Makale

Çocukta Din Duygusunun Geliştirilmesi

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Çocukta
Din Duygusunun
Geliştirilmesi

"Fıtrat kanunu" insanın doğuştan din duygusu ile bezenmişliğini ifade eder: "Hakka yönelen kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur, işte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmez." (Rûm, 30)
Fıtrat, insanın yaratılıştan getirdiği ’tevhide yönelme’ özelliği demektir. Bu temel özelliğine rağmen insana "yüzünü dine çevir" emrinin verilmesi neyin ifadesidir? Yoksa, insana zaten yaptığı bir şey mi emrediliyor? Hayır. İnsan potansiyel olarak bu yönelişe sahiptir. Fakat "hedef’iyle kendisi arasına girecek engellerle doludur insan hayatı. O sebeple engelleri aşacak donanıma da ihtiyacı vardır. Kitaplar ve peygamberler bu donanımı sağlayan kaynaklar. Dindarlığın potansiyel bir nitelik olmayı aşıp yaşanan bir olgu haline gelmesinin gerekliliği, bu iki kaynağı devreye sokar ve insan bir "eğitim süreci"nin konusu olur.
"Ağaç yaş iken eğilir." insan da dindarlığı en köklü şekli ile küçük yaşlarda edinir. Bu edinme temelde aktif yolla değil, pasif yolla sağlanır. Çocuk "alıcı"dır. Eğitim Bilimi bu noktada -alıcının yanında- "verici"nin niteliklerinin, tutumumun ve zamanlamasının ne derece önemli olduğunu ortaya koyar. Kur’an da ilgili ayetlerde açıkça değil ama anlatım üslûbu ile bu konudaki temel prensiplere değinir. Kur’an, "öğüt vermek" diye ifadeye koyduğu telkin metodunu öne çıkarır. Hele konu çocuklar olunca, telkin kuru bir söz, anlatım ve mantık ifadesi olarak sunulmak yerine; sevgi, merhamet ve şefkat unsurları daha büyük bir önemle devreye girer.
İslâmî dindarlığın temeline dini "koyan" Yüce Varlığın/Allah’ın tanınıp birlenmesi (marifet ve tevhit) yer alır. Tevhit, Allah inancına "ortak tanrılar" anlayışının bulaştırılmamasını gerektirir. Tek başına "marifet" Kur’an ölçülerine göre "kurtarıcı" olmaz. Marifetin bulandırılmaması da gerekir. "Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah’a ortak koşma. Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür." (Lokman,31) Ayet bir yandan dindarlık olgusunun prensip olarak çocuk dindarlığı ile başlaması gerektiğine işaret ederken, diğer taraftan tevhidin yalınlığını yitirmesinin hedef sapmalarına sebep olacağını tembihliyor. Ayetin işaret ettiği önemli bir "ayrıntı" da şu: Bu "bütüncü dünya görüşü"nün bireye/çocuğa kazandırılmasında anne baba etkinliğinin yeri önemlidir.
Din; inancıyla, ahlâkıyla, anne-baba-çocuk ilişkileri ile, ibadetiyle, insan davranışlarının bütünü kuşatan bir olgudur. İlgili olarak şu paragraflara yer veriliyor devam eden ayetlerde:
Maddî varlığımızın sebebi anne babalara "iyi davranmak", onların İlâhî iradeye aykırı olmayan isteklerini elden geldiğince karşılamak başlıca ahlâkî görevler arasında yer alır. Allah’ın ilim ve kudretinin dışında kalan hiçbir şey yoktur. İyi - kötü ne yapılırsa Allah onu bilir ve karşılığını verir. Namaz kılmak ve onun temsil ettiği diğer ibadetlerin yerine getirilmesinde ihmal gös- terilmemelidir. İyiliği tavsiye, kötülüğü önleme iradesini göstermek, içinde yaşanan topluma karşı temel görevler arasına yer alır. Bu görevin bilinç ve içtenlikle yerine getirilmesi hedefi kişi üzerinde bir "öz denetim" yönelişini hakim kılacaktır. Güleryüz, tevazu, kendine güven ve nezaket bütün ilişkilerin yapısında yer aması gereken temel davranış biçimlerindir. (Bak. Lokman, 14-19)
