Makale

VAKİT KUDÜS

VAKİT KUDÜS

Sümeyra Çelİk
Ankara Keçiören Kur’an Kursu Öğreticisi

Sonra, sonra diye ertelediğimiz o sonra gelmişti artık. Kasım ayının sonuna doğru yola düştük. Bu yol ki düştüğümüz yerden bizi kaldıracak, düşkünlüğümüzü bitirecekti. Çok düşkündük o beldeye asırlardır. Çok tanıdıktı bize adı, tadı, kokusu, dokusu. Ne olduysa ayrılıklar girmişti aramıza, kopmaz sanılan bağlarla bağlandığımız diyarlar çıkmıştı dünyamızdan.
Şimdi bu hasrete bir son verecek, yine, yeni, yeniden daha da kavi bir bağ kuracaktık aramızda. İşte bizi Kudüs yollarına düşüren bu niyetlerdi.
Tüm hazırlıklarımın tamam olduğunu düşünüp valizimi elime alınca âdet üzere "Hakkınızı helal edin." deyip ayrılırken ılık rüzgârlar okşadı yüreğimi. Ismarlasam bu kadar güzel yol arkadaşları bulamazdım. Daha kutlu beldeye varmadan "etrafını bereketli kıldığımız" ifadesiyle tanışmak, bereketi yaşamak buydu galiba. Bir sefer mi iyi gelir insana, yoksa bir insan mı sefere bilinmez; yoldaki bütün yolcuların etrafı bereketliydi.
Birkaç günlük küçük bir sefer gibi görünen bu yolculuk, hayatımı Kudüs’ten önce ve Kudüs’ten sonra diye iki kısma ayırdı. İki kısım da benim hayatım olduğu hâlde hiç birbirlerine benzemiyorlardı. Namazlarım öncekilere, kitaplarım öncekilere, arkadaşlarım öncekilere, sözlerim öncekilere hatta susuşlarım bile öncekilere benzemiyordu. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama oldu.
İşte o an... Mescid-i Aksa’ya girdiğimde zaman ve mekân durdu, kuşlar uçuşlarını bıraktı sanki. Seslerden sada çıkmıyor, gözlere fer yetmiyordu. Sebebini hâlâ kestiremediğim bir ağlamaya tutuldum. Bu gözyaşları gözlerimden akıyor olamazdı. Yoksa ne diye ta ciğerimde bir sancı olsun ki.
Sağımda bu gözyaşlarına tanıklık eden zeytin ağaçları “Hoş geldin.” der gibi rüzgârların yaladığı yapraklarıyla, solumda çamlar tüm heybetleriyle kıyamda. Gözümü azıcık yerden kaldırmaya kalmıyor Kubbetü’s-Sahra karşımda beliriyor. Sahra-yı Müşerrefe’nin kıymetli şemsiyesi; gökyüzünün maviliğini mi kıskandırma telaşındasın yahut güneşe mi selam verme eyleminde bu sarı kubben.
Yağmur tam yerini bulmuş inzal için, ben de yağmur olsam Aksa’ya yağmak dilerdim Yaradan’dan. Islatıyor çorak topraklara dönmüş gönlümüzü. Ne yapmalıyım kestiremiyorum, bir tarafım hemen Sahra-yı Müşerref’e “koş” diyor, diğer yanım “Bu yağmurun zikrine katıl.” diyor, öbür yandan hemen namaz kılmalıyım diye düşünüyorum. Ne çok şeyi rastgele yapmışlığıma üzülüyorum şimdi. Yasin suresinin yazılı olduğu çinilerine takılıyor gözlerim. "Hayatta olanı uyarman için…" hattı hizasındayım. Boynum ta geriye doğru bu hattı okumaya çalışırken hayatta olduğumu fark ediyorum. Rasuller diyarı Kudüs’te, uyarıcılar yurdu Aksa’da bana sessizce haykırıyor bu ayet. Asırları aşıp gelen bu hakikati sanki ilk defa duyuyorum.
İşte etrafını bereketli kıldığımız,
ayetinin zamanı. İşte hayatta olanı uyarma zamanı. Kubbetü’s-Sahra’nın içine girerken üç mihrap minyatürü takılıyor gözlerime, her yanı kuşatmış Rasulüllah’ın hatırasının nakşedildiği bu mescitte. Medeniyetimizin derin içerikli tezyinatını duvarlarında, tavanlarında, kubbesinde seyre doyamıyorum. Az ileride birkaç basamakla şerefli kayanın altına iniliyor. Başka bir âlem burası, gök kubbenin altındaki Sahra kubbesinin de altında bulutların üzerindeyim. İçime çeke çeke her karışına gözlerimi gezdirirken ellerim semaya kalkmış, dilimde dualar, gözyaşlarım hicrette. Girişte selama duran mihrapların devamı var burada. Her yer mihrap her yer secde. Şairin ifadesi ile "yerin göğe en yakın kapısı" işte burası. Kalem gitmez artık buradan gerisini yazmaya, ya nasip...
