Makale

ELİNDE KALEM BİR SERDENGEÇTİ

ELİNDE KALEM BİR SERDENGEÇTİ
Mustafa Mirza Demİr


Beyazıt’ta bir mekân: Marmara Kıraathanesi… Girişte sağdaki masada yalnız başına bir adam oturmakta ve önünde duran bir bardak çaya bakmaktadır. Ömrünün son demlerinde yakalandığı hastalık yüzünden titreyen elleriyle çayına binbir güçlükle attığı şekeri bir türlü karıştıramayınca elindeki çay kaşığını fırlatır atar. Arkasına yaslanıp önündeki bardağa biraz hüzünlü biraz da müstehzi bir ifadeyle bakar ve o meşhur serzenişini masaya bırakır: “Hey gidi günler hey!.. Bir zamanlar Türkiye’yi karıştıran Serdengeçti, şimdi bir çayı bile karıştıramıyor.” Bir zamanların ele avuca sığmayan bu delişmen sipahi yürekli adamı; şimdi ıstırabını çektiği Parkinson hastalığına ilk yakalandığında, hastalığını da karşılaştığı her durumda gösterdiği o alaycı tavrıyla karşılamış ve “Öyle bir hastalık ki araba markasına benziyor: Parkinson! İnsanın ‘Keşke benim de bir Parkinson’um olsa!’ diyesi geliyor.” diyerek Parkinson’u da nükte konusu yapmıştı. Hatta memleketi Akseki’ye yaptığı bir bayram ziyareti esnasında, ana dostu bir komşu kadının kendisine, “Oğlum Osman, çok iyi görünüyorsun. Orucunu tutabiliyor musun?” diye sorması üzerine: “İyiyim teyze. Görmüyor musun? Kendimi bile tutamıyorum!” diye cevap verecektir.
Asıl adı Osman Zeki Yüksel. Antalya’nın Akseki ilçesinde, Hacı İlyas Mahallesi’ndeki iki katlı ahşap bir evde, Hoca Ahmet Salim Efendi ve eşi Emine Hanım’ın üçüncü erkek evladı olarak dünyaya geldi. Diyanet İşleri Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki ile akrabalığı olan ve uzun yıllar Akseki müftülüğü yapan babasından dinlediği Muhiddîn Arabî, İmam Gazâlî, Hasan Basrî ve Bâyezîd Bistâmî gibi İslâm âlimlerinin eserlerinden pasajlar ile ilk eğitimine aile içinde başlamış oldu. Küçük yaşlarda bağ-bahçe işleriyle uğraşmayı, keçileri sağmayı çok seven Osman Zeki, ileri yaşlarda kendisini bir dağ çocuğu olarak adlandıracak ve “Dağsız bir arazi, hele dağsız bir vatan düşünemiyorum.” diyecektir. Henüz altı yaşında iken bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık eden bu dağ çocuğunun, ilkokul çağlarında gönlüne vatan-millet aşkı düşer ve okuduğu Namık Kemal, Mehmet Akif ve Yunus Emre şiirleriyle karakteri şekillenmeye başlar. Kitap okumayı vazgeçilmez bir tutku hâline getiren Osman Zeki’nin okuma alışkanlığını kazanmasında babası kadar payı olan ağabeyi Hasan Selami Bey’in şehirden getirdiği kitapları heyecanla okur ve günlerce etkisinden kurtulamaz. Ortaokul ve lise yıllarından itibaren elinden düşürmediği Mevlana, Yunus Emre ve Mehmet Akif kitaplarının da etkisiyle kendine milliyetçi, dindar ve hümanist düşünceler doğrultusunda bir fikir dünyası kurar. Yüreğinde Anadolu sevdasını büyüten, bayrağı namus ve vatan toprağını kutsal sayan, dünyayı tanımaya çalışan ve kalıbına sığmayan bu Toros delikanlısı hazırcevap, heyecanlı, coşkulu ve sert mizacıyla olduğu kadar nüktedan oluşuyla da dikkatleri üzerine çekmeye başlar ve ileride dillere destan olacak bir Serdengeçti efsanesinin muştularını verir. Psikoloji ve felsefeye, kitaplara ve fikirlere, ruhiyat ve içtimaiyata karşı konulmaz bir alâka duyduğu için Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümüne kaydını yaptırır fakat milletine faydalı olmak amacıyla geldiği üniversitede umduğunu bulamaz ve büyük bir hayal kırıklığına uğrar. İçerisine düştüğü ve bir türlü aidiyet bağı kuramadığı bu dünya ile yaşadığı fikrî çatışmalar zaten doğmakta olan Serdengeçti’nin doğumunu hızlandırır. Kültürel ve toplumsal birikimi yeterli, gözünü budaktan sakınmayan, gerektiğinde elini masaya vuran, kısa boyunun ve çelimsiz vücudunun aksine, dev yürekli, gür sesli milliyetçi-muhafazakâr bu gencin, henüz üniversite ikinci sınıf öğrencisi iken mahkeme salonlarıyla tanışması hayatının dönüm noktasıdır. Sonrasında fikrî mücadeleler, kavgalar, davalar ve demir parmaklıklar… Üniversiteye devam etmek istese de okul buna müsaade etmez ve öğrenimi yarıda kalır.
Osmanlı ordusundaki muhasaraları yaran, muhasara esnasında kaleye ilk giren, önden giden, vatan-millet uğruna canını hiçe sayan askeri bir gruptan adını alan fikrî dergiyi, ilk defa 1947 yılının Nisan ayında okuyucuya sunar: Serdengeçti.. İlk sayısı piyasaya çıkar çıkmaz tükenir ve alelacele ikinci baskıyı yapar. “Allah-Millet-Vatan Yolunda” sloganıyla çıkardığı, 15 yılda ancak 33 sayı neşredebildiği bu derginin her sayısında yalın kılıç kaleme aldığı cesurca yazılar yüzünden sansür yiyor, mahkemelik oluyor, hapis yatıyor; maddi sıkıntılar da bunlara eklenince derginin her sayısının tarihi de adresi de düzen tutmuyordu. Kendisi de bu durumu “Ne zaman nereden çıkacağımız belli olmaz!” diyerek özetliyordu. Sadece Serdengeçti’de yazdığı yazılardan dolayı mahkemelik olmadı, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler adlı kitabından dolayı da hüküm giydi. Genç yaşta kendini fikrî mücadelenin içinde bulmasıyla ve kendisini büyük sorumluluklar altında hissetmesiyle sinirleri yıpranan Osman Zeki Yüksel’in, aldığı cezayı doldurmak üzereyken bir gardiyanı dövdüğü iddiasıyla mahkemeye verildiği, hapis içinde hapis yattığı da oluyordu. Serdengeçti dergisinden başka Mabedsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatler gibi kitaplar da neşretti. Fikirlerinden çok etkilendiği, hatta kendisiyle beraber hapis yattığı, yine nüktedan ve sözünü sakınmayan kişiliğiyle bilinen bir başka düşünce ve dava adamı Necip Fazıl Kısakürek’le çok sağlam dostluk kurdular.
Yazdığı yazıların büyük yankı uyandırmasıyla devamlı gündemde olan, çıkardığı derginin ismiyle anılan Osman Zeki Yüksel Serdengeçti, yakınlarının ısrarıyla bir dönem Antalya milletvekilliği de yaptı ve bu vekillik macerasını da “Sekiz defa mahpus, bir defa da mebus oldum.” diyerek kendine has üslubuyla özetledi.
Serdengeçti 1958 yılında evlendi. Salim adını verdikleri bir erkek evlatları doğsa da henüz 13 aylıkken hayata gözlerini kapadı ve başka çocukları da olmadı. Önceleri çok alay konusu yaptığı Parkinson hastalığından hayatının son zamanlarında büyük ıstıraplar çekti. 10 Kasım 1983 tarihinde, Ankara Hacettepe Hastanesinde “Serdengeçti artık geldi geçti.” diyerek hayatı sona eren Serdengeçti’nin naaşı, 11 Kasım Cuma günü Hacı Bayram Veli Camii’nde büyük bir kalabalık eşliğinde kılınan cenaze namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığına defnedildi.