Makale

GÜNÜMÜZDE DEİZM, ATEİZM VE NİHİLİZMİ DOĞURAN SEBEPLER

GÜNÜMÜZDE DEİZM, ATEİZM VE NİHİLİZMİ DOĞURAN SEBEPLER

Prof. Dr. İbrahim Coşkun | NEÜ Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi


İnsanın fıtratı/doğası ve inkâr
Hz. Peygamber’e “Amellerin en faziletlisi, hangisidir?” diye sorulduğunda, “Allah ve Rasulüne imandır.” (Buhari, İman, 18.) cevabını vermiştir. O hâlde insanın kalbindeki iman cevherinin kaybetmesi en büyük kayıptır. Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı, böylece varlıklar içerisinde şerefli bir konuma getirdiği insanın şeref ve haysiyetini koruması, imanını korumasına bağlıdır. İman her türlü şüpheden uzak, saf ve katıksız bir şekilde kalplere yerleşmedikçe, hakiki bir inançtan bahsetmek mümkün olmaz. Hz. Ömer’in ifade ettiği gibi hakiki iman için de Allah’a iman ile birlikte küfrü ve yaşanan çağdaki inkârcı akımları tanımak ve reddetmek gerekir.
Hususi karakterler bakımından insanlar madenler gibi farklı yapılara sahip olsalar da genel yapı bakımından aynı fıtrata sahiptirler. Bu fıtrat esasen tevhit esasına göre Allah’a inanma şeklinde yoğrulmuştur. İnsanın tevhit akaidine göre inancını şekillendirmesi, fıtratına uygun olanı seçmesidir. Ancak bu durum fıtratın batıl inançlara ve inkâra kapalı olduğu anlamına gelmez. Öyle olunca insan fıtratı, imanı ve küfrü kabul etmede aynı seviyededir. Birinin diğerine galip gelmesi, değişik sebeplerle gerçekleşir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979, VIII/5839.) O hâlde ateizm, deizm ve nihilizm gibi din karşıtı akımları tanıyalım sonra otaya çıkmasına ve taraftar bulmasına yol açan sebepleri belirleyelim.