Aksa’nın avlusunda karşılıyor bizi ecdadın yadigârı sebiller, kemerler, kubbeler. Tüm zarafetleri ile rabatlarını tutuyor ve usanmak nedir bilmiyorlar. Kıble Mescidi’ne doğru sürekli altlara indikçe yücelen adımlarımız devam ediyor yağmur eşliğinde. İşte şadırvanı da geçtik. Hz. Ömer’in en uç kısmına inşa ettiği Kadim Aksa’dayız, Mervan Mescidi’ndeyiz, Kıble Mescidi’ndeyiz. İlk kıble diyarında Kıble Mescidi’nde kıbleye doğruyuz. İkindi namazı vakti. İkindi yağmuru eşliğinde belki de ömrümün ikindisinde Aksa’da namaza başlayınca "Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren Rabbin" ayeti düşmüyor dilimden. “Rabbim mescit mescit gezdir yeryüzünde, secde edilmedik yer bırakma bize!” duasıyla beraber. Önümüzdeki sabah namazına kadar bundan daha lezzetli namaz kılınmaz diye düşünüyordum.
Akşam namazını gözlüyorum şimdi Aksa’da olduğuma hâlâ inanamadığım bu safta. Safta olmak, saf olmak, safını bilmek nedir soruları kafamda hamd ediyorum beni bu safta durdurana. Safların boşluğu takılıyor aklıma, Mescid-i Aksa’nın boş safları içime oturuyor. En önde birkaç saf beyler, en arkada iki yarımı toplasan anca bir tam saf edecek hanımlar, hepsi bu kadar. Hangi matematik çözer bu denklemi? Şu kadar Müslüman’ın olduğu dünyamızda Aksa’da bu kadar saf var öyle mi? Yer yarılmıyor ki içine girsem. Zeytindağı kadar bir hicran, bir öfke oturuyor yüreğime. Bu bahsi üzülerek geçiyorum.
Çocukları var Mescid-i Aksa’nın, Meryem sözlü Yusuf yüzlü çocukları, cıvıltılarını coşkularını hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyen çocuklar. İbranice ödevini yaparken tanışıyorum ilkiyle; zorunlu imiş bu ders. İşte işgalin yüzü bu masum çocukta görünüyor. Çok seviyorum diyor Aksa’yı, her gün okuldan sonra geldiğini söylüyor. Hz. İbrahim’in zürriyetine yaptığı dua aklıma hücum ediyor o an. “Rabbim bizi de zürriyetimizi de muhafaza eyle!” duasıyla sarılıyorum ona. Umut kokuyor cesaret kokuyor Aksa’nın bu güzel yavrusu.
Kelimeler tepişiyor kafamda şimdi. Yazının tam da burasında bu çocuğu nasıl geçeceksin de başka cümleler kuracaksın, diyorlar. Geçmiyorum, geçemiyorum onu. Kudüs’te hangi yöne gitsem bu çocuk dikiliyor düşüncelerimin karşısına. Bu çocuk gösteriyor bana bir kalemde geçeceğim şeyleri ve asla vazgeçemeyeceklerimi. Dilimizde güzel bir deyim vardır “Gönlümden geçti.” diye. Gönlümden geçmeyecek Kudüs, sözümden geçmeyecek, özümden geçmeyecek. Hiç duymasan da sana söz veriyorum çocuk, geçmeyecek. Bundan böyle bütün telaşlarım bu söze halel gelmesin diye. Rabbim, katından bir destekle bizi destekle!
Bütün resimler seni çizecek şimdi, bütün türküler sana yakılacak. Şiirlerin konusu sensin, kitaplar seni anlatacak. Filmler senin için çekilecek, çizgiler seni işleyecek. Belki de bir kilime dokuyacağız seni yeniden ya da aş olup dağıtacağız buram buram kokunu. Çeşmeler sana su taşıyacak şimdi, kubbelerde sen yankılanacaksın. Masallar seni anlatacak çocuklara, anneler seni örecek saçlara, babalar seni getirecek evlere ve saatler hep seni gösterecek.
Vakit Kudüs vakti…