Makale

Diyanet işleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez: “İnsanlık kutsal değerlerle imtihan oluyor”

SÖYLEŞİ

Söyleşi: Mehmet Erdoğan

Diyanet işleri Başkan Yardımcısı
Doç. Dr. Mehmet Görmez:
“İnsanlık kutsal değerlerle imtihan oluyor”

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez ile geçen aylarda önce bir Danimarka gazetesinde, ardından bazı batı ülkelerinin gazetelerinde yer alan ve bütün dünya kamuoyunu etkileyen Hazreti Peygamberin sözde karikatürleriyle ilgili gelişmeleri değerlendirdik. Sayın Görmez, olayın arka plânını, psikolojik temellerini ve bu olay üzerinden amaçlanan beklentileri irdeledi ve konuyla ilgili sorularımızı cevapladı

-Sayın Hocam, bütün dünya Müslümanlarının yoğun tepkisini alan karikatür olayıyla ilgili gelinen son noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Önce hiç kimsenin kutsal değerlerine hakaret edilmediği barış dolu bir dünya temenni ediyorum. Gerçekten birkaç haftadır insanlık tarihinde çok üzücü olaylar yaşanıyor. Çünkü insanı insan yapan, toplumları toplum yapan kutsal değerler vardır. İnsanlar, eğer o kutsal değerlerle kendilerini tanımlıyor, o kutsal değerlerle dünyadaki varlıklarını anlamlandırıyorlarsa onlara hakaret, insanların tamamına hakaret, insanların tamamını aşağılamak anlamına gelir. Bu sebeple bütün dünyada bu olay sadece peygamberlerini canından aziz bilen Müslümanları değil, aslında inanca saygı gösteren, insana saygı gösteren, insanı insan yapan değerlere saygı gösteren, dünyanın barışı, huzuru için endişe taşıyan sağduyulu bütün insanları üzmüştür. Belki İslam dünyasında ve batıda ortaya çıkan tepkiler, karikatürlerin kendisinden çok o ülkelerin, toplumların, yöneticilerin hassasiyet zaafına yönelik olmuştur. Bu tepkileri anlamak için Müslümanların peygamber sevgisi ve bütün peygamberlere gösterdiği saygının derecesi ile batı toplumlarının gösterdiği hassasiyet zaafı arasındaki uçurumu görmek ve anlamak gerekir. Bu uçuruma rağmen bunun ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü olarak dile getirilmesi, üzüntüleri had safhaya çıkarmıştır.
-Basın ve ifade özgürlüğü ile paralel olarak değerlendirilmesi soruna yeni bir boyut mu kattı?
-Evet doğuda, batıda, nerede yaşarsa yaşasın herkes çok iyi bilir ki, insanlara sövmek, insanları aşağılamak, insanların inancına saygısızlık yapmak, insanların inancına hakaret etmek hiçbir zaman ifade özgürlüğü içinde değerlendirilemez, bu evrensel bir ilkedir. Ancak karikatürler yayınlandıktan üç ay sonra herhangi bir yerden çok fazla bir tepki gelmeyince batılı aydınlar, bunları ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmeye ve tartışmaya başladı. Sonra yöneticiler konuya dâhil oldu. Ardından akl-ı selim sahibi bazı insanlar, hem karikatürleri yayınlayan gazetelerin yöneticilerini, hem de söz konusu ülkenin yöneticilerini bu konuda bir tavır almaya, bir gönül almaya davet etti. Durup dururken Danimarka’nın Başbakanı bir basın toplantısı düzenledi ve bu ülke bir ifade özgürlüğü ülkesidir, dedi. Doğrusu bu basın toplantısı olayı daha da tırmandırdı. Danimarka’da bir araştırma enstitüsü, Orta Doğu araştırmaları üzerinde yoğunlaşan bir enstitü ne derece doğru bilmiyorum, ama çok ilginç bir açıklamada bulundu. Gazete yöneticilerinin kendilerine önceden bu karikatürleri gösterdiğini, bunları yayınladığımız zaman Müslümanların tepkisi nasıl olur diye sorduğunu, onların da tepkinin çok büyük olacağını, sakın böyle bir şey yapmayın dediğini naklettiler. Eğer bu doğruysa, olayın özellikle plânlanmış bir şey olduğunu gösteriyor. Daha sonra karikatürler, Fransız ve Alman gazetelerinde yayınlanmaya başladı. Anlaşılan batı dünyası, bu karikatürler üzerinden İslâm dünyasını test etmeye, ifade özgürlüğü dersi vermeye yeltendi ve tepkileri ölçmeye çalıştı.
