Makale

SÂMİHA AYVERDİ

SÂMİHA AYVERDİ

Fatma Nur Ünlü Sürer

1906 senesinin sonbaharı, hava ayaz… Bedenleri üşüten soğuğa rağmen yürekler ilahî aşkla tazarruda. Ramazan ayının en hayırlı gecesinde, İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde, savaş gazisi İsmail Hakkı Ayverdi Bey’in evinde bir kız çocuğu dünyaya “Merhaba” dedi. Gülümseyen yüzünde, o parlak gözlerinde istikbale dair keskin zekâ pırıltıları yanıp sönüyordu. Kulağına okunan ezan ve tekrarlanan adı ile varlığı daha da anlam kazanmıştı.
Kendi ifadesiyle “Hayat bambaşka bir şeydi. Bildiğimiz gibi, doğmak, büyümek ve ölmekten ibaret değildi.” Varlığın ihtiva ettiği derin mananın anlaşılması demek, insanın anlaşılması, sırrının faş olması demekti. İnsan bu malumata vâkıf olmaya başladığı vakit, belki Hakk’ın bilgisine ulaşma gayretleri de sonuç verebilirdi.
Mübarek bir günde ailesinin ikinci ve son çocuğu olarak dünyaya gelen Sâmiha Ayverdi, çok küçük yaşlarda anlattığı hatıralarla, fikir ve ferasetini açığa çıkaracak derecede kuvvetli bir hafızaya sahip olduğunu göstermiştir. Selamlık sohbetlerinde babasının davetlerine icabet eden pek mühim eşrafın sohbetlerinden aldığı feyizle örmüştür sağlam kalesinin duvarlarını. Bilhassa daha sonradan eserlerinde de belirttiği, büyük amcası İbrahim Efendi’nin konağının onun hayatında ve eserlerinde çok büyük bir yeri olmuştur. Osmanlının son dönemlerindeki kültür ve yaşam biçimine dair verdiği detaylı malumatı aktarırken bu anlatılanlar ona göre ne hikâye ne masal ne de romandır. Yazdıklarını tam hakikatiyle yaşanmış bir hayat tablosu olarak sunar bizlere. Konak hayatındaki figürlerin ayrıntılarını kâh övgüyle anlatır kâh dönemin son hatıraları olarak tarihe kaydetmenin verdiği buruk bir hüzünle yâd eder.
Ona göre bu konak, kendisi ile beraber içinde yaşayan tüm unsurlar dâhil olmak üzere son Osmanlının bir mümessilidir. O anlatırken biz satır aralarından içeri sızar ve Kalenderhane Camii’nin önündeki meydana bakmakta olan konağın kapısından girer, âdeta ev ahalisinden biri oluveririz. Konaktaki yirmi beş odanın her birinde ayrı bir zarafet, ayrı bir incelik bizi ağırlar. Sâmiha Ayverdi’nin kalemiyle tarihe dokunur, duvarlarda, aydınlık sofalarda, sandık odalarındaki türlü çeyizlerde geçmişin izlerini süreriz. En sonunda bir devrin kapanışı ile birlikte konağın ruhunun da hazin bir şekilde yok oluşunu izleriz. Bu yok oluştan bize ancak “İbrahim Efendi Konağı”nda yâd ederek muhafazaya çalıştığı hatıraların miras kaldığını bilerek…
Sâmiha Ayverdi’nin yaşam felsefesinin özetine baktığımızda; maddeye karşı manayı savunduğuna şahit oluruz. Hepimizi kâinat içindeki bir yazı olarak görür ve “Dile Gelen Taş”ta dünyaya gönderiliş amacımızın, varlığımızın manasını bulmak olduğunu söyler. Kendi varlığının manasını bulan insan Hakk’ı bulmuştur ona göre. “Aşk Budur” adlı ilk romanında Allah aşkıyla tutuşan her zerresini yine aşkla konuşturur. Bu aşkla kişi, eşyanın hakikatine vâkıf olabilir diye düşünür Sâmiha Ayverdi. Böylece kuşlar misali bir görünüp bir kaybolan gerçeği bulma çabasıyla kanat çırpışlarındaki ritmi yakalar insanoğlu. Sâmiha