Makale

HAYATI İSRAF ETMEK

HAYATI İSRAF ETMEK

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Nimetleri israf eden insan
Gelişen dünya imkânlarına paralel olarak fakirliğin ve zenginliğin ölçüsü değişti. Günümüzdeki fakir bir insanın bundan birkaç asır öncesinin zengininden daha iyi bir yaşam standardına sahip olduğu söylenebilir. Bununla birlikte her şey kendi zamanıyla ölçüleceği için bugün fakirlikten ne anlaşılıyorsa onun karşılığı odur. Yoksa birkaç asır öncesinin göstergeleri günümüz için geçerli değildir. Ancak bazı değerler vardır ki, bunların değişmesi söz konusu olamaz. Bunlar temel sabitelerdir. Nimetlerin israfı da bunlardandır. Komşusu açken tok yatılamayacağını öğretmiş olan dinimiz (Buhari, el-Edebü’l-Mufred, 112.) yemek hususundaki savurganlığı şiddetle yasaklamıştır. “Yiyin, için ama israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31.), “İsraf ederek saçıp-savurma çünkü saçıp-savuranlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” (İsra, 17/26-27.) buyuran yaratıcımız, velayetini üstlendiğimiz yetimlerin mallarını harcama hususunda da bizleri uyarıp har vurup harman savurmamamızı emreder. (Nisa, 4/6.)
Bugün insanlığın en çok mustarip olduğu hususlardan birinin gıda israfı olduğu izahtan varestedir. Çöpe giden milyonlarca ekmek, boşa akıtılan sular ve bilinçsizce heder edilen millî servetler tamamen bu vurdumduymazlığın eseridir. Bu noktada ahiret bilincinin ne kadar önemli olduğu kendisini göstermektedir. Yaptığı her iyiliğin karşılığını bulacağını, her yanlış işin de hesabını vereceğini bilen şuurlu mümin, hayatına öyle güzel çekidüzen verir ki, israf kelimesi onun yaşamında kendisine yer bulamaz. Çünkü o hem kendisini hem ülkesini hem de dünyayı her şeyden önemlisi de ahireti düşünmektedir. Bizim sofradaki ekmek kırıntılarını parmak ucumuzla toplayıp yememiz işte bundandır.
Yaşadığı hayatın değerini idrak eden insana düşen görev, geride bıraktığı hayatında işlemiş olduğu günahlara bir an önce tövbe etmesi, yanlışlarını düzeltmeye koyulmasıdır. Bundan sonrasında da hayatının hiçbir değerini çarçur etmemesidir. Nitekim bizleri irşat eden büyük sahabi Abdullah bin Mesud şöyle demiştir: “Üzerine güneşin battığı¸ ömrümün eksildiği, ancak amelimin artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık kadar başka bir şeye pişmanlık duymadım.” (Beyhaki¸ Kitabü’z-Zühd, s. 52.) Allah’ın güzel kullarından Şümayt bin Aclan da aynı hususa vurgu yaparak şunu demiştir: “Mümin nefsine şöyle demelidir; Ömür üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarın ise sadece bir emeldir. Belki de ona yetişemeyeceksin. Eğer yarına çıkacaksan, yarın zaten kendi rızkıyla birlikte gelecektir. Ancak yarının önünde (değerlendirilmesi gereken) bir gündüz, bir de gece bulunmaktadır ve pek çok nefis bu ikisinde ölüp gitmiştir. Belki sen de aynı akıbete uğrayacaksın. Yaşanılan günü düşünmek yeter.” (Beyhaki, Kitabü’z-Zühd, s. 56.)
Ömrün israfı

İlkokul çağlarındayken yaşlı amcalar evimize geldiğinde divanın bir köşesinde yere büzülür, can kulağıyla konuşmalarını dinlerdim. Beni saran muhabbetleri esnasında zamanın ne çabuk geçip gittiğinden ve yaşadıkları hayattan bir şey anlayamadıklarından şikâyet ederlerdi. Bu tür sohbetler her zaman olurdu. Çocukluk işte, onların dediklerine bir anlam veremezdim. İçimden “Yaşadığın şeyi nasıl anlamıyorsun, onu sen yaşadın.” derdim. Sonra aradan yıllar geçti. Elli iki yılı çoktan geride bıraktım. Bakıyorum da şimdi aynı konuşmaları ben yapmaya başlamışım. Hakikaten bu elli iki yıl nasıl geçti? İnanın hiçbir şey anlamadım. Sanki bir rüya, hayal gibi. Şimdilerde benim hissettiğim bu garipliği yaşı daha fazla olan büyüklerimiz çok daha derinden hissetmektedirler.
İnsan ister istemez kendisine soruyor: Bu kadar yıldan elimde ne kaldı? Zaman olarak hiçbir şey kalmadı; hepsi tükenip gitti. Geri kalan ömrümüzün de böyle olacağı belli. Bu durumda önemli olan nedir sorusunu sormak gerekiyor.
