Makale

PROF. DR. ALİ ERBAŞ: "Veladed-i Nebi, bütün insanlık mefkûresinde zihinsel bir inkılaptır."

PROF. DR. ALİ ERBAŞ:
"Veladed-i Nebi, bütün insanlık mefkûresinde zihinsel bir inkılaptır."


Mustafa IRMAKLI


İnsanlık tarihinde bir dönüm noktası olan Hz. Muhammed’in (s.a.s.) dünyayı teşrifleri her yıl Mevlit Kandili olarak idrak edilmekte, Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından da yoğun etkinliklerle ihya edilmektedir. Sayın Hocam, Müslümanların zihin dünyasında mevlit nasıl bir anlama sahiptir?
Mevlit; Müslümanların zihin ve gönül dünyalarında bir özlem, muhabbet ve hasret olarak çok güçlü ve köklü bir yere sahiptir. Hz. Peygamber’in şahsında insanlığın yeniden doğuşunu, aydınlık bir geleceği ifade etmektedir. İnsani ve ahlaki değerlerin yeryüzünde tükendiği bir “cahiliye” döneminde, insanlığın tekrar hak, hukuk, merhamet, güzel ahlak gibi değerlerle buluşmasının başlangıcını ifade etmektedir. Nitekim istiklal şairimiz bu hakikati;
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyeti, medyun ona ferdi.
Medyundur o Mâsûma bütün bir beşeriyet.
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret... diye dile getirmiştir.
Dolayısıyla tarih boyunca Müslümanlar, peygamberimizin dünyayı teşriflerini çeşitli etkinliklerle ihya etmişlerdir. İnancını her şeyden üstün tutan, peygamberini canından aziz bilen, ila-yı kelimetullah ideali ile cihanı adım adım dolaşan milletimiz de asırlardır veladet-i nebiyi; evlerinde, camilerinde, salonlarda ve birçok mekânda muhabbetle yâd etmektedirler. Öyle ki, bu konuda bir gelenek oluşmuş ve mevlit, peygamber sevgimizin, örfümüzün, kültürümüzün, edebiyatımızın önemli bir parçası haline gelmiştir.
Veladet-i Nebi aynı zamanda Müslümanlar için bir tefekkür ve muhasebe iklimidir. Sözler, fiiller, idealler ve sorumluluklar dairesinde bütün bir hayatın, rahmet peygamberinin hayatı ve sünneti ekseninde muhasebeye tabi tutulmasıdır. Gönüllerdeki peygamber aşkını, hayata peygamber ahlakı olarak taşımaktır.
Hayatı ve üstün ahlak ilkeleriyle çağlara rehberlik eden Hz. Peygamber’i, günümüz dünyasına tanıtmak, onun üstün ahlakını modern zamanlara taşımak için önceliklerimiz neler olmalıdır?
Modern zamanlar olarak ifade ettiğiniz son iki asra baktığımızda, insanlığın sosyal, iktisadi, kültürel, fikri birçok alanda derin krizler yaşadığını görmekteyiz. Bu sorunlar ve krizler aynı zamanda bir arayışı da beraberinde getirmiştir. Yani son asırlarda dünyayı daha iyi hâle getirmek, insanlığın yaşadığı maddi ve manevi bunalımları telafi etmek amacıyla birtakım teklifler ortaya atılmış; ideolojiler, sistemler öne çıkmış, bölgesel ve küresel düzeyde paktlar ve birlikler kurularak ittifaklar ve antlaşmalar yapılmıştır. Ancak bunların hiçbirisi beklenen huzuru ve güvenliği temin edememiş, yaşanan problemler gün geçtikçe daha kronik hâle gelmiştir.