-Bakalım İslam dünyası ne kadar hoşgörülü mü demek istediler?
-Evet, koca bir dünyayı imtihan etmeye başladılar. Fransa ve Almanya’dan sonra Hırvatistan’da bir gazete karikatürlerin tamamını yayınladı. Dolayısıyla olay bir kampanyaya dönüştü ve bütün dünyada âdeta insanlar tahrik edildi. Çünkü iki şeyin çok iyi bilinmediğini düşünüyorum. Öncelikle batıda neden İslâm’a yönelik eleştiriler Hz. Peygamberin şahsında odaklaşıyor, bu sorunun cevabını çok iyi bilmek lâzım. İlmî olarak araştırmak lâzım. İkincisi İslâm dünyasında Müslümanlar için peygamber inancı, peygamber saygısı, bütün peygamberlere saygı nasıl bir değer ifade ediyor, bu iki hususun çok iyi bilinmediğini düşünüyorum.
-Batının kutsal anlayışıyla İslam dünyasının kutsal değerlere bakışı, hem anlam hem de kapsam açısından çok farklı.
-Çünkü başka bir inancın kutsalına hakaret eden, onları aşağılayan, aslında kendi kutsalını da tanımıyor demektir, insan kendi inancına ne kadar saygılıysa, başkasının inancına da o kadar saygılı olmak zorundadır. Özellikle Danimarka’nın 2001 yılında da Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu tarafından uyarıldığını biliyoruz. Ancak Danimarka bildiğinden şaşmadı ve aynı yolda devam ettiğini göstermiş oldu. Sadece bu konuda değil, meselâ Diyanet İşleri Başkanlığı, Danimarka’daki Din Hizmetleri Müşavirliği vasıtasıyla Danimarka hükümetine İslâm dininin de resmî bir din olarak tanınması için müracaat etti. Danimarka’da Müslümanlar, ikinci büyük nüfusa sahip. Ancak Danimarka hükümeti yazılı olarak bizden İslâm dininin nasıl bir din olduğuna dair bir rapor istedi. Biz bunu da yadırgadık. 1400 yıllık bir din, bütün dünya dillerinde kütüphaneler oluşturacak kadar eserler yazılmış olan bir din hakkında, sanki yeni çıkmış bir dinî akım, yeni bir dinî mezhepmiş gibi bunu bize rapor edin dediler. Biz de istenileni yerine getirdik ve nasıl bir cevap gelecek diye sonucunu bekliyoruz.
-Batıda İslam’a yönelik eleştiriler neden Hz. Peygamberin şahsında odaklanıyor?
-Batıda İslâm’a yönelik eleştirilerin Sevgili Peygamberimizin şahsında odaklaşmasının bir geçmişi var. İlmî olarak bunun izah edilmesi gerekiyor. Yaklaşık iki yüz yıl batı dünyası, İslâm dini ile ilgili bilgileri kendilerinin yetiştirdiği oryantalistlerden aldı. Oryantalistlerin büyük bir kısmı İslam dinini bir tevhit dini, bir tek Allah’a inanan bir din olmaktan çok, "Mu- hammedanizm" olarak adlandırdı. Yani zımnen satır aralarında hâşâ Hz. Muhammed’e tapan bir topluluk olarak takdim etti. Bu yanlış bilgi maalesef hepsinde ön yargılar oluşturdu. Bu son derece önemli bir husustur. Bizim Müslümanlar olarak öncelikle bu yanlış bilgiyi izale etmemiz, böyle düşünenleri doğru bilgilendirmemiz gerekiyor. Bunun özellikle altını çizmek isterim.
-Bütün dünyada tepkiler devam ediyor, Başkanlık olayları nasıl değerlendiriyor?