Hepimiz seferdeyiz
Zaman zaman şu soruları zihnimizde dolaştırmamız gerekiyor: Bir zamanlar sarıldığım annem nerede, elini başıma koymasını şu anda bile hissettiğim babam nerede? Beraber oturup muhabbet ettiğim kıymetli arkadaşlarım nerede? Hepsi birer birer geçip gittiler. Peki, geriye kimse kalacak mı? Hayır. Herkes kendisine takdir edilen ömrü yaşadıktan sonra yola koyulacak. Dolayısıyla hayvan olsun ağaç olsun, her ne olursa olsun, tüm canlılar, ne kadar yaşarlarsa yaşasınlar, nihayetinde ömürleri sonlanacak. Bu kadar fani içerisinde insana ayrıcalık tanınacak değil elbette. O da diğerleri gibi ömrünü tamamlayarak ahiret yoluna revan olacak. Eskiden böyle olduğu gibi bugün de böyle, yarın da aynısı olacak.
Hesabını bilen insan ne yapar?
Sonunun mezarlık olduğu belli olan kısa süreli bir hayatı yaşarken ne yapmak gerekir? Elbette sonraki ebedî hayata hazırlık yapmak icap eder. Akıllı insanın yapacağı budur. Ancak hepimizin gördüğü bu yalın gerçeğe rağmen gereğini yapma hususunda yeterli hassasiyeti gösteriyor muyuz? Ne üzücüdür ki, bu soruya vereceğimiz cevap hiç de memnun edici değildir.
Rabbimizin hikmetinin yüceliği
Allah Teala bizleri sorumlu tuttuğu görevleri hep zamanlarıyla belirlemiştir. Mesela namazımızla ilgili olarak Kur’an’da şöyle geçer: “Namaz¸ müminler üzerine, vakitleri belirli bir farzdır.” (Nisa, 4/103.) Allah Rasulü de buna vurgu yapmış ve şöyle ferman etmişlerdir: “Allah Teala’nın en sevdiği amel vaktinde kılınan namazdır.” (Buhari, 137.) Aynı durum oruç, zekât, kurban, hac, fıtır sadakası, teyemmüm, mestler üzerine mesh gibi ibadetlerimiz için de geçerlidir.
Vakit bir nimettir
Gece ve gündüz nimetini bize verdiği nimetler arasında zikreden Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Gökleri ve yeri yaratan, yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay ve güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır. Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymaya kalkarsanız bitiremezsiniz. Gerçekten insan çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahim, 14/32-34.) Başka ayetlerde de gece ve gündüze vurgu yapılarak insanın zaman mefhumuna dikkat etmesi beklenmektedir.
Zamana yemin
Rabbimiz yüce kitabında zamana da yemin etmekte ve elimizdeki en büyük nimetin değerini idrak etmemizi istemektedir: “Kuşluk vaktine and olsun. Sükûna erdiği zaman geceye and olsun. (Ey Rasulüm!) Rabbin seni terk etmedi, darılmadı da.” (Duha, 93/1-3.)
Yine şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun zamanaki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.” (Asr, 103/1-3.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) insanı
iyi tahlil ediyor
Her şey çok net olarak önümüzde olmasına rağmen insanoğlu geçip giden hayatına bakarak ibret alır mı, zaman israfından vazgeçer mi diye soracak olursak bu sorunun cevabı genelde memnun edici değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) buna işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunlar(ı değerlendirme)de aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari, 6412.) Bu ifade bizlere göstermektedir ki, zaman büyük bir lütuftur, önemli bir ikramdır. Ancak zamanın kıymetini bilip bundan tam anlamıyla istifade etmeyi becerebilenler azdır.
Sonrası hüsran
Rabbimiz, ömürlerini zayi eden, nefislerini bu uğurda çürüten, kendilerine uzun bir hayat verilmesine rağmen küfürden imana dönmeyenlere ahirette ne diyeceğini haber vermekte, onları uyarmaktadır:
“Size, düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size peygamber de geldi. O hâlde azabı tadınız¸ zalimlerin yardımcısı olmaz.” (Fatır, 35/37.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadislerinde, kendisine yeterli ömür verilen bir insanın ahirette mazereti olmayacağını haber vererek şöyle buyurmaktadır: “Allah kendisine altmış yıl ömür verdiği insanın özrünü kaldırmıştır.” (Müsned, 8262.)
Asrımızın zaman müsrifi insanı
Günümüz insanı vaktinin önemli bir bölümünü malayani ile heba ediyor. Televizyon, gazete, internet onun zamanının önemli bir kısmını alıp götürüyor. Zikrettiğimiz fuzuliyata saatlerini cömertçe harcayan insan sıra kulluğa geldiği zaman tembelleşmekte ve ibadetlerini televizyona göre ayarlamaktadır. Hatta namazının hızı televizyonda güzel bir program olup olmamasına göre değişmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu hadisi aklı olan herkese ders olarak yeter: “Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malını nereden kazandığından ve nereye harcadığından¸ vücudunu nerede çürüttüğünden.” (Tirmizi, 2419.)