Kur’an, Lokman (a.s.)’ın oğluna nasihatleri formülü ile çocuk dindarlığının temeline konacak harcın nasıl hayatı ve davranışları bütünüyle kuşattığı görülüyor. Din deyince nasıl sadece inanç ve ibadetler akla gelmiyor ise, dindarlık deyince de sadece inanç ve ibadetler akla gelmiyor. Çocuk çeşitli yaş gruplarına göre -ama sonuçta mutlaka bu bütünlüğü gerçekleştirecek biçimde- din ile buluşturulmalı- dır. Söz gelimi, "7-12 yaş grubundaki çocuklar bu devrede bilgi edinme alanında hızlı bir gelişme gösterirler. Artık nesneleri birden fazla özelliklerine göre sınıflandırabilirler. Ne var ki soyut kavramları anlama yeterliliğine henüz ulaşamamışlardır. Dolayısı ile anne-babaların ve öğretmenlerin çocukları soyut düşünmeye özendirmeleri ve yöneltmeleri gerekir." (Ayhan Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, 4.Baskı, 2003, 40) Bu, soyut kavramların düşünülüp algılanamayacağı yaş dönemlerinde bile belli temel telkinlerde bulunulabilmektedir. Hz. Peygamber’in uygulamasından, konuşmaya henüz başlayan küçüklere Allah kavramı ile ilgili telkinlerin verimli ve sonuç alıcı olacağını öğreniyoruz. "Abdulmuttalipoğullarından bir çocuk konuşmaya başlayınca Hz. Peygamber, İsrâ Süresi 111. ayetinin şu ifadelerini yedi sefer okutarak talim ederdi: ’Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, Allah’a mahsustur.’" (Abdurrezzak, Musannef, IV, 334) Burada telkin uygulamasında tekrarın etkin bir rol oynadığını öğretmiş oluyor, Hz. Peygamber. Telkin konusunun da Allah ve sıfatları gibi son derece soyut bir alan ile ilgili oluşu dikkat çekicidir. Henüz "harici bulandırıcıların etkisine girmeden çocuk dimağına alması gereken temel şekil veriliyor: Bilinçli olmasa da Allah’ın varlığından haberdar bir zihnî yapılanma. Bu yapılanmanın bilinç, bilgi ve uygulama ile beslenip destekleneceği dönem daha sonra gelecektir. Bu ön yapılanma, Hz. Peygam- ber’in "talim" yönteminin ilk adımını oluşturur. Nitekim "çocuğa ilk olarak öğretilen şeyin ’Lâ ilâ- he illallah" (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesi olmasını güzel görürlerdi ki, ilk konuştuğu şey bu olsun" (Abdurrezzâk, Musannef, IV, 334) Bu uygulamaya, bilince değilse bile hafızaya yönelik eğitimci etkinlik gözü ile bakılabilir. Fakat Rasulullah’ın bir adım daha ileri giderek çocuğun bilinç altına "hitap" ettiğine de şahit oluyoruz. Nitekim o, yeni doğmuş olan Hz. Hasan’ın kulağına ezan okumuştur. (Abdurrezzâk, IV, 334) Ezanın içerdiği mesajların, tevhit, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliği ve namaz gibi İslâm’ın temel öğelerini yansıttığını hatırlayacak olursak, çocukta dindarlık oluşumunun kökenlerine kadar inebiliriz. "Anne karnındaki çocuğa müzik" girişimlerinin söz konusu olduğu günümüzde Rasulullah’ın uygulaması çok daha anlamlıdır.
Çocuk dindarlığını besleyen alt kaynaklardan biri de ahlâki yönelişlerdir. Bu yönelişlerin sağlıklı biçimde kazanılması büyük ölçüde çocuğun sosyal gelişmesine katkıda bulunacaktır. Zira ahlâkî değerler, çocuğun hayatında önemli biçimlendi- ricilerdir. Çocuk sokakta, parkta, alışveriş yerinde kısaca "dışa açık dünya"da "ahlâk"ı öğrenir, daha doğrusu görür ve yaşar.
Ahlâkî yargıların doğru algılanıp algılamaması ise, çocuğun kişisel ve duyuşsal gelişimi yanı sıra, uyumlu bir sosyo kültürel çevrede yaşamasına bağlıdır. Bu algılamada çocuğa yardımcı olacak başlıca etken belli bir davranışların başkaları tarafından ödüllendirilip ödüllendirilmediğidir. (Bak. Ayhan Aydın, s. 54-55) Şu halde, çocuklar için "uyumlu sosyo kültürel çevre", "ödül"ü hak edecek davranışların yaşandığı bir çevredir. "Kişi arkadaşının gidişatı üzeredir. Onun için, arkadaşlık ettiğinize bakınız." buyuruyor Hz. Peygamber. İslâm’ın "güzel örnek" olgusuna önemle vurgu yapmasının temel gerekçelerinden biri bu "uyumlu ortam"ın oluşturulmasına yöneliktir.