-Biz doğrusu olay patlak vermeye başlar başlamaz önce konuyu izlemeye aldık, serin kanlı bir şekilde takip ettik, önce karikatürleri temin ettik, onları tahlil ettik, onlar hakkında yapılan değerlendirmeleri, batı kamuoyunda aleyhte ve lehte yazılanları takip etmeye çalıştık. Daha sonra Diyanet işleri Başkanlığı olarak hem bu olayı kınayan, bunun ne kadar yanlış olduğunu ifade eden, hem de buna gösterilecek tepkilerin Sevgili Peygamberimizin bizlere miras olarak bıraktığı ahlâkî ilkelerin başında yer alan onurlu, vakarlı ve itidalli bir şekilde olması gerektiğini ifade eden basın açıklamamızı yaptık. Daha sonra biz bunu dünya dillerine tercüme ederek dünya kamuoyuyla paylaştık. Ayrıca doğuda batıda farklı dinlere mensup olan dinî kurumların açıklamaları bize akmaya başladı, biz onları değerlendirdik. Onlarla yazışmaya, bu konuda harekete geçmeyen bazı dinî kurumlan da batıda bir hassasiyet oluşturmaya davet ettik. Doğrusu hem yurt içinde yaşayan diğer dinî kurumlar ki, ben burada hem yurt içindeki hem de yurt dışındaki dinî kurumların liderlerine teşekkür ediyorum, anında tepkilerini gösterdiler. Bunun asla bir ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ettiler; bizim açıklamamızdan çok daha sert açıklamalar yapan, bunun bir küstahlık olduğunu ifade eden açıklamalar oldu, hatta Vatikan bunu ifade özgürlüğü olarak değerlendirenlere isyan edelim diye bir tabir kullandı. Bizim tepkimiz çok farklı bir tepki, çünkü biz bütün peygamberlere iman ediyoruz. Hz. Muhammed’e ne kadar iman ediyor, ona ne kadar saygı gösteriyorsak; Hz. Isa’ya, Hz. Musa’ya, Hz. İbrahim’e, Hz. Âdem’den Hz. Peygambere gelene kadar bütün peygamberlere iman etmek, onlara saygı göstermek, bizim inancımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Ayrıca millet olarak peygamberlerin tamamına o kadar sevgi saygı göstermişiz ki, şöyle bir araştırma yapılsa, acaba Türkiye’de kaç yüz bin Isa var, kaç yüz bin Musa var, kaç yüz bin İbrahim var; bir peygamberler ailesiyiz. Âdem, idris, Yusuf, Yunus, Salih bütün bunlar peygamberlerin isimleri ve biz millet olarak Âdem’den beri Hz. Peygambere kadar bütün peygamberlere saygımızı, çocuklarımıza onların isimlerini vererek ortaya koymuşuz. Millet olarak bizim bütün peygamberlere sevgimiz, saygımız ortadadır. Bu sebeple bütün camilerimizde Allah’ın kutlu elçilerine saygıyı anlattık. Bizim peygamberler arasında asla ayırım yapmadığımızı, bütün peygamberlere saygı göstermek zorunda olduğumuzu ifade ettik.
-Tepkilerin üslûbu konusunda ne diyorsunuz?
-Biz Müslümanların böyle bir olaya tepkisi asla bir misilleme şeklinde olamaz. Onlar benim kutsal değerlerime hakaret etti, öyleyse ben de onların kutsal değerlerine hakaret edeyim, diye bir düşünce içinde olamayız. Kaldı ki bu, bütün dinlerin kutsallarına saygısızlığı marifet bilen bir düşüncenin ürünüdür ve Hristiyanlıktan İslam’a yöneltilmiş bir eleştiri değildir. Çünkü onların kutsal değerleri bizim de değerlerimizdir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem’e tahsis edilen müstakil bir sure var. Hz Meryem’i yetiştiren aileye tahsis edilen Âl-i imran suresi var. Kur’an-ı Kerim bize Hz. İsa’yı bütün yönleriyle anlatır ve onu bizim peygamberimiz olarak değerlendirir. Her akşam yatsı namazından sonra Kur’an-ı Ke- rim’den bir ayet okuruz, bunu gelenek hâline getirmişiz. O ayet, Sevgili Peygamberimizin miraç hediyesi olarak insanlığa getirdiği bir ayettir. Ayet, "Biz peygamberler arasında ayrım yapmayız." der. Peki tepki gösterilmeyecek mi? Elbette gösterilecek. Ancak tepkiler peygamber ahlâkına uygun olmalı. Bu son derece önemli ve anlamlıdır. Herkes nasıl tepki göstereceğini ancak onun hayatında bulur. Zor zamanlarında dahi onu taşlayanları elini açıp, "Allah’ım bunlar cahil insanlar, bunlar