Hz. Peygamber’in çağrısını arayan insanlığa onun sesini ve sünnetini taşımak için birinci önceliğimiz, günümüz insanının ve dünyanın özlediği değerlerin, huzur ve güvenin; bilgi, bilinç, ahlak ve sistem düzeyinde Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği hakikatler ile mümkün olduğunu idrak etmektir. Nasıl ki bir cahiliye toplumu, onun gösterip öğrettiği değerlerle kısa sürede tarihin en büyük ahlak inkılabını yaşayarak insanlık tarihinin en güzide toplumu haline geldiyse, bugün de insanlığın devasa buhranlarını, aynı değer ve ilkelerle izale etmek mümkündür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de onun “âlemlere rahmet olarak gönderildiğinin” (Enbiya, 21/107.) ve “müminlere Allah’ın bir nimeti olduğunun” tezahürü; insanlığın hasret çektiği huzur, güven ve sekinete, onun mesajlarıyla kavuşmasıdır. Dolayısıyla bugün bireysel bunalımlardan küresel krizlere, eşyanın hakikatini anlama çabasından metafizik buhranlara kadar bütün meselelerin çözümünde en önemli husus, onun tebliğ ettiği vahyin, miras bıraktığı ilim, hikmet ve ahlakın yani sünneti seniyyenin doğru anlaşılması ve asrın idrakine sunulmasıdır.
İkincisi; Hz. Peygamber’i hayatı, gayesi, mücadelesi, dindeki yeri gibi boyutlarıyla çok iyi ve doğru tanımanın gerekliliğidir. Rabbimiz onu bizlere, “hakkımızda şahitlik edecek” (Müzzemmil, 73/15.) ve “doğru yol üzere gönderilmiş bir elçi” (Yasin, 36/1.), “müjdeleyici, uyarıcı, Allah’a çağıran ve aydınlatan bir ışık” (Ahzab, 33/45-46.), “doğruluk rehberi” (Tevbe, 9/33.) “müminlere karşı şefkatli ve merhametli” (Tevbe, 9/128.) olarak tanıtmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, onu sevmek Allah’a itaatin ölçüsü olarak zikredilmekte (Âl-i İmran, 3/31.), ona itaatin Allah’a itaat olduğu vurgulanmakta (Nisa, 4/80.), Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için en güzel örnek olarak tanıtılıp (Ahzab, 33/21.) ahlakı yüceltilerek methedilmektedir. (Kalem, 68/4.) Hz. Peygamber’in sünneti, Kur’an’ın hayata dönüşmüş şeklidir. İslam’ın ikinci hüküm kaynağıdır. Dolayısıyla onu göz ardı ederek dinin anlaşılması mümkün değildir.
Üçüncüsü; onun tebliğ ettiği hakikatleri, ahlakını, örnekliğini yani sünnetini bugüne taşımak, her mümin için önemli bir sorumluluktur. Allah’a iman etmenin ve Rasulü sevmenin gereği, İslam’ın temsilcisi ve tebliğcisi olmaktır. Mümin, bütün yönleriyle güzel ahlakı yaşamanın yanında, o güzelliği bütün dünyaya taşımanın gayreti içinde olmak zorundadır. Nitekim on binlerce sahabe böyle yüce bir dava bilinciyle bütün cihana dağılmış ve her biri farklı coğrafyalarda vefat etmiştir. Bugün kendi hayatımızdan başlayarak bütün insanlığın huzuru için çalışmak, onun getirdiği şefkat, merhamet ve güzel ahlakı yeryüzünün bütün köşelerine taşımak, peygambere muhabbetin neticesi ve onu sevmenin en büyük tezahürüdür.
Dördüncüsü; Kur’an’ın hakikati sunuş biçimini idrak etmek ve Hz. Peygamber’in, vahyin evrensel mesajlarını insanlığa öğretirken takip ettiği metodu ve ilkeleri kuşanmaktır. Efendimiz; ilimle, hikmetle ve güzel öğütle, insanların akıllarına ve gönüllerine hitap ederek İslam’ı tebliğ etmiştir. Zamanı, mekânı, algıyı, muhatabın seviyesini, ihtiyaçlarını, önyargılarını, hazırbulunuşluğunu dikkate alarak; sevgiyle, bilgi ve müjdeyle Allah’ın gönderdiği vahyi topluma taşımıştır. Bizler de insanın kendisiyle ve toplumla ilişkilerinin oldukça karmaşık hâle geldiği, zihinsel savrulmaların hızlandığı, zaman zaman bilginin enformatik bir baskıya dönüştüğü günümüzde, Hz. Peygamber’in mesajını insanlığa taşırken uyguladığı nebevi metodu her yönüyle tanımak ve dikkate almak durumundayız. Onun tebliğinin en somut yönlerinden biri ise yaşayarak örnek olmasıdır. Bu itibarla, Hz. Peygamber’i insanlığa tanıtma gayreti içinde olanlar da aynı sabrı, fedakârlığı, nezaketi ve özveriyi kuşanmak zorundadır.
