Makale

MUHACİR OKULU'NDA BİR ETHEM

MUHACİR OKULU’NDA BİR ETHEM

Tolgay ATEŞ


Soyut bir kelime mülteci. Bu soyutluk, isimlerinin önüne zorla eklenen mazlumlara da sirayet ediyor. Göçerken başlıyor bu soyutlanma. Artık vatansızlığa, kimliksizliğe ve kimsesizliğe bir kaçış başlıyor onlar için. İsimleri, dertleri, hayalleri, umutları ve kimlikleri bir kelimeyle soyutlanıyor bu hayattan. Mülteci…
Yol, yolculuk ve tehlikeler birçok soyutlanış hikâyesini de içinde barındırıyor. Hemen yanı başımızda, Suriye’de yaşanan iç savaş milyonlarca insanı mülteci olmaya zorladı. Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmı ülkemize sığınmış durumda. Dünyadaki mülteci kavramının içini dolduran soyutlayışın aksine, insanımız onları "Muhacir" olarak isimlendirdi ve onlara Ensar olmaya gayret etti. Eşine az rastlanır bir fedakârlık örneği ile var gücüyle yardım etmeye, eksiklerini gidermeye gayret etti.
Tanıştığımız her Suriyeli muhacir bir hikâye ile kaldı aklımızda. Acıları, kayıpları ve çaresizlikleriyle… Fakat burada okuyacağınız hikâye tüm zorluklara ve sıkıntılara rağmen yol açan, yol alan bir yolcuya ait.
İsmi Ethem Şami. Onu Kahramanmaraş’ta bir okulda tanıdım. Okulun ismi Muhacir Okulu. Kahramanmaraş’ta STK’ler ve Milli Eğitim Bakanlığının Suriyeli muhacir öğrenciler için açtığı ve yaklaşık üç yüz öğrencisi olan, küçük ama umut dolu bir okul.
Ethem Şami’nin yaşadıkları beni çok etkiledi ve günlerce bu etkiden kurtulamadım. Bana anlattıklarını hatırladığım kadarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Ben Ethem Şami. İdlib kentinin Salkin ilçesindenim. Savaş başlamadan önce avukatlık yapıyordum. Güzel bir hayatım vardı. Yüksek bir tepeden küçük bir bahçe almıştım. Ailemle birlikte kendi ellerimizle evimizi yapıp ağaçlar dikmiştik. Hayatımızın sonuna kadar orada, akrabalarımızla mutlu bir ömür süreceğimizi düşünüyorduk. Bir insanın isteyebileceği her şeye sahiptim ama bunların hepsi geride kaldı. Savaş her şeyimizi aldı.
Suriye’de ayaklanmalar başladığında katliamlar da başlamış oldu. İlk altı ay silah kullanmayan halk, sonrasında kendini savunmak zorunda kaldı. Bu durumun uzun sürmeyeceğini sanmıştık. Çatışmalardan uzak durmak istemişsek de artık bu mümkün gözükmüyordu. Muhalif oluşumuz dikkatleri üzerimize çekmişti. Bir gün hastalanan annemi ziyarete gidiyorum, Esed taraftarları önümü kesti ve beni linç ettiler. Bununla yetinmeyip üzerime ateş açtılar. Önümü kesen, bana saldıran, canıma kasteden bu insanlar, çocukluğumun beraber geçtiği komşularım, arkadaşlarımdı. Bizi, bize kırdırıyorlardı. Ama böylesine belirsiz, güvensiz ve zor şartlar altında da olsak vatanımızı terk etmek niyetinde değildik.
Esed, halka önderlik edebilecek, ayaklanmaya destek verecek ya da bölgesinde tanınmış nüfuzlu insanlar içinden devrimi destekleyenleri listeleyip onları öldürtüyordu. Bana saldırmalarının da sebebi buydu. Saldıranlar, beni öldü zannederek öylece bırakmışlar fakat yaşadığımı anlayan arkadaşlarım beni Türkiye’ye, Reyhanlı Devlet Hastanesine getirmişlerdi. Yaşadığım öğrenilince ailemin de hayatı tehlikeye girmişti. Hayatımın en zor günlerini hastanede geçirmiştim. Ailemle iletişimim kopmuştu, ne onlara hâlimi bildirebiliyor ne de onlardan haber alabiliyordum. Bu belirsizlik beni onların hayatına dair endişelere de sürüklüyordu. Çünkü yıllardır üzerimizde kurulan baskı ve korku Esed’in ne kadar zalimleşebileceğini bize göstermişti. Ben sürekli aileme ulaşmaya çalışırken onlar da günlerce korkuyla saklanmışlardı.