Ateizm, deizm ve nihilizm kavramları
Teizm, ilahî dinlerin söylediği anlamda bir ilahın varlığına inanmaktır. Ateizm ise İngilizcedeki (A) olumsuzluk edatıyla Allah’ın varlığını inkâr eden felsefi görüş demektir. Kavram olarak ateizm, kâinatı incelerken, Allah’ı ve ruhu inkâr ederek duyuların ve deneyin verilerinden başka hiçbir bilgiyi kabul etmeyen, âlemin, tesadüfün birtakım kombinezonları ile meydana geldiğini kabul ve iddia eden görüş demektir.
Deizm (ilahiyye/ilahçılık), Latince Tanrı anlamındaki “deus” sözcüğünden türetilerek ateizme karşı tanrıcılık anlamında kullanılmıştır. Kavram olarak deizm, her türlü vahyi, risaleti, mucizeyi, ilhamı ve dolayısıyla vahyin bildirdiği Allah’ı, dini inkâr ederek sadece akıl ile idrak edilen bir Yaratıcıyı kabul eden anlayıştır. Bir başka ifadeyle Allah’ın âlemin mimarı olduğunu, âlemi düzenleyip tanzim ettiğini, ona şekil verdiğini, onu harekete geçirdiğini, fakat artık âleme karışmadığını tasavvur eden bir anlayıştır.
Nihilizm (hiççilik) ise bilgi, değer ve varlık felsefesiyle ilgili bir öğretidir. Nihilistlere göre hiçbir şeyin hakikati yoktur. Hiçbir şeyin hakiki bilgisine ulaşmak da mümkün değildir. Bu bakımdan insan eylemlerini belirleyen ahlaki değerlerden bahsedilemez. Nihilistlere göre insanlar güçlüler ve zayıflar diye ikiye ayrılırlar. Mevcut ahlak sistemini Tanrıya inanan zayıf insanlar oluşturmuştur ve bu ahlak sistemi köle ahlakıdır. Bu ahlakın karşısında güçlü insanların oluşturduğu efendi ahlakı vardır. Üstün insan, çağının modası geçmiş değerlerini reddeden, yeni değerler oluşturabilen insandır.
Batı’da ateizm, deizm ve nihilizmin nedenleri
Ateizm, deizm ve nihilizm gibi Batı’da ortaya çıkan din karşıtı akımlar, tepkisel hareketlerdir. Her devirde inkârcı akımlar, marjinal grupların savunduğu bir düşünce iken Rönesans sonrasında hızla gelişerek modern dönemde geniş kitlelerin düşünce ve yaşam biçimi hâline gelmiştir. Bunun önemli bir sebebi, Hristiyanlığın dejenere olması ve pagan kültürüyle bütünleşmesidir. Bu durum Hristiyan inançlarını hızla irrasyonalizme yöneltmiş Hristiyanlık âdeta sır ve gizem dini olmuştur. Üçlü tanrı inancı, asli suç, kiliselerin tanrının bedeni olduğuna inanılması gibi inançlar -ikna olunarak inanılan bir din değil- iradeci bir imanı doğurmuştur. Böyle bir iman ancak baskı ve korku ile sürdürülebileceği için, papazlar halk üzerinde mutlak bir otorite kurmuşlardır. Çoğu zaman bu otorite akıl, özgür irade ve serbest teşebbüs üzerinde baskıya dönüşmüştür. Daha sonra bu otorite ekonomik anlamda halkın sömürülmesine de alet edilmiştir. Fakat modern çağda sürekli gelişen deneysel bilgiler, kilisenin asırlardan beri savunduğu inançları sarsmıştır. Bunu önlemek için kilisenin uyguladığı baskılar, insanların dinden uzaklaştırmıştır. Dünya-ahiret dengesinin kurulamaması, Hz. İsa’ya karşı sevgide aşırılık ve onun mucizelerini yanlış yorumlayarak peygamberlik konumundan ilah (Allah’ın oğlu) konumuna yüceltilmesiyle peygamberlik makamının ruhban sınıfına terk edilmesi, bu sınıfın da tarihî süreç içerisinde akla, bilime ve fıtrata aykırı birtakım dinî yorumlar yapmaları ve uygulamalarda bulunmaları önemli nedenlerdir. (bkz. İbrahim Coşkun, Ateizm ve İslam, Ankara 2011.)
Sonuçta akla fıtrata uygun din ve değerler sisteminden mahrum kalan Batı, seküler bir dünya görüşüne mahkûm olmuştur. Siyasal anlamda kapitalizm olarak da ifade edilen bu sistemde kâr, sermaye ve mal için her yol mubah sayılmıştır. Bunlar elbette Medyenlilerin Hz. Şuayb’a "Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana ibadetin (dinin) mi emrediyor? Oysa sen uyumlu ve akıllı birisin!" (Hud: 11/87.) dedikleri gibi kendilerine müdahale edecek peygambere karşı çıkacaklar işlerine karışmayan helal-haram diye bir sınır koymayan Allah inancına yöneleceklerdir.
Ülkemizde ateizm, deizm ve nihilizmin nedenleri