Bu çerçevede bilgiyle, şuurla peygamberimizi anmaya, anlamaya, tebliğ ettiği mesajları, ahlakını, ahkâmını hayatımıza yansıtmaya ve en uygun yöntemle çağa taşımaya muhtacız. Zira onun örnek ahlakı ve rehberliği, günümüz problemlerinin çözümünde de bizlere ışık tutmaya devam etmektedir.
İslam coğrafyasına baktığımızda tefrika, şiddet ve terör hadiseleri; sosyal, siyasal, ekonomik sorunlar gibi ciddi krizler yaşandığını müşahede etmekteyiz. Bu durum öncelikle biz Müslümanların Hz. Peygamber’in izinden uzaklaştığımızı göstermektedir. Fert ve cemiyet planında bu mesafeyi kapatmak için neler yapmalıyız?
Öncelikle asırlardır bir sekinet yurdu olan bu coğrafyanın hangi saiklerle acı ve gözyaşı diyarı hâline geldiğini anlamak zorundayız. Bu bağlamda, özellikle son iki asırlık süreçte dünyada yaşananlar iyi analiz edilmeli; dünya savaşları, işgaller, sömürgecilik, egemen güçlerin pozisyonları vb. durumlar ile sosyal, siyasal, kültürel, askerî, teknolojik, bilimsel ve felsefi gelişim/değişimler ve bunun küresel etkileri ve sonuçları sağlıklı bir şekilde değerlendirilmelidir. Bugün İslam toplumlarına baktığımızda yaşanan sorunların farklı, girift, birbirini tetikleyen, çok etkenli ve değişken sebepleri olduğunu görüyoruz.
Ümmet coğrafyasının siyasal, kültürel, ekonomik, askerî açıdan küresel müdahalelere maruz kaldığını hepimiz biliyoruz. Ancak bütün bunların ötesinde özellikle son asır boyunca İslam coğrafyasının inanç dünyasına, medeniyet değerlerine, ümmetin ortak zeminine ve algısına yönelik ciddi müdahalelerin varlığına şahit oluyoruz. Örneğin, dini argüman ve sloganları kullanarak, İslam’ın en mukaddes değerlerini ve kavramlarını istismar eden terör örgütlerinin küresel müdahalelerle, uluslararası faktörlerle, vekâlet savaşlarıyla ilgili boyutunun varlığı inkâr edilmez. Ancak bu durum, sorunlarımızı tamamen harici unsurlara indirgeyerek, sorumluluklarımızı ve hatalarımızı görmezden gelmeye mazeret olmamalıdır.
Dolayısıyla bugün ümmet olarak hep beraber ciddi ve köklü bir muhasebe ve özeleştiri yapmak zorundayız. Coğrafyamızın nasıl küresel aktörlerin güç gösterisi alanı haline geldiği, hangi boşluktan bu terör örgütlerinin ortaya çıktığı, ihmal ettiğimiz değerler, hangi unsur ve argümanların şiddeti ve tefrikayı beslediği gibi hususları kapsamlı olarak düşünmek zorundayız. Doğru ve sahih bilgi zeminini kaybettiğimizde, bilgiyi üretmeyi ve geliştirmeyi ihmal ettiğimizde; sağlıklı düşünmeyi, sorunları tespit etmeyi ve çözüm üretme imkânını da kaybediyoruz.