Bağlamı farklı olsa da, öz itibarı ile konumuza yönelik olarak da mesaj veren "Yapmayacağınız sözleri niçin söylersiniz" (Saff, 2) uyarısı burada hatırlanmalıdır. Özellikle eğitimcinin ve "ilk eğitimci" olarak anne babanın örneklik görevinin önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Dinî hayatın en önemli göstergeleri olan namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirmeyen anne-babanın, çocuklarına karşı bu konuda tutarlı ve etkili olmayacağı açıktır.
Dinî yaşayışın kazandırılması yolunda "telkin ve talim" öğelerinin yanında sevgi, merhamet ve şefkat unsurlarının da devreye girdiğini söylemiştim. Müminler için şefkat ve merhamet dolu olan Hz. Muhammed (Tevbe, 128) çocuklar konusunda elbette aynı duyarlığı fazlası ile taşıyacaktı. "Küçük yaşta onun yanına girdim ve tam on yıl hizmetinde bulundum. Bana yaptığım bir şeyden dolayı ’niçin bunu yaptın?’ veya ihmal edip yapmadığım bir şeyden dolayı kızıp ’Niçin bunu yapmadın?’ diye azarladığı olmamıştır" (Buharî, Edeb, 1) diyen Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber’in bu yönünü çok güzel ifade eder. Nitekim Efendimiz, "Namazda secdede iken sırtına binen torunlarını kendiliğinden ininceye kadar secdeyi uzatmış, rüku sırasında ayakları arasından geçmek isteyince ayaklarını aralamıştı." (Süyûtî, Tevârîhu’l-Hulefa, Kahire, 1944, s189) Namazda huşu konusuna son derece önem veren Hz. Peygamber’i böylesine "hoşgörülü" davrandıran şey belki de ibadet sebebiyle de olsa çocukları kendinden soğutmamaktır. Eğitimin, hele hele dinin "verilmesi"nde "hedef’e yakın olmak temel şarttır. Bunun için o, "Çocuğu olan onunla çocuklaşsın" buyurmuştu. (Deylemî, Firdevs, no.5598)
Oyun, çocuğun gelişip sosyalleşmesinde hayati bir önem taşır. "Oyuna düşkün çocuk" sözünün kınama anlamında kullanıldığı ortamlara hep şahit olmuşuz. Aslında her çocuk "oyuna düşkündür. Onun oyunu, "eğlence" değil, bir gelişme aracıdır, içine dinî öğeler yerleştirilecek oyunlar temel dinî kavramların öğretilmesinde son derece yararlı olabilir.
Eğitim ve öğretimin tekniklerinin artık önemli bir araştırma haline geldiği çağımızda, çocuk dindarlığının nasıl geliştirilebileceği ve buna devamlılık sağlamanın hangi usullerle mümkün olabileceği şüphesiz pek çok araştırmanın konusudur.
Dini yönlendirme ve telkin yöntemi artık günümüzde başka araçlara da sahip bulunmaktadır. İlk sırada kitap ve dergileri hatırlamak gerekiyor. "Söz uçar, yazı kalır." Göze ve zevke hitap eden dinî içerikli ustaca hazırlanmış kitapların yapıcı etkisini kim inkâr edebilir. Televizyon cihazı şeklen kalıcı olmamakla birlikte, temelde kitaptan daha kalıcı etkiler bırakacak konuma sahiptir. Konarlı "göz önüne" koyan, "elle tutulur" kılan bu imkân ne yazık ki -ülkemizde- yeterince olumlu ve verimli kullanılamıyor. Bırakalım çocuk dindarlığını oluşturup geliştirmeye yönelik girişimleri, televizyon kanalları yetişkinlere yönelik yapımlarda bile bu alanda olumlu not alacak durumda değillerdir. Durum böyle olunca, fayda üreten bir kaynaktan söz edebilmek pek mümkün olamıyor.
Teknolojinin imkânlarından yeterince yararlanabiliyor muyuz? "Hayır" diyorsak bu imkânsızlıktan mı, usulsüzlükten mi?