Hayatımızın en zor dönemleriydi. Ailemin yanında değilim, ne hâlde olduklarını bilmiyordum... Onlar da korku içinde sürekli yer değiştirmiş, her gün başka bir akrabamızın evinde saklanmışlardı. Bazı zamanlar ormanda saklanmak zorunda kalmışlardı. Bensizken yaşadıkları beni paramparça etti. Ve olanları öğrenince onları da Türkiye’ye getirmek zorunda olduğumu anladım. Durumu arkadaşlarıma anlattım. Nihayet bir ay sonra aileme kavuştum. Kahramanmaraş’a yerleştik. Küçük de olsa bir ev kiraladık. Kendime küçük bir bakkal dükkanında iş buldum. Böylece kendi iaşemi temine çalıştım.
Türkiye’de güven içinde yaşıyordum. Ama arkadaşlarım, ailem hepsi savaşın orta yerinde, Suriye’de. Ben onlar için ne yapıyorum diye kendimi sorgulamaya başladım her gün. Birçok kez gitmeye karar verdim. Çocuklarımı, eşimi düşündükçe burada kalma fikri ağır basıyor; annemi, arkadaşlarımı düşündükçe vatanıma dönmek istiyordum. Ben bu gelgit içinde yaşarken çocuklarım ve benim gibi Kahramanmaraş’taki diğer Suriyelilerin çocukları da eğitimden gitgide uzaklaşıyorlardı. Biliyordum ki, bu çocukları eğitmezsek nerede olursak olalım toplumumuza, ümmetimize zarar getirecek duruma geleceklerdi. Cehalet, savaşın da getirdiği ağır travmalarla birleşecekti. Ve üstelik, zalimlerin çocukları eğitimlerine devam ediyordu. Bu yüzden küçük bir ev kiralayıp orada az sayıda da olsalar Suriyeli çocuklara eğitim vermek istedim. Durumu Türk arkadaşlarıma da anlattım. Bu fikrimi öyle sıcak karşılayıp o kadar çok destek oldular ki cesaretim arttı.
Küçük bir yer kiraladık ve kendi çevremizden on altı çocuğa, Matematik, Türkçe ve Kur’an-ı Kerim dersleri vermeye başladık. Zamanla sayımız arttı. Tuttuğumuz yere sığmayınca yardım aramaya, projemizi insanlara anlatmaya başladık. Birçok yerden destek gördük. Hamdolsun, şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’nın da desteği ile yüzlerce çocuğun eğitimi için çalışıyoruz. İlk talebelerimizden üniversiteyi kazananlar bile oldu. Bizim için bundan büyük mükafat, mutluluk yok.
Yaşadıklarımı düşünüyorum ve Rabbime hamd ediyorum. O’nun rızası için bir şeyler yapmaya gayret etmenin güzelliğini yaşıyoruz. Ancak her şeye rağmen yaşadığım ikilem devam ediyor. Suriye’ye dönmek, annemin yanında olmak istiyorum. Sonra öğrencilerim geliyor aklıma, onları bırakamıyorum. Fakat nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım ümmet bilinci ile kendi rızası için çalışabilecek feraset ve dirayeti diliyorum Rabbimden. Buradaki arkadaşlarım savaşın bize verdiği zararı, bizden ne götürdüğünü merak ediyorlar. Evet, savaş bize çok zarar verdi ama bunun yanında içimizdeki korkuyu da aldı. Biz başaramayız, zalimin zulmünden korkarız diye yaşarken Rabbim bize zalimin zulmüne karşı dik durmayı, O’nun rızası için yaralanmayı ve kardeş topraklarına sığınmış masum yavrular için çalışmayı nasip etti. Artık yapamamaktan korkmuyoruz. Artık bize düşen ümmetin ve kardeşlerimizin selameti için var gücümüzle çalışmak.”
Ethem yaşadığı onca şeye rağmen ayakta durmayı ve ayakta tutmayı başarmış biri. Savaş onu Reyhanlı’ya getirdiğinde o sadece bir sığınmacı değildi. Ne mutlu ona ki çoğumuzun erişemediği, “Rabbin bize verdiği yaşam gailesine” o erişmiş. Ne için buraya geldiğini bulmuş ve bunun için çalışıyor. Ethem’in Esed taraftarı mahallelisinden gördüğü zulüm, Esed’in yıprattığı başka çocuklara öğretmen olmasına, kol kanat germesine vesile olmuş. Onun bu gayreti, ona destek veren Kahramanmaraşlılar, insana muhacir-ensar hukukunu ve muhabbetini hatırlatıyor. Misafirperverliği ve hayırseverliğiyle anılan milletimize birlik olmanın şerefini bir kez daha yaşatıyor. Gönül ister ki kimse yurdundan ayrı kalmak mecburiyetine düşmesin. Ama bu mecburiyetler bazen böyle güzellikleri de doğurabiliyor. Asıl olan O’nun rızası için gayret etmek. İçine düştüğü kaostan kendiyle beraber yüzlerce çocuğu da kurtaran Ethem’e selam olsun. Allah ondan razı olsun.