Bugün Müslümanlar nezdinde peygamber sevgisinin azaldığını söyleyemeyiz. Ancak peygamber algısı ve İslam tasavvuru konusunda çok ciddi sıkıntılarımızın olduğu muhakkaktır. Herkesin yaşama özgürlüğünü en mukaddes ve dokunulmaz hak olarak ilan eden İslam’ın muazzez kavramlarının, masum insanların hayatlarına kast eden terör örgütleri tarafından istismar edilmesi, söz konusu örgütlerin din anlayışının ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Referansını dinden aldığını iddia ederek toplumda bozgunculuk yapan Daiş, Boko Haram, Fetö vs. gibi yapılar, sevgili peygamberimizin tebliğ ettiği üstün ahlak ilkelerinden uzaklaşmanın, yanlış bir din ve peygamber tasavvurunun neticesidir. Aynı şekilde, tanışma ve kaynaşmaya vesile olan etnik farklılıkların, rahmete ve kolaylığa; özgür düşünce ve hür iradeye vesile olan mezhep ve meşrep farklılıkların da kavga, tefrika ve husumet sebebi hâline gelmesi, dinin özünden, Peygamber’in kuşatıcı, kucaklayıcı, merhamet yüklü mesajlarından uzaklaşmanın sonucudur.
Elbette yaşadığımız sorunlar ve konuştuğumuz olumsuzluklar bir ümitsizliğe sebep olmamalıdır. Bizler bütün sorunlarımızı çözebilecek inanca, irfana ve medeniyet birikimine sahibiz. Yüce Allah’ın gönderdiği en son ve mükemmel dinin mensuplarıyız. Kur’an’ın ve sünnetin hakikatleri bütün açıklığıyla elimizdedir. Bize düşen; bilgiyle, hikmet ve tefekkürle yenide öze dönmek, ortak zeminimizi sağlamlaştırmak, yüreklerimizi birbirimize açmaktır. Bilgiye, ferasete, şuura ve ahlaka dayalı bir dindarlığı geliştirmek ve güçlendirmektir.
Soruda ifade ettiğiniz gibi, Peygamber Efendimiz’in hayatı ve ahlakı ile bizim davranışlarımız arasında mesafe açıldıkça, yaşadığımız buhranlar daha da derinleşmektedir. Öyleyse çözüm; bütün davranışlarımızı, ideallerimizi, gayemizi, din anlayışımızı onun örnek ufkuyla bütünleştirmektir. Ben bu anlamda geleceğin daha güzel olacağına, yaşanan acıların ve felaketlerin hepimizin gayreti ve Allah’ın yardımıyla son bulacağına inanıyor ve Rabbimizden inayetini niyaz ediyorum.
İlgileri ve uğraşları sürekli değişen, haz ve hız çağının enstrümanlarıyla kuşatılan gençlik, bir sükûnet limanı olarak Hz. Peygamber’e nasıl ulaşacak? Bu noktada çağımız insanına özellikle de gençlere Hz. Peygamberi nasıl anlatmalıyız/tanıtmalıyız?
Milletimizin ve insanlığın bugünü ve geleceği adına yapacağımız en önemli çalışma; hayatın ve varoluşun gayesini idrak eden, kendine, topluma, çevreye ve Rabbine karşı sorumluluklarının farkında olan, Hz. Peygamber’i ve onun tebliğ ettiği üstün ahlaki ilkeleri özümseyen, bütün insanlığın huzur ve güvenini isteyen bir nesil yetiştirmektir. Her şeyin çok hızlı değiştiği bir zamanda, adeta bir hız çağında yaşadığımızın farkındayız. Dolayısıyla yeni nesli tanıyıp anlamak zorundayız. Aileden başlayan ahlak eğitimi, sorumluluk duygusu, okuma bilinci, sağlıklı arkadaş ve dost çevresi gibi alanları yeniden tahkim etmek zorundayız.
