Makale

GÖÇ-HİCRET OLGUSU ÜZERİNE

GÖÇ-HİCRET OLGUSU ÜZERİNE

Doç. Dr. Ahmet Çapku
Kırklareli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi


İnsanların doğdukları mekânın dışındaki yerlere gitmelerinin isteğe veya mecburiyete bağlı çeşitli sebepleri olabilir. Kişi doğduğu yerin etkilerini taşıdığı gibi yaşadığı yeri de etkileyebilen bir varlıktır. Bu etki konusunda dinamik bir psikolojinin oluşumu dikkate değer bir husustur. Dünyanın imar ve ıslahında böyle bir durumun önemi yanında bu psikolojiyi terbiye edecek sahih bir iman hâlinin olması daha da önemlidir.
Bir yerden başka bir yere göçmek, insan psikolojisine icabında ağır gelir. Ancak acısı olmayanın tarihi de yoktur fehvasınca insanı olgunlaştıran, kişiye tecrübe kazandıran ve onun ‘insan’ olmasında büyük katkı sağlayan göçmenlik durumu ‘hicret’ olgusu çerçevesinde ele alınmayı hak eden bir konudur. Başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere sahabenin doğup büyüdüğü yer olan Mekke’den ayrılışları onlara zor gelmiş olsa gerektir. Şu kadar var ki, insan ‘alışan’ bir canlıdır. Bu açıdan göç ettikleri yere alışabilmek için Allah Rasulü’nün Medine’yi kendilerine sevimli kılmasını Allah’tan niyaz ettiklerini biliyoruz.
İnsanlar, bir yerden başka bir yere ilim, ticaret, geçim şartları, atmosferik olaylar, inanç/dinî unsurlar, savaş vb. sebeplerle göç ederler. Bu noktada ‘Hicret’in, inanç unsuru ile ilgili olduğu görülür. Müslümanlar, doğup büyüdükleri yer olan Mekke’de inançlarını yaşayamaz hâle gelince Habeşistan’a ve Medine’ye göçmek durumunda kalmış ve gittikleri yerlerde hayata tutunmaya çalışmışlardır. İnsan, gittiği her yere inançlarını da götüren bir varlıktır. Burada maddi ve manevi açıdan dikkate alınması gereken husus şudur: Maddi açıdan göçmen, gittiği yerde, geldiği yerdeki rahatı bulamayabilir. Onun için kendi ayakları üzerinde durabilecek bir çabanın içine girer. Az ile yetinmeyi, başkasına muhtaç olmamak için daha çok çalışmayı, kendisinden sonraki nesline rahat yaşayabilecek bir ortam hazırlamayı dert edinir. Bu noktada göçmen psikolojisinin ekonomiye, kalkınmaya ve üretime olumlu katkısından bahsedilebilir. Kur’an’da “Allah yolunda hicret eden kişi yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur.” (Nisa, 4/100.) ayeti sanırım buna işaret eder.
Göç olgusunun manevi açıdan etkisine bakılacak olursa, eğer ki göçmen, beraberinde belli bir varlık, bilgi, değer anlayışı taşırsa ve taşıdığı bu manevi birikim, gittiği yerdekine baskın gelirse orayı kendi inancı ve düşüncesi doğrultusunda değişime tabi tutabilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabenin Medine üzerindeki en dikkate değer katkısı bu olmuştur. Şayet göç edenin yanındaki birikim, yok derecede ya da gittiği yeri etkileyebilecek seviyede değilse bu durumda gittiği yerde var olan din ve kültür onu asimile edebilir. Moğolların, gittiği yerlere yanlarında götürebilecekleri bir dünya görüşü, bilgi ve değer anlayışı olmadığı için olsa gerektir ki kılıçları, ele geçirdiği yerlerin insanlarının kalemine yenik düşmüştür.
Medine’ye hicret eden Müslümanların, oradaki nüfusun yaklaşık yüzde on beşini oluşturduğunu ancak diğer inanç gruplarına nispetle tutarlı, makul ve kabul edilebilir bir varlık-bilgi-değer inancı ve anlayışı ile organize şekilde orada var olduklarını dikkate almak gerekir. Bunun yanında başta Hz. Peygamber olmak üzere Mekke halkının uluslararası seviyede (Yemen’den Şam’a) ciddi bir ticaret tecrübesine sahip oldukları da bilinmektedir. Onun için Medine’ye göçmüş Müslümanların hem manevi hem maddi varlıklarını idame ettirmeye çalışmaları ve üç ciddi Medine savunmasına (Bedir, Uhud, Hendek) fiilen katılmış olmaları mücadelenin ne kadar çetin olduğunu gösterir. Bu da İslam’ın getirdiği sahih inanç yanında dünya tecrübesi, olgunluk, anlayış vb. açılardan iyice ‘pişmiş’ hâle gelen sahabenin niçin ‘gökteki yıldızlar gibi’ olduğuna da işaret eder niteliktedir.
Kur’an, Allah Teala’yı her an yaratma hâlindeki bir Yaratıcı (Rahman, 55/29.) olarak niteler. Hicret (veya göç etmek), dinamik hâlde yaşayan ve üretken bir insan tipinin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Hayatın olumsuzluklarına karşı dayanıklı, sabırlı ve olgun kişiliğin oluşumu için imkân sunar. Yetim ve öksüz yetişen, çocukluğu ve gençliği yakınlarının yanında geçen, evlat acısı yaşayan, çeşitli eziyetlere, mücadelelere göğüs geren ve hicret eden Hz. Muhammed’in hayatı, onun model insan (üsve-i hasene) ve yüce ahlak sahibi biri oluşunda şüphesiz ki etkilidir. Göçmenlik psikolojisinin belki de kişisel planda dikkate alınması gereken unsurlarından birinin de kişiye acziyetini fark ettirmesi ve her daim muhtaç varlık olduğunu hissettirmesidir.
Bugün ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde doksanı şehirlerde yaşıyor. Bu yazının konusu olmamakla birlikte otuz kırk yıl gibi bir süreçte ülkemiz nüfusunun hatırı sayılır kısmı çeşitli sebeplerden dolayı şehirlere göç etmiş hâldedir. Bunun getirdiği kültür, kentleşme, eğitim, sağlık vb. birtakım sorunlar yanında ilmî açıdan beyin göçünden ve artık dijital dünyaya yapılan bilinç göçünden de söz edilebilir. Anadolu’muzun ise asırlar boyunca fiilî anlamda yapılan göçlerin, hicretlerin mekânı olduğu bir gerçektir. Birtakım dramatik hâller yanında göç veya hicret olgusunun en dikkate değer hususlarından biri, dinamik bir kişilik ve toplum hayatına imkân sunmasıdır. “Şayet Allah’ın, bir kısmını diğeriyle savması olmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu. Lakin Allah, âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (Bakara, 2/251.) ayeti bu hareket olgusuna işaret eder. Yeryüzünün ıslah ve imarı, durgunluk psikolojisi (atalet) ile değil manevi açıdan bilinci Yaratıcı’ya sabit, maddi anlamda ise yeryüzünü dolaşan hareketli bir zihniyet sahibi kişilerle mümkün olabilir.