Makale

BİR SERÜVEN DÜNYASI

BİR SERÜVEN DÜNYASI
Esra Dadaş | Erzurum Yakutiye Kur’an Kursu Öğreticisi


Yeniden duymalı unutmaya yüz tuttuğu o tanıdık ayak seslerini, hani o temiz ve incitmeyen. Ne dersiniz siz de özlediniz değil mi? Ve o yürüdükçe arkasından gelecek ayak seslerini de etkilemeli artık… Tekrar renklere boğulmalı, hayat bulmalı, ışıklar süzülmeli, var olan benliğini eriterek baharı yaşamalı yeniden, sokak sesleri içeri girip taşmalı, zamanı geldi artık bence geç kalsa da.

Hayatla bağlarımız kopmuş gibi tamamen, nasıl olduğu bilinmeyen bir telaşla, ait değiliz kimseye, hiçbir şeye... Yanılıyor muyum acaba?
Ne bir zaman ne bir mekân aitlik hissi taşımıyor bizim için. Kimse kimseye ait değil artık sanki, hatta kendimize bile diyebilirim.
Kendi özbenliğimiz arasında sıkışıp kaldık gibi. Ondandır bu başkalaşmalar, her şeyden ve herkesten uzaklaşmalar. Ve bu karmaşa ayrı bir dünya oluşturuyor artık gitgide, kendi iç benliğimizde. Bir dünya var şu an bize ait gibi ama inandırıcı değil… Ve de bir kahraman var bu arada onu da unutmayalım: kendi bencilliğimiz...
Gönlümüzün kıyısına çekilmişliğimizden midir nedir bilemem bu hâller, her varlığa yabancı oluşumuzdan mıdır? Bir umursamazlık, vurdumduymaz tavırlar gibi sanki ve farkında olmadan ruh dünyamızda sıkışıp kalmalar...
Ondandır bence renksiz ve kalın bir perde ile örtülmüşlüğümüz, tonsuz bir varlığa kendimizi kaptırmışlığımız. Öyle ki artık ışık ne içeri sızmak istiyor ne de varlığımızı dışarı yansıtmakta bize yardımcı oluyor. Işık bile umutsuzluk içerisinde…
Sağlam bir direniş içerisinde benliğimiz, inatçı olmuş artık… Sıkıca kapattığı kepenklerini bir daha açmamak adına, neler kaybettiğini bir bilse oysa. Erişilmek istemediği aşikâr, dedim ya çoktan inatçı oldu artık kendisi… Öyle bir hâl içerisinde ki anlatamam, sokakları hiç olmadığı kadar karanlık. Gökyüzünün, denizin, güneşin ve gökkuşağının renkleri bitmeye yüz tutmuş. Mat bir renge bırakmış yerini, al sende kalsın der gibisinden. Besbelli anlamsız bir boşluk içerisinde dönüp duruyor kendine karşı sağır, dilsiz ve hatta artık hissini kaybetmiş durumda, farkında değil ahmak.
Ve boşluk içerisinde kocaman bir çığlık, nereye giderse gitsin önemsiz halde bulacak kendini, sessizce kendini duyurmaya çalışıyor ama nafile. Varlığını yeniden hissettirmek istiyor gibi gördüm kendisini. Gitmek ile kalmak, duymak ya da büsbütün sağır olmak arasında tercihe zorlanıyor olmalı birileri tarafından...
Sıyrılmak mı gerek sizce kendi benliğinden gölgesine sığındığı kuytu karanlıkları yararak? Sessiz bir hamle mi yapmalı o zaman soğuk, renksiz ve telaşsız o varlığı terk ederek? Evet sıyrılmalı artık bence tutsak olduğu yerden, zaman bile kaybetmeden ayrılmalı bu sevilmeyen diyarlardan, ona ait değildi çünkü eskiden… Şımarıklık gibiydi zaten…
Yeniden duymalı unutmaya yüz tuttuğu o tanıdık ayak seslerini, hani o temiz ve incitmeyen. Ne dersiniz siz de özlediniz değil mi? Ve o yürüdükçe arkasından gelecek ayak seslerini de etkilemeli artık… Tekrar renklere boğulmalı, hayat bulmalı, ışıklar süzülmeli, var olan benliğini eriterek baharı yaşamalı yeniden, sokak sesleri içeri girip taşmalı, zamanı geldi artık bence geç kalsa da.
Yeniden kavuşmalı şimdi o zaman ışığa, kaybetmemek üzere. Renge mesela, her ‘ses’e keza. Ve herkes tanıdık gelmeli ona artık.
O zaman yeniden dirilecektir benliğimiz ve gönlümüz yemyeşil bir bahçeye dönüşecektir. Yine renk renk çiçekler açmalı örneğin, doymalı seslere, ışıklara, renklere ve sevmelere. Bir kez daha denemeye değer çünkü… Denesek mi?