Makale

BIR ÖLÜM BIN DIRILIŞ

BIR ÖLÜM BIN DIRILIŞ

Betül Erbaş Ankara Yenimahalle Kur’an Kursu Öğreticisi

Bazen yazmak zordur. Ne yazacağınızı bilmemekten değil, nasıl yazacağınızı bilememekten. Öyle ki her zaman rahatlıkla kurduğunuz cümleler, bir anda yumruk gibi boğazınızda durur da ne söyleyeceğinizi bilemezsiniz. Hani, “Filmi geriye sar, yaşanılan her güzel şeyi sil baştan yaşa.” deseniz de durum değişmez. Akıbet acıdır çünkü üstünü örtemezsiniz. Hele ki bir de gurbette yoldaşlık, sırdaşlık ettiyseniz, işte o zaman o kalbi dağlayan avazı dindiremezsiniz. Artık her kuracağınız cümlenin bir tarafı eksiktir, her sözünüz yarım. Öyle ki son bir gayret kurmayı dilediğiniz cümle bir yağmur bulutu olup gözlerinize vurduğunda, kelimelerinizin takati kesilir de nihayete erdiremezsiniz. Öyle bir farkındalık yaşatır ki bu hikâye size, ömrünüzü verseniz, belki o tecrübeyi edinemezsiniz.
Evet, bu hikâye, gönlümü rahmetin sahibine açtığım ve şefkatle karşılanmaya en çok ihtiyaç duyduğum bir anda, ilk görev yerim ve aynı zamanda da eşimin memleketi olan Rize’nin Güneysu ilçesine atanmamla başladı. Ailemi geride bırakarak henüz dünyaya teşrif etmemiş yavrumla, daha önce gitmediğim bir yere gurbete hazırlanırken adı Rahim olan zat, gönlümü şefkatle sarmalayacak, ruh dünyamı inşiraha ulaştıracak rahmeti kaderime çoktan yazmıştı bile. 2010 yılının Temmuz ayıydı. Hayatımda ilk defa hafızlık eğitimi de veren yatılı bir Kur’an kursuna, hocalık yapmak üzere gidecektim. Gurbetin verdiği ağırlıkla ve karşılaşacağım muamelenin bilinmezliğiyle kursun kapısından içeri girdiğimde, sonradan gönlüme kardeş olacak Nurselin Hoca’yla birlikte karşılamıştı beni, kucağında bir yaşındaki oğluyla Fatma Bekir Hoca. Rahmet aslında bana, bir insan suretinde gelmişti de ben bunu çok zaman sonra tecrübe edecektim. Ve bu tecrübeyle, “kul nasıl olunur”u öğrenecektim. Eğitim vermek için geldiğim bu mekân bana, gönlümün sırlarına ulaşacak hazinenin ipuçlarını verecek, eğitimin aslında önce insanın kendi içine yapacağı yolculukla başlanacağını öğretecekti. Ve zaman, kalp eğitimini tamamlamış bir zihnin ardında nasıl izler bıraktığına şahitlik ettirecekti.
Şimdi, günlerdir yazacaklarımı zihnimde planlamaya çalışıyorum. Yaşadığım her şeyin muhasebesini yapıyor, gönlüme vurmuş ıstırabın yeniden alevlendiğini hissediyorum. Zira şimdiye kadar yazdığım herhangi bir yazı bu kadar zorlamadı beni. Hiçbir yazının her satırına bu denli gözyaşım değmedi. Hiçbir yazıda yazılması gerekeni eksik bırakma tedirginliği düşmedi gönlüme. İnanın bana, ilim deryasına dalarken asla enaniyet çukuruna düşmemiş, duruşu, konuşması, sanki zihninizi okuyormuş hissi uyandıran bakışı ve en önemlisi sizi içtenlikle dinleyip derdinizle hemhal olmuş bir gönlü yazmak hiç de kolay değil. Onunlayken biriktirilmiş anıları satırlara sığdırabilmek gerçekten kolay değil. Ben onu, hassasiyetleriyle tanıdım. Hani Fatma Bekir nasıldır diye sorsalar ilk vereceğim cevapların başında gelirdi, helal-haram noktasındaki titizliği. Görev yaptığım süre içerisinde o dönem bir yaşında olan oğlu Muhammed Masum’a, kursta yapılmış yemeklerden yedirmediğini gördüğümde sebebini sormuş, “Burada pişen yemekler burada yatılı kalan çocukların hakkı, benim oğlumun değil.” diye cevap verecek kadar gönül terazisinin ayarını iyi yapmış biriydi. O, kendisine bir sorunla gelen talebesini şefkatle sarmalayan, kursa emanet edilmiş ana kuzularının sığınağı, takvayla kuşanmış yıkılmaz kalesiydi. Bir gün olsun oğlunun huysuzluklarına kaşlarını çattığına şahit olmadığım bu gönlü güzel insan, anneliğe hazırlandığım o süreçte benim rehberimdi. Hatta bir gün oğlunun inatçılığına nasıl sabrettiğini sorduğumda “O bana emanet, bir gözetleyen var, emanete hıyanet mi edeyim?” demişti.
Yine bir gün, “Hocam çocuklar derslerini ihmal ediyorlar çalışmıyorlar ne önerirsiniz?” dediğimde, “mesele Kur’an veya Arapça öğretmek değil, mesele gönle girmek, iz bırakmak. Zira ne kadar yalpalasa da insan, döner dolaşır sonunda o izi takip eder.” diyecek kadar hayatı doğru okumuş biriydi.
Kısaca Fatma Bekir, otuz dört yıllık ömrümde gönlüme değen, bana annelik yolculuğumda davranışlarıyla rehberlik eden, güvenmenin güzelliğini yaşadığım, mesai arkadaşım, aynı zamanda ablamdı. Ve ölüm, ablamı benden, geçen yıl geçirdiği bir trafik kazası sonucu 5 günlük yoğun bakım sürecinden sonra ayırdı. Hani hep söylenildiği gibi o “Elif gibi yaşadı, mim gibi hayata gözlerini kapadı.” Her ölüm, her kaybediliş acıdır elbet. Lakin bir vefatın ömrümde böyle derin biz bırakmasına, iç muhasebe yapmama vesile olması onun yaşamının da ölümünün de rehberlik edecek bir tarafının olduğunun göstergesiydi. Aslında o vefatının ardında onu tanıyan herkesin, yetiştirdiği hafızlarının zihninde bıraktığı o güzellikleri, henüz yaşarken gönüllere ekmişti. Talebesi Safiye’nin deyimiyle “mahir bir bahçıvan” edasıyla, sabırla işlemişti. “Öğrettiğin her şey unutulur da bir gülümsemen kalır gönüllerde.” demişti.
Rabbim, hasadını fazla fazla toplamayı nasip etsin sana cennetinde Fatma Hoca’m. Rahmetle karşılanasın, şefkatle kucaklanasın. Zira sen bizleri hep böyle karşıladın. İsmi gibi masum yavrunun bizzat velisi olsun Allah. Hep iyilerle karşılasın. Bizim ise başımız sağ olsun.