Ayverdi’nin bu ruh tekâmülüne ermesinde elbette manevi hocası Kenan Rifâi’nin çok büyük tesiri olmuştur. Onun sohbetlerinin akabinde âdeta bambaşka bir hâletiruhiye içinde yaşar. O günden sonra derin bir muhasebe, manevi bir murakabe içinde bulur kendini. Hayatını bu eksende yaşarken ruh dünyasından neşvünema bulmuş eserlerindeki pek çok dize ile irşat eder gönülleri. O artık bir gönül mürşididir. Bir yandan mana arayışı içinde manevi değerlerin ulviyetini anlatmayı vazife bilirken diğer yandan da bizi biz yapan millî değerlerimizden kopmamayı salık verir. Anlattığı davanın samimiyeti ile sarsar tüm vatan evlatlarını. Bu paha biçilemez hazinenin farkında olamayışımızın bahtsızlığı içinde yok olduğumuz gerçeğini haykırır yüzümüze. Ve mazinin dostluğuna sığınır her seferinde.
“Tarih, kalemini yontuyor ve dökülen insan kanlarına batırarak bir şeyler yazmaya hazırlanıyordu.” Sâmiha Ayverdi’ye göre. Onu okurken Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan savaşlarla halkın maruz kaldığı acı, yoksulluk, sefalet dolu günlerin kederi düğümlenir boğazlarımıza. Yine de ona kulak verirken kendi öz benliğimizin gücünü keşfederiz. Kaybolmaya yüz tutan öz kültürümüze sahip çıkmanın ne denli mecburi ve mühim olduğunu idrak ederiz.
Hakk’ın takdirine güvenerek biz kulların teslimiyet ve çabasıyla başarının tecelli edeceğine dair ümitle hayatında asla yeise yer vermez Sâmiha Ayverdi. “Ne mutlu, hayvanlaşmış ve kudurmuş bir dünya ortasında gönül ve sevgi kalesi kurmuş olana!” diyerek umutlarının baki olduğunu iletir. Asıl meselenin savaşları kaldırma gayreti içinde olmak değil de yeryüzünden vahşeti, zulmü ve gaddarlığı kaldırmak olduğunu dile getirir “Rahmet Kapısı”nda.
Ömrünü hakikati aramaya, bulmaya ve anlatmaya adamış; Gül Baba’nın ayakucunda Merkez Efendi Kabristanı’nda metfun bu vatanperver annemiz için ölüm, fani bir dünyadan uykuya dalmak ve baki olan başka bir dünyaya gözlerini açmak demekti. Asıl geçmekte olanın zaman mı yoksa bizler mi olduğunu sorgularken tüm ömrünün muhasebesi niteliğinde olacak şu cümleler dökülüyordu ağzından:
“Geçti, diyorum. Acaba geçen zaman mı, biz miyiz? Evet, bir geçmek ve eskimek vaki ise, o, zamana değil bize ait. Taş, toprak, nebat, hayvan ve insan hep o çarkın dişleri arasında bir lokmadan başka nedir sanki?”

Bir milletin romantizmini idrak edebilmesi, neticede de kendi varlığından haberdar olabilmesi için, gözünün, körlükten görücülüğe dönmesi, kulağının da sağırlıktan duyuculuğa çevrilmesi lazım.
Bir Süleymaniye, bir Selimiye, hatta bir imaret, bir sebil, bir kemer, bir medrese, bir mescit ve hatta kurumuş bir çeşme yalağı dahi, biganece yanlarından geçip gidenlere: Hey!... Bir kere de görerek bak! diye seslense, kulakları ve gözleri, belirli klişelerle kapanmış ve tıkanmış kimselere seslerini duyuramazlar. Zîra bütün bu geçmiş zaman yâdigarları ona göre köhne, bayat, hatta tahribi ve tasfiyesi gereken, gerilik izleridir.
İş bakmakta değil görmektedir. Görücü gözü ve işitici kulağı mazisine açıldığı an, o hatırlayış, bir milletin silkinip dirilişi ve uyanışı demektir. (Ne İdik Ne Olduk/s.52)