Hayatın boşluk kabul etmediği herkesin malumudur. Bizim dokunamadığımız nesillerin zihin ve gönülleri başkaları tarafından doldurulduğunda, bu durum ne yazık ki birtakım istenmeyen neticeler ortaya koyacaktır. Dahası eğer bir inancı, meseleyi ve davayı doğru olarak neslimize tanıtamazsak, o nesli ve değerleri birileri istismar edecek, hatta yakın zamanda yaşadığımız gibi (Allah korusun!) vatanına, milletine karşı bir enstrüman olarak kullanacaktır. Hâl böyle olunca gözümüzün nuru, istikbalimiz ve hayallerimiz ihanet sarmalına kurban gidecektir. Eğer yeni neslin hissiyatına ve dünyasına dokunamazsak, yarın başka felâketler yaşamamayı garanti edemeyiz.
Unutmamak gerekir ki, bir neslin kaderini bir önceki nesil tayin eder. Bugünkü nesil, bizim sorumluluğumuzdur. Peygamber Efendimiz’in buyurduğu gibi; “Hepimiz sorumlu olduklarımızdan mesulüz.” Biliyoruz ki bir nesil yetiştirmek emek, özveri ve zaman isteyen bir iştir. Bu konuda nasihat ya da bilgi aktarımı yanında rol model olmak, yaşayarak örnek olmak daha önemlidir. Bu ülkenin bütün gençleri bizimdir. Kıyafeti, düşüncesi, hayat tarzı ne olursa olsun, tek bir gencimizi dahi ihmal edemeyiz. Bütün gençlerimiz bizim için aynı derecede değerli ve önemlidir. Çalışma ve planlarımızı bütün bir nesli kuşatacak şekilde genişletmek durumundayız. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak; imam-hatiplerimiz ve ilahiyat fakültelerimiz başta olmak üzere, bütün eğitim kurumlarımızla işbirliği içinde gençlerimize hizmet etme gayretindeyiz. Kur’an kurslarımız, gençlik merkezlerimiz, KYK çalışmalarımız, sosyal ve kültürel din hizmeti faaliyetlerimizle bütün gençlerimize ulaşmak ve onlarla tanışmak istiyoruz.
Bütün teşkilatımızla, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da inancı sağlam, vatanına, milletine, ezanına, bayrağına bağlı, cesur, özgüveni yüksek ve güzel ahlak sahibi nesiller yetiştirme gayreti içinde olmaya devam edeceğiz.
Dolayısıyla haz ve hız çağı sarmalında kuşatılan gençlerimizi, kendi medeniyet değerleriyle, inancıyla ve mevlidini idrak ettiğimiz Hz. Peygamber ile tanıştırmak bizim sorumluluğumuzdur. Biz, İslam’ın aydınlık mesajını ve peygamberimizin örnek ahlakını gençlere güzel şekilde taşıyabilirsek, onların bu inancı ve değerleri daha çok sahiplenecekleri muhakkaktır. Nitekim Mekke’de İslam’ın en zor yıllarında Hz. Peygamber’e inanan ilk Müslüman nesle baktığımızda, bunun büyük çoğunluğunun gençler olduğunu görmekteyiz.
Diyanet İşleri Başkanı olarak, veladet-i nebi vesilesiyle vermek isteğiniz son bir mesaj var mı?
Veladet-i Nebi, bütün insanlık mefkûresinde zihinsel bir inkılaptır. Toplum düzeninde evrensel bir ahlak dönüşümüdür. Bizler, toplumu din konusunda aydınlatma görevimizi bütün personelimizle icra etmeye çalışırken, onun insanlığa getirdiği değerleri yeniden ihya etmenin gayreti içindeyiz. Dünyanın zor zamanlar yaşadığı bu günlerde, Hz. Peygamber’in ahlakına, örnekliğine her zamankinden daha fazla muhtacız. Hz. Peygamber’in çağlar üstü rahmet mesajlarını topluma ve bütün insanlığa sahih bilgilerle ve doğru yöntem ve üslup ile anlatmalıyız. Özellikle gençlerimizin Hz. Peygamber’i daha yakından tanımalarını sağlamalıyız.
Bu vesileyle, bütün İslam âleminin Mevlit Kandili’ni tebrik ediyorum. Hz. Peygamber’in ahlakı ile ahlaklanmayı, onun örnekliğini her daim hayatımıza tatbik etmeyi Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.