Makale

MÜSLÜMANIN HAYATINDA FETVANIN YERI VE ÖNEMI

MÜSLÜMANIN HAYATINDA FETVANIN YERI VE ÖNEMI
Doç. Dr. Ahmet İnanır | Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültedi

Osmanlı fetva mecmuaları Türk, Arap, Boşnak, Ermeni, Yunan, Bulgar ve Sırp gibi bütün eski Osmanlı Devleti unsurları için paha biçilemez değerde bir kaynaktır. Çünkü Osmanlı resmi tarihçilerinin yansıttığı gerçekliğin ötesinde sokağın gerçek gündemini yansıtır.


İnsan, toplumsal bir varlıktır. Çünkü tekbaşına varlığını devam ettiremez. Onun için birey-toplum ve çevre arasında sürekli bir ilişki vardır. Müslüman her zaman taraf olduğu iş ve işlemlerde meşruiyete önem vermek zorundadır. Öyle gelişi güzel nefsinin heva ve heveslerine bağlı olarak yaşayamaz. Zira hem bu dünyada hem de ahirette yapıp ettiklerinin bir gün hesabını vereceğine inanır. Bu yüzden yemesinden içmesine giyiminden kuşamına kısaca hayatının her safhasında Allah Teala’nın emir ve buyruklarına uymaya çalışır. Kendisinin bilmediği hususlarda ise bilenlere yani peygamberlerin vârisleri olan âlimlere sorması gerekir. Âlimlerin sorulan soruya verdiği cevaba da fetva denir.
“Yiğit, delikanlı” anlamındaki feta kelimesinden gelen “fetva” (fütya, çoğulu fetava, fetavi) sözlükte “Herhangi bir olayın hükmünü açıklayan veya hükmünü koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap.” anlamındadır. Fıkıh terimi olarak fetva; fakih bir kişinin sorulan fıkhi bir meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm demektir. Örfte ise, sorulan dinî sorulara müftüler tarafından verilen cevaptır. Fıkhi bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya “istifta” (sual), fetvayı isteyene “müstefti” (sail), böyle bir meselenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak açıklamaya “ifta”, verdiği fetva ile hükmü açıklayana da “müfti” denir.
Müftüye sorulan sorular sözlü veya yazılı olabilir. Yazılı sorulan sorulara müftü yazılı cevap verir. Yazılı fetvalarda genellikle başta besmele ve hamdele ile başlanır ve cevabın sonunda, “Allahü a’lem ve billahi’t-tevfik” gibi ibareler ekler. İstanbul yazma eserler kütüphanelerinde bu şekilde verilmiş Osmanlı şeyhülislamlarına ait yüzlerce otantik fetva bulunmaktadır. Ebussuut’un fetvalarında sorular ve cevaplar sorulan soruya göre değişir. Genellikle soru kısımları daha tafsilatlı olup her şey anlatıldıktan sonra “olur mu?” diye sorulur. Cevapların uzun ve kısalığı şeyhülislamdan şeyhülislama değişebilir. Mesela İbn Kemal kısa cevaplı fetvalarıyla meşhur olmuştur. Ebussuut’un cevapları ise İbn Kemal’in fetvalarıyla karşılaştırıldığında hem soru hem de cevap kısımları daha tafsilatlıdır. Bu yönüyle Ebussuut fetvaları sosyal tarih araştırmacıları için daha zengin malzemeler içerdiği söylenebilir.
Ebussuut’un fetvaları incelendiğinde fetvaların teorik hukuki spekülasyonların değil toplumun yüzleştiği dinî ve hukuki aktüel gerçekliğe tekabül eden olguların çözümlenmesi olarak karşımıza çıktığı görülür. Gerek yönetici olsun gerekse sıradan bir tebaa olsun yaptıkları veya yapacakları neredeyse her türlü önemli iş ve işlemlerde fetva alma ihtiyacı duymuşlar ve zamanın müftüsü yani şeyhülislama müracaat ederek lehte ve aleyhte fetva çıkarmaya çalışmışlardır. Osmanlı’da sultan da dâhil herkes fetvalara karşı saygılı davranmak zorundadır. Çünkü fetvalara saygısızlık sürgün cezası gibi tazir cezalarının yanı sıra kişiyi dinden çıkarabilir.
