını kılıyorlardı. Hicri 3. yılı ramazan ayının ortalarında Peygamberimizin torunu Hz. Hasan doğdu. Bu durum Peygamber evinde ve Medine’de büyük bir sevinç oluşturdu. (İbn Abdilber, İstiab I/369; İbn Hacer, el-Isabe, I/328-329.) Peygamberimiz (s.a.s.) Medine’de olduğunda ramazanın son on gününde itikafa girerdi. Ayrıca her ramazan ayında Cebrail ile Kur’an’ı mukabele ederlerdi. Peygamberimiz (s.a.s.) gece namazlarında kıyamı uzun tutardı (uzun uzun Kur’an okurdu). Herhâlde ramazan ayında onun Kur’an okumasını Cebrail dinliyordu ve mukabele bu şekilde oluyordu. Hicri 8. yılın ramazan ayında Mekke’nin fethi gerçekleşti. Hicri 9. yılda Tebük Seferi’ne giden Peygamberimiz (s.a.s.) on küsur gün kaldıktan sonra döndü ve ramazanın ilk günlerinde Medine’ye ulaştı. O yıl ramazan ayında Taif ve Yemen gibi birçok bölgeden Medine’ye heyetler geldiler ve Peygamberimizle görüştüler. (İbn Kesir, es-Siretü’n-Nebi, II/289.) Hicretin 10. yılında Peygamberimiz ramazan ayında Medine’deydi. Artık ömrünün son yılını yaşıyordu. Son ramazan ayında 20 gün itikâfa girmiş ve Cebrail ile iki defa Kur’an’ı mukabele etmişti. Her sene Peygamberimiz o güne kadar inen sureleri ve ayetleri Cebrail ile mukabele/muaraza ederdi. (bk. Buhari, Fedailü’l-Kur’ân, 7; Ahmed, II/399; VI/282.)