bilmiyorlar, bunları affet." diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Gerçekten bilhassa Mekke’nin fethinden sonra hayatı boyunca mesajını engellemek, kendisini ortadan kaldırmak için mücadele eden bütün düşmanlarını affeden bir peygamberdir o. Bu sebeple bütün halkımızı Peygamberimizin mücadelesini yeniden öğrenmeye davet ediyorum. Eğer Peygamberimizin mücadele yöntemini iyi öğrenirsek her konuda nasıl davranacağımızı, nasıl tepki göstereceğimizi de öğrenmiş oluruz. İslam’ı ve onun peygamberini karalamak isteyenler sadece kendilerine zarar verir. İslâm’a düşmanlan değil de Müslümanlar zarar verebilir. Öyleyse davranışlarımızı İslâm’ın ruhuna ve Peygamberimizin örnekliğine göre gözden geçirmeliyiz. Meselâ Trabzon’da bir din adamının mabette öldürülmüş olması, bizi son derece üzmüştür. Aynı olayı Hz. Pey- gamber’in hayatında arayacak olursak, kendisine yönelik taarruzlarda ve savaşlarda dahi arkadaşlarına şu emri veren bir peygamberdir: "Sakın kadınlara dokunmayın, sakın çocuklara el uzatmayın. Sakın mabetlerde ibadete çekilmiş din adamlarına dokunmayın ve el uzatmayın. Hayvanlara dokunmayın, ağaçlara zarar vermeyin." Biz, bu emri veren bir peygamberin bağlılarıyız, ümmetiyiz. Onun için bilhassa bu tepkileri gösterirken, şiddet içeren davranışlarda bulunmak, başka insanların ölümüne sebep olmak, başkalarının elleriyle, kalemlerle çizdiği karikatürleri Müslümanların kendi davranışlarıyla çizmeye kalkışmaları anlamına gelir, bu da hem batıda hem doğuda son derece yanlış anlamalara yol açar, ön yargıları besler.
-Burada bir öz eleştiriye de ihtiyaç yok mu?
-Evet Müslümanlar olarak bizim ciddî bir öz eleştiri yapmamız gerekir. Ben şahsen karikatürleri ilk gördüğümde tabiî ki peygambere inanan, onu çok seven bir insan olarak önce hayıflandım. Acaba neden biz Peygamberimizi bu insanlara çok doğru bir şekilde anlatmadık, doğru bir şekilde tanıtmadık. Suç sadece bunların mı, olayı sadece cehaletle ve düşmanlıkla izah etmek mümkün mü? Acaba biz, bütün dünyaya Peygamberimizi daha doğru tanıtsaydık bu olur muydu? Aynı zamanda 85 bin din görevlisi olan bir kurumun içinde, hasbelkader mesuliyet taşıyan bir insan olarak acaba bize düşen görevler neydi, bu görevleri yeterince yerine getirdik mi? Bunları önce kendime sordum. İnanan her Müslümanın bu soruları kendisine sorması lâzım. Tepkisini gösterirken aynı zamanda öz eleştiri yapması lâzım. Esasında bu olay, hem batı için hem İslam dünyası için hem de bizim için bir imtihandır; yani insanlık kutsal değerlerle imtihan oluyor.
-Bu gibi konularda medya yeterince hassas davranıyor mu?
- İnsanlığın geleceğinde dinleri bir rekabet ortamına sokarak, bir yarışa sokarak, insanlar arasında din çatışmaları oluşturmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Bu konuda medyaya da önemli görevler düşüyor. Medya, dinlerin hakikatine ve değerlerine saygı göstermeyi prensip kabul etmesi gerekir. Bizim yurt içinde zaman zaman ifade ettiğimiz bir şey var. Keşke her medya organında aynı zamanda dinî konularda işin ehli uzman danışmanlar bulundursa. Belki Danimarka’daki gazetede, eğer bütün dinleri bilen, dinlerin kutsal değerleri hakkında bilgi sahibi olan, Müslümanların o tür konularda ne tür tepkiler göstereceğini bilen insanlar olsaydı ve yetkililere bilgi verseydi, böyle bir sorun doğmadan engellenebilirdi. Doğrusu bu sorun sadece yurt dışında değil, ülkemizde de söz konusu.
22 ilâhiyat Fakültemiz, Diyanet İşleri Başkanlığımız, buralarda yetiştirdiği çok değerli ilim adamlarımız var, ancak din söz konusu olunca piyasada dolaşan belli başlı isimler var. Yurt içinde ve yurt dışında medyanın din konusunu ciddiye alması gerekiyor. Çünkü olaylar gösteriyor ki, din daha çok konuşulacak.
-Sayın Hocam, teşekkür ediyorum.
-Ben teşekkür ederim.