Osmanlı hukuk sisteminde dönemin şeyhülislamının fetvası bir anlamda bugünkü Yargıtay kararlarının işlevini gördüğü söylenebilir. Bu sebeple hâkimler kararlarında hem fetvayı hem de kanunu göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Çünkü bir hâkimin fetvayı dikkate almaması tazir ve azl sebebidir. Fetvanın bu etkinliğine bağlı olarak davalı ve davacıların şeyhülislam ve müftülerden bolca fetva alarak mahkemelere getirdiği ve bunun kadıları yargı faaliyeti esnasında kimi zaman bunalttığı anlaşılmaktadır. Örneğin Zenbilli Ali Efendi müsteftilerin çokluğundan dolayı soruları zenbille çekip cevaplandırdığı için “Zenbilli” lakabıyla meşhur olmuştur. İbn Kemal de soruları mümkün olan en kısa ifadelerle hızlı bir şekilde cevaplayarak fetva işlerini yetiştirmeye çalışmıştır. Ebussuut’un da günlük bini aşkın fetva verdiği rivayet edilmiştir. Hatta bir defasında fetva işlerinin yoğunluğundan şikâyet ederek Mevleviyyet makamları, Dâhil ve Hâric medreselerin silsileleri tertip ve telhis hususu gibi bürokratik işlerin kendilerine tevdi edilmesine “fetvâ iştiğali vaktimizi istî’âb ederken bu bârı dahi üzerimize tahmîl bize cevrdir.” diyerek serzenişte bulunmuştur. Elbette müftüler bu işleri yaparken tek başlarına değildi. Kendilerine bu işlerde yardımcı olmak üzere fetva emini gibi çeşitli personeller görevlendirilmiştir. Bu müessese çeşitli değişimlerle beraber Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam etmiştir.
Osmanlı toplumunun fetvaya olan yoğun ilgisi ve müftülerin belli bir teşkilata bağlanıp bu yolla dinin devlet teşkilatı içinde belli bir yere oturtulması amacıyla zamanla şeyhülislamlık müessesesi ihdas edilmiştir. Osmanlı’nın kuruluş yıllarında meşihat makamı henüz yoktur. Bu sebeple I. Mehmet (ö. 825/1421) devrinde cereyan eden Şeyh Bedreddin (ö. 823/1420) isyanı üzerine idamına, İran’dan gelip Osmanlı topraklarına yerleşen Haydar-ı Herevi (ö. 830/1426)’den fetva alınmıştır. Yine II. Murat (ö. 855/1451) zamanında 848/1444 yılında yapılan Varna Savaşı esnasında isyan eden Karamanoğlu İbrahim Bey’in cezalandırılması konusunda da dört mezhebe bağlı fakihlerinden fetva alınarak hüküm verilmiştir. Şeyhülislamlık ilk önceleri devlet protokolünde kazaskerliğin altında bir makamken, zamanla en yüksek dinî merci ve ilmiye sınıfının başkanlığı haline gelmiştir. Bunda hiç şüphesiz seçkin şeyhülislamlardan Zenbilli Ali Efendi, İbn Kemal ile Ebussuut efendilerin önemli payı vardır.
Şeyhülislam fetvaları ilgili konuda devletin resmî görüşünü yansıtması, bir hukuk kitabına bakacak bilgisi olmayan kadılar için başvuru kaynağı olması ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi gibi çeşitli saiklerle mecmualar hâlinde derlenmiştir. Derlemeler yapılırken çoğu defa bir mecmuanın tek bir şeyhülislama ait olmasına dikkat edilmemiş, başka şeyhülislamların fetvaları da aynı mecmuada yer almıştır. Osmanlı tarihinde görev yapmış 129 şeyhülislamın ancak çok azının fetva mecmuaları yayınlanmıştır. Diğer şeyhülislamların verdiği fetvaların akıbeti tam olarak bilinmemektedir. Bunda pek azı müstesna bilim camiasının önemli bir kısmının böyle bir kaynağın varlığından bile haberdar olmamasının büyük rolü olduğu söylenebilir. Şeyhülislam fetvalarının hali böyle olmakla beraber taşralarda görev yapan müftülerin verdiği fetvaların akıbeti hakkında daha az bilgi vardır.
Fetvalar genellikle fıkıh kitaplarında olduğu gibi temizlik (kitabü’t-taharet), namaz (kitabü’s-salât), evlilik (kitabü’n-nikâh), alış-veriş (kitabü’l-bey‘) ve vakıf (kitabü’l-vakf) gibi hukukun ve hayatın her alanıyla ilgilidir. Ahilik, nadir de olsa fetvalara yansıyan konulardan biridir.
Fetvaya konu olan hususlar, genellikle hakkında farklı görüşlerin bulunduğu ihtilaflı meselelerle ilgilidir. Hayatın normal akışı içinde karşılaşılan sorunlar fetvaya konu olur. Örneğin, Osmanlı’da namaz kılanlar fetvaya konu olmaz, kılmayanlar konudur. Yine aynı şekilde ahilerin sosyal yardım ve dayanışmaya sağladıkları katkılar çok fazla fetvalara yansımaz, ancak karşılaştıkları sorunlar konu olur.
Fetvaların olgular için verilmiş dinî hükümler olduğu düşünüldüğünde, fetva mecmualarının tarihî bir belge niteliği taşıdığı görülür. Dolayısıyla Osmanlı fetva mecmuaları Türk, Arap, Boşnak, Ermeni, Yunan, Bulgar ve Sırp gibi bütün eski Osmanlı Devleti unsurları için paha biçilemez değerde bir kaynaktır. Çünkü Osmanlı resmi tarihçilerinin yansıttığı gerçekliğin ötesinde sokağın gerçek gündemini yansıtır. Bu kaynaklardan hareketle herhangi bir zaman diliminde Osmanlı toplumunu ana damarlar yanında kılcal damarlarına kadar tanıma imkânı vermektedir.