Makale

GURBETTE SADAKA-İ CARİYE

GURBETTE SADAKA-İ CARİYE
Dr.Ravza CİHAN
Kocaeli Müftü Yardımcısı


Almanya/Nordrhein-Westfalen’da bulunan bir kasabaya gidiyorum. Ezansız bir memlekete, sevk-i İlâhî diyerek besmele çekiyorum; Musa Peygamberimizin duasını vird edinerek:
“Ya Rabbi, bana indireceğin/göndereceğin her hayra muhtacım!” (Kasas, 28/24.) Almanya’da Müslümanlara ait olan tüm ibadet mekânları “Kültür Evi” kategorisinde değerlendiriliyor. Vazife yaptığım camiler, zihnimizdeki cami niteliğinden farklı bir yapıya sahipti. Minarenin ve kubbenin bulunmadığı bu camiler, mesken olarak kullanılabilecek mekânların cami hizmetlerine hasredilmesiyle ’cami hüviyeti’ kazanan yapılardı. Ancak bu camilerde tanıştığım ve sohbet ettiğim herkes yakın zamanda kavuşmayı hayal ettikleri minareli camilerini anlatırken heyecanlarını ve özlemlerini gizleyemiyordu.
Cami tabelalarında şehrin/kasabanın isminin yanında “Eyüp Sultan” ve “Mevlana” yazısını görmek ise hem müşterek noktalarımızı hem de hasretimizi vurguluyordu.
Daha büyük ve merkezî yerlerde ise Türkiye’deki şekliyle camilerimizi görmek, manevi bir gıda gibi besliyor insanı gurbet ellerde. Bu noktada Almanya’da minaresi olan ender camilerden birini, Duisburg Merkez Camii’ni özellikle zikretmek istiyorum. Türkiye’nin her yerinden emek ve destekler bulunuyor bu camide. Üzerinde Allah Teala’nın ism-i şerîflerinin yazılı olduğu avize Samsun’dan hediye edilmiş. Secdelerimize şahitlik edecek olan halılar Gaziantep hatırasıymış. Rabbim böyle mekânların sayısını arttırsın.
Ziyaret ettiğim iki camide ise hanımlar bölümüne geçtiğimde beni, tam da kıble cihetinde büyük ekran bir televizyon karşıladı. Eğer Türkiye’de herhangi bir camiye girdiğiniz vakit, kıble ciheti olmasına da hâcet yok, caminin herhangi bir yerinde bir televizyon ekranı görseniz... Gerisini tahmin etmek güç değil, değil mi? Ama burada, caminin erkekler bölümünün sonuna yerleştirilen kamera ile ezan, kamet, namaz, sohbet, vaaz, mevlid vb. eda ve icralar hanımlar bölümünden de duyulabiliyor ve izlenebiliyor.
Usûlî tabirle örfün, akademik tabirle konjonktürün, dinî tatbikat ile ne derecede birlikte olduğuna işaret olarak bu hâdise de kayıtlarda yer alsın isterim.
Almaya’da da DİTİB’e (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği Teşkilâtı) bağlı tüm camilerde, Türkiye’de olduğu gibi, dernekler mevcut. Fakat burada daha teşkilatlı ve faal bir dernek yapısı çıkıyor karşımıza. Dernek başkanı ve yönetim kurulundan sonra “Kadın Kolları”, “Gençlik Kolları” ve “Veliler Birliği” aktif olarak her camide bulunmakta.
Gözlemlerime göre, buralarda camilerin sahipleri hanımefendiler. Minaresiz bu kasabalarda hanımefendilerin çok anlamlı mesaileri mevcut; ’mantı günü’ ve ’lahmacun günü’ olarak isimlendirilen.
Sadaka-i câriye hanesine kaydedilecek ne eşsiz bir amel! Yoğurdukları her hamur, kestikleri her yufka ve kapattıkları her mantı -muhayyilelerinde imar etmeye çok evvelden başladıkları- yeni camileri/camimiz için bir tuğla, bir kiremit mesabesinde. Bu yüzden onlar Rahmani müjdeye göre “hidâyet üzere oldukları” (Tevbe, 9/18.) beyan buyrulan hanımefendiler.