Resmî istatiksel veriler, uzun süreden beri ülkemizdeki Müslümanların oranının %99 olduğunu gösteriyordu. Son dönemlerde araştırma şirketlerinin yaptıkları çalışmalarda “Allah’ın varlığına ve birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” şeklinde sorulan sorulara yaklaşık %4 oranında “hayır” cevabının verildiğini, bu soruya, “Evet, Allah’ın bizi yarattığını inanıyorum ama her şeye karıştığını düşünmüyorum” diyen literal anlamda deist düşünceye sahip olanların oranının ise %6 olduğu görülüyor. (Geniş bilgi için MAK-DANIŞMANLIK Şirketinin 12-18 Haziran 2017 tarihleri arasında “Türk Toplumunun din ve dini değerlere bakışı” adıyla yaptırdığı araştırmaya bakılabilir. http://www.makdanismanlik.org/turkiyede-toplumun-dine-ve-dini-degerlere-bakisi/ 09.07.2017.) Bu durum özellikle gençler arasında din karşıtı akımların dikkate değer bir artış kaydettiğini gösteriyor. Zaten etrafa şöyle bir göz attığımızda, bilhassa genç kuşakların İslami-ahlaki değerler sistemine karşı ilgisiz, hatta mesafeli bir dünya görüşüne meylettikleri gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Ülkemizde din karşıtı akımlara yönelenlerin yöneliş nedenlerini incelerken farklı kesimlerle karşılaşıyoruz. Şimdi sıra ile bunları değerlendirebiliriz:
Birincisi: Diğer dinler gibi İslam’ın da bilim ile çatıştığını, akla aykırı ilkeler barındırdığını, insana özgürlük tanımadığını, dünyayı ihmal ettiğini İslam dünyasının bundan dolayı geri kaldığını iddia ederek din karşıtı görüşleri savunanlar: Bu iddiada bulunanlar, İslam dini hakkında yeterli bilgisi olmayan İslam karşıtlığının ön plana çıkarıldığı çevrelerde yetişen kişilerdir. Sanattan eğlenceye genel olarak popüler kültürün de bu yapıyı beslediği bilinen bir gerçektir. Halbuki İslam dünyasında marjinal grupların savunduğu ifrat-tefrite düşmüş (aşırı) yorumların dışında Batı’da ateizm, deizm ve nihilizmi haklı kılan hiçbir nedenin İslam’da olmadığını açık bir şekilde söyleyebiliriz. İslam’ın Müslümanları bilim ve teknolojide geri bıraktığı iddiaları da doğru değildir. Evet, birkaç asırdan beri İslam dünyasının bilim ve teknolojide istenilen seviyede olmadığı görülen bir gerçektir. Fakat bu durum İslam’ın değil; Müslümanların bir eksikliğidir ve pek çok sebebi vardır. Kaldı ki bu durum telafi edilemez bir durum da değildir.
Günümüzde deizmi bir dünya dini hâline getirmek isteyen küresel güçler vardır. Ülkemizde deistlerin bu küresel güçler tarafından desteklendiği bilinmektedir. Bunlar dinleri özelikle de İslam’ı kurmuş oldukları düzenin önünde en büyük engel olarak görmektedirler. Uluslararası ateist, deist ve nihilist oluşumlar kurdukları web siteleri ve diğer sosyal medya kanalları ile dünya çapında faaliyet yürütmektedirler. Onlara göre Müslümanların fikrî yapısı sekülerizm dini de deizm olmalıdır. İslam dini bu düşünceye hizmet edecek şekilde yorumlanmalıdır. Ne garip ki ülkemizde kendilerine bu çerçevede hizmet edecek elemanlar bulabilmektedirler. (Y.N.Öztürk’ün “Tanrı, Akıl ve Ahlaktan Başka Kutsal Tanımayan İnanç DEİZM” adlı eser, bunun örneklerinden biridir.)
İkincisi: Taliban, Daeş, Selefilik gibi dinî metinlere lafızcı/literal bir metotla yaklaşan dolayısıyla şiddeti ve yasakları öne çıkaran, insana hiçbir özgürlük tanımayan kesimlerin din yorumlarını örnek göstererek din karşıtı görüşleri savunanlar: Bu konuda öncelikle şunu söylemeliyiz: İslam orta yolu tavsiye etmektedir. Barış ve kardeşlik bu dinin şiarıdır. Meşru savunma hakkının dışında asla şiddete müsaade etmez. Ne yazık ki her devirde bazı çevreler, bazen dış güçlerin de destekleriyle marjinal kalmakla birlikte şiddeti öne çıkaran dinî cemaatler olmuştur. Fakat hiçbir zaman onların metot ve uygulamaları hem âlim hüviyetine sahip kişiler ve İslam toplumlarının büyük çoğunluğu tarafından tasvip edilmemiştir. Aynı şekilde İslam batıni yorumlarla İslam dinini istismar ederek maddi ve manevi sömürü aracı haline getiren, sevgide aşırıya kaçarak dini sembolleri, din âlimlerini mutlak kutsal (Allah) derecesine çıkaran düşünce, tutum ve davranışlara da karşıdır.
Bu söylenenlere yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadığı hâlde din âlimi olarak bilinen kişilerin Kur’an’a ve sahih sünnete, aklıselime ve bilimsel gerçeklere aykırı