Makale

İSLAM AHLAK ÖĞRETİSİNDE ÇEVRE

İSLAM AHLAK ÖĞRETİSİNDE ÇEVRE

Yrd. Doç. Dr. Ahmet BOZYİĞİT
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


İnsanın içinde yaşadığı, etkilediği kadar etkilendiği canlı ve cansız ortam anlamına gelen çevre, çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. İnsanın değişerek kendisinde de değişme meydana geldiği çevreler sadece doğal çevre ile sınırlandırılamayacak kadar da çeşitlidir. Çevre ile ilgili kullanılan Yunanca kökenli ekoloji sözcüğü ilk olarak canlı varlıkların ve organizmaların çevreleriyle ve birbirleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı anlamında kullanılırken, bugün çevre sorunlarını bir bütün olarak inceleyen bir bilim dalı hâline gelmiştir. (Mehmet Bayrakdar, İslam ve Ekoloji, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara 1997, s. 15.) Arapça çevre anlamındaki “el-Bie” kelimesi ise insanların birbirleri ve diğer varlıklarla ilişkilerinden tutun, insanın yeme, içme, barınma, giyinme ve davranışları konusunda hayatının bütün alanlarıyla ilgili dinî ve dünyevi bütün işlerinin durumu anlamlarına gelir. (Fuad Abdullatif Es-Sertavî, el-Bî’e ve’l-Bu’du’l-İslâmî, Daru’l-Mesire Amman, 1999, s. 24, 25.) Buna göre insanın doğrudan veya dolaylı olarak, canlı cansız, uzak yakın, maddi manevi âlemdeki bütün varlıklarla olan ilişki ve irtibatı insanın çevresini (bî’e) oluşturmaktadır. Bu ilişki ve irtibatı ele alan ilim de ekolojidir.
İslam dini, insanın âlemle olan ilişkisini ibadet anlayışı çerçevesinde bütünsel olarak ele alır. Bu bakımdan Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in sünnetinde insanın çevresi ile ilişkisi konusunda göstereceği erdemli davranışlar ibadet sayılmıştır. Kur’an-ı Kerim, tabiatın güzelliğinden bahsederken, insanın tabiatla nasıl bir ilişki içerisinde olması gerektiği hakkında da bilgi vermektedir. Aşağıdaki ayetlerde çevre dengesi ve korunması ile ilgili bilgi verilmektedir. “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer, 54/49.) “Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.” (Hicr, 15/19.) “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hicr, 15/21.) “Göğü yükseltti ve dengeyi koydu. Dengeyi doğru tutun, dengeyi bozmayın.” (Rahman, 55/7-9.) “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum, 30/41.) Kur’an’da kötü ahlaki davranışların çevre ve kâinatın düzeni için de zararlı oldukları anlatılmaktadır. (Mehmet Bayrakdar, s. 44.) “İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o düşmanlıkta en amansız olandır. O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 204-205.) Burada ayetin sonunda belirtildiği gibi fesat (bozgunculuk) çıkaranların tabiatın düzenine de zarar verdikleri ifade edilmektedir.
Peygamberimizin de uygulamalarında çevre konusunda hassas davrandığını, ağaç dikmeye önem verdiğini, Medine, Taif gibi yerlerde sit alanları oluşturduğunu görüyoruz. El-Ğabe ormanı için “Kim buradan bir ağaç kesecek olursa onun karşılığı bir ağaç diksin.” (Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, Beyrut 1407/1987, s.17, 18.) diye buyurmuştur. Şu iki hadis de çevre ile ilgilidir: “Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.” (Buhârî, El-Edebu’l-Müfred, 168.) “Her kim yerine yenisini dikmeden bir sidre ağacını kesecek olursa, Allah ona cehennemde bir ev yapar.” (Ebû Davud, Edeb, 158, 159.) İlgili hadisler örnek olarak çoğaltılabilir. Peygamberimiz, hayvanlara karşı şefkat, merhamet ve hayvan neslinin korunması konusunda da çok hassas davranmış, hayvanlara işkence yapanlara lanet etmiştir. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44.) Hz. Peygamber, suların kullanımından, evlerin ve yolların nasıl yapılması gerektiğine (İbn Mace, Taharet, 48.), Medine’nin çevresinde avlanmanın, ağaç kesmenin, ot biçmenin yasaklanmasına kadar (Buhari, Büyû’, 53.), ekolojik dengeyle alakalı birçok konuda uygulamalar getirmiştir. (İbn Mace, Taharet, 48.) Ayet ve hadislerde verilen bilgilerde, çevreye gösterilmesi gereken hassasiyet, diğer ibadetler için istenen hassasiyet kadar önem arz etmektedir. İnsanlık tarihinin çok erken bir döneminde başlayan İslam’daki ekolojik hareketin ortaya çıkmasının sebebi kutsal kitabımız Kur’an olmuştur. (Mehmet Bayrakdar, s. 25.) Bu bakımdan çevreciliğin tarihi İslam’ın tarihi ile, İslam’ın tarihi de Hz. Muhammed (s.a.s.) ve hatta Hz. Âdem ile başladığı için başlangıcı ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’e kadar gitmektedir. (Cafer Sadık Yaran, 2008, s. 121.)
Hz. Muhammed’den (s.a.s.) sonra dört halife arasında çevre duyarlılığını icraatlarıyla gösterenler arasında özellikle Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in ismi zikredilir (Mehmet Bayrakdar, s. 26.) Sonraki devirlerde
İslam düşünürleri bu meseleyi genel ahlak kuralları çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Bu düşünürlerden İbn Sinâ (980-1037) ve Bîrûnî (973-1051), kurulacak bir yerleşim yeri için suya ve ulaşım durumuna dikkate çekerek, havası en temiz olan yere şehrin kurulması gerektiğini söylerler. Onlara göre sağlıklı bir çevrenin en belirleyici özelliği hava olup kendi devirlerinde en uygun hava durumunu tespit için de çeşitli yöntemler denemişlerdir (Mehmet Bayrakdar, s. 26.) İbn Haldun (ö. 1405) da şehrin konumu, kuruluşu, imarı ekosistemle olan irtibatı konusunda birçok şarttan bahsederek, İbn Sinâ ve Bîrûni gibi havanın temizliği şartı üzerinde durmuş, bir şehrin kuruluşu ile ilgili konuşurken şehrin konumundan güvenliğine, bitki örtüsünden su havzalarına, evde yetiştirilecek ehli hayvanlardan yabani hayvanlara kadar çevresel bütün faktörlerin düşünülmesi ve göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. (İbn Haldun, 2007, s. 635-637.) İbn Miskeveyh (ö. 1030) de eserlerinde varlığın mertebelerinden, evriminden, hayvan çeşitleri ve özelliklerinden, bitki çeşitlerinden, bitkilerin cansız varlıklara olan üstünlüklerinden ve tekâmülünden, bu tekâmülün insanlara kadar gittiğinden bahseder. (İbn Miskeveyh, 1325, s. 76-83; 2011, s. 296-299.)
Diğer İslam bilginlerinden Nazzam (ö. 835), Cahız (d. 776 – ö. 869), İhvanu’s-Safa, İbn Tufeyl (ö. 1185), Mevlana (1207-1273) gibi ilim adamları, canlı, cansız bütün varlığın kökeni, özellikleri ve canlıların yaşamlarından bahsederken dolaylı da olsa çevresel konulara da değinmişlerdir. Ayrıca yakın tarihte bu konuyla ilgilenen Ahmet Hamdi Akseki’nin “Ahlâk İlmi ve İslâm Ahlâkı” adlı kitabında “Hayvanlara Şefkat” gibi bölüm başlıkları vardır. (Mehmet Bayrakdar, s. 31.) Çevre konusunun bağımsız bir ahlak disiplini hâline gelmesi, çevresel sorunların küresel bir kriz halini aldığı XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra olmuştur.
İslam ahlak öğretisine göre doğa amacı olan, mükemmel, insanın emrine âmâde olarak verilmiş masum bir hediyedir. (İsmail R. Faruki, 1987, s. 68- 70.) Evren aynı zamanda “amaçlı” olarak yaratılmıştır. Küçücük kum taneciklerinden, okyanusun yüzeyindeki ufacık bir planktona, galaksilere, güneşe, dev ağaçlara, balinalara ve fillere kadar hayatı ve ölümüyle bütün varlıklar, Allah’ın onlara tayin ettiği bir amacı yerine getirir. Bütün yaratılanlar birbirine bağımlıdır ve aralarındaki mükemmel ahenkten dolayı sekteye uğramadan çalışırlar. İlaveten doğa “kutsal yurt” olarak yaratılmıştır. İnsan iyi bir kiracı gibi, Yaratıcısının mülkiyetini dikkatle korumak zorundadır. Yaratılışın gözcüsü sıfatıyla insan, ölümünde Allah’a olan güvenini, aldığı zamana oranla daha iyi bir durumda teslim etmekle yükümlüdür. (İsmail R. Faruki, s. 75- 78.)
Sonuç olarak söyleyecek olursak; insanın maddi manevi olarak etkilediği ve etkilendiği canlı cansız ortam bir bütün olarak çevreyi oluşturmaktadır. İslam ahlak öğretisinde çevre ile ilgili hassasiyet, Müslümanların İslam’la müşerref olmasıyla birlikte başlamıştır. Çevre bilinci ve duyarlılığı konusunda Müslümanların Kur’an’dan ve peygamberimizin sünnetinden aldığı bilgiler hayli fazladır. Birçok Kur’an ayeti nasıl bir çevrede yaşamamız gerektiği konusunda bizi uyarırken, sünnet-i seniyye ile de bu durum adeta pekiştirilmiştir. Kur’an ve sünnette çevreye gösterilmesi gereken hassasiyet ibadet anlayışı çerçevesinde, tevhit inancının bir gereği olarak görülmüştür.
Peygamberimizden sonra çevre konusunda duyarlılıkları ile bilinenler arasında Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zikredilmektedir. Onlardan sonra da bu konu üzerinde önemle durulmuştur. İslam filozofları ve ahlakçıları çevre ile ilgili problemlerin henüz bir kriz hâlini almadığı zamanlarda dahi çevre konusunda bilgiler vermişlerdir. İbn Sina, Biruni, İbn Haldun, İbn Miskevey gibi İslam düşünürleri nasıl bir çevre arzu ettiklerini, insanların nasıl bir ekosistemde yaşamaları gerektiği konusunda çeşitli bilgiler vererek belki de günümüz ekolojik sistemin temelini atmışlardır. Ondan sonraki dönemlerde de Müslüman düşünürlerin çevre duyarlılığı devam etmiş, konu yakın tarihteki ilim adamlarınca da ele alınmış, küresel bir kriz hâlini aldıktan sonra bağımsız bir mesele olarak görülmeye başlamıştır.