’Lahmacun günü’nde de tablo değişmiyor. Hanımefendiler, mutfak imkânı olan camilerde cuma sabahlarını, cami cemaatine ve dileyen Alman vatandaşlarına satmak üzere lahmacun (Almanların tabiri ile ’Turkish Pizza’) hazırlamaya vakfediyorlar. O kadar muntazam bir ekip çalışmasına şahit oldum ki… Ezan-ı Muhammedi’nin semada yankılandığı diyarlardan binlerce kilometre ötede böyle bir sadaka-i câriyeye şahit olmak… Ve ortak olmak... Diliyorum, niyaz ediyorum bizler de ayet-i celilede “Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir.” (Bakara, 2/148.) diyerek tavsif edilen, hayırda yarışanlardan olalım.
Burada kız olsun erkek olsun Müslüman gençlerin (dinî hassasiyetler çerçevesinde) sosyalleşebileceği tek mekân camilerimiz. Bu nedenle dernek yöneticileri gençler için hem müstakil alanlar oluşturma hem de sair talepleri karşılama noktasında çok özverili davranıyorlar.
Gençlerin eğitim seminerlerine olan yoğun ilgilerini görmek ise bizi ümitvar kılan en önemli husustu. Bu seminerler, her camide müstakil olarak ya da birkaç caminin ortak çalışması olarak hayata geçirilebiliyor. Fakat ben özellikle daha büyük bir organizasyon olan “İkra Seminerleri”nden bahsetmek istiyorum.
Bizdeki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tekabül eden bir bakanlığın desteklediği bir projeydi, bu çalışmalar. Proje kapsamında belirlenen başlıklarla ilgili dörder seminer düzenleniyordu. Benim katıldığım oturumdan önce ’İslam Dini’nde Fahrî Görevin Yer’i, ’Ümmet-Şeriat-Hukuk-Demokrasi’, ’Cihâd’ ve ’İslam’da Kadın-Erkek Eşitliği’ konularına dair sunumlar yapılmıştı. Seminer dili Almanca olarak belirlenmiş ki Müslüman olmayan gençler de istifade edebilsin. Sunumu yapan Uluslararası İlahiyat mezunu genç arkadaşımız bu seminerlerle hedeflerinin ’gençlerin fanatik olarak değil de doğru bilgi ile adım atmaları’na katkı sağlamak olduğunu belirtmişti.
İtiraf etmeliyim, bu seminere davet edildiğim için ziyadesiyle memnun olmuştum. Zira burada, dinî faaliyetler hep gönüllülük esasıyla icra ediliyor. Yetişkinler ve gençler yoğun çalışma ve eğitim hayatlarından kalan vakitlerini bu tür hayri ve mühim hizmetlere vakfediyorlar. Türkiye ile mukayese edildiğinde çok farklı olan bir tablo bu! Tahdis-i nimet kabilinden (fakat aynı zamanda ibret nazarı ile) uzun uzun anlatılması gereken bir nokta!
Almanya’da bulunduğum süre zarfında, dikkatimi çeken en mühim nokta, “dil meselesi”ydi. Yalnızca gençler için değil, tüm “gurbetçi”lere şamil kılınabilir sanıyorum bu “mesele”. Cümle ve gramer yapıları birbirinden çok çok farklı olmasına rağmen aynı cümle içerisinde hem Türkçe hem de Almanca kelimelerle konuşuyor pek çok kişi. Ve bu dile de “TürkManca” diyorlar, gülerek. Günlük hayatta ya da eğitim-iş hayatında sorun teşkil etmiyor olabilir bu durum fakat söz konusu din dili olunca meselenin rengi değişiyor. İslami terminolojiye/kavramlara o kadar uzağız ki... Yalnızca tercüme ya da izah ile halledilebilecek bir nokta olmadığını düşünüyorum, bu “mesele”nin. Tüm dünya Müslümanları olarak aramızdaki uhuvveti ihya edecek ve muhabbeti güçlendirecek ilk ve en temel hususun “Kur’an Lisanı” olduğuna kaniyim. Fakat lisanımızın ruhu can çekişiyor, buralarda. Ve vâ esefâ, kimseler duyamıyor ruhun feryadını!