Çocukların hakkı olan zamanı israf eden insan
Meşgul edecek seçeneklerin çoğalması yanında, dünyalık yığma açgözlülüğü sonucunda, günümüz insanının en çok ihmal ettiği hususlardan birisi de çocuklardır. Nitekim pek çok kişinin, yılların çarçabuk geçip gittiğini ve çocuklarının nasıl büyüdüğünü fark edemediklerini söylemesine çok şahit olmuşuzdur. Daha iyi bir gelecek hırsı ve başka şeylerle harcanan zaman, insanın çoğu kez çocuklarını ihmal etmesine sebebiyet verebilmektedir. Sonradan dile getirilen pişmanlığın elbette bir faydası olmamaktadır. Bu arada çocuklar mağdur olmaktadır. Olması gerektiği gibi ebeveyn şefkat ve ilgisinden mahrum olarak yetişmekte ve dünyanın pek çok olumsuzluğuna maruz kalmaktadırlar. Kurulamayan sağlıklı ilişkinin en kötü sonuçları anne babanın yaşlılık dönemlerinde görülmekte, aranan şefkat ve ilgi çocuklardan bir türlü görülememektedir. Çünkü zamanında ekimi yapılmayan ürünün hasadını beklemek beyhude olmaktadır.
Eşinin vaktini çalan insan
İnsanların günümüzde en çok ihmal ettikleri, beraber geçirebilecekleri zamanları heba ettiklerinin başında eşleri gelir. Evliliğin rutine doğru evrilmeye başlaması ve zamanın da ilerlemesiyle birlikte “yuva” hayatın olağan bir parçası hâline gelir ve eski heyecan büyük oranda kaybolur. Bu sefer, zamanı başkalarıyla ve değişik ortamlarda geçirme alışkanlığı devreye girer. Bunun sonuçları bazen yuvanın dağılmasıyla sonuçlanır. Bu süreçlerde aile içi krizleri iyi yönetemeyen eşlerin birbirlerinden kopmaları çok daha hızlı olur. Lakin bir şey var ki, yuvalarını ihtiyarlık dönemine kadar taşıyabilenler de evliliğin keyfini neden çıkaramadıkları noktasında çok hayıflanırlar. İsraf edilen hayata duyulan pişmanlık birbirlerine daha fazla kenetlenmelerine neden olur. Esasında bu çok güzel bir durumdur. Hayatlarının sonlarını bir arada yaşama azmiyle geçirirler. İçlerinden biri vefat ettiğinde tek başına kalacak olanı nelerin beklediğini ve özellikle de yalnızlık korkusunun ürpertisini her ikisi de hissederler ve eşlerine müthiş değer verirler. Bu yüzdendir ki, karı kocanın hayatlarının en mutlu dönemlerinden birisi de yaşlılıklarıdır. Keşke kıymet bilerek yuvanın ilk dönemini de böyle geçirebilselerdi, müsriflik yapmasalardı…
İmkânlarını israf eden kul
İnsanın elindeki olanakları savurmadan iyi bir hayat sürmeye çalışmasından daha doğal bir durum yoktur. Hayat sürdüğü bu dünyada yaşamını rahat ve kimseye muhtaç olmadan devam ettirmesi ondan beklenendir. Bununla birlikte artan imkânlara paralel olarak, nasılsa gerisi var diyerek savurganlık içerisine girmek maddiyatın israfıdır. Hz. Peygamber’in Bedir Savaşı öncesindeki tavsiyesi bu açıdan bizim için önemlidir. Nitekim o savaş başlamadan önce öyle bir mevki seçti ki, düşman savaş için ilerlerken güneş gözlerini alacaktı. Büyük bir titizlikle gruplara ve sıralara ayırdığı ordusuna şu talimatı verdi: "Hatlarınızı bırakıp ayrılmayacaksınız. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayacaksınız. Düşman atış mesafesine girmeden oklarınızı israf etmeyin. Atış menziline girdiklerinde atış yapacaksınız. Düşman yaklaşınca elinizle taş atmaya başlayacaksınız. İyice yaklaştıklarında da mızrak ve kargılarınızı kullanacaksınız. Kılıçları ise en son düşmanla göğüs göğüse geldiğinizde kullanın." Müslümanlar çevrelerine o günün el bombaları sayılabilecek taşlar toplamışlardı. Sayıca fazla olan düşman hücuma giriştiğinde, üslerinden ayrılacakları için isteseler bile yanlarında bir veya iki taştan fazlasını taşıyamayacaklardı.
Bahtiyar insan, yaratılış gayesine uygun yaşayan; ömrü, zamanı, nimetleri, imkânları israf etmeyen, ölçülü, dengeli ve yerinde kullanan insandır. Ramazan ayının bu konudaki bilincimizin tazelenmesine, nimetlerin kadrini bilmeye ve sahibini hiç hatırdan çıkarmadan varlık imtihanını kazanmamıza vesile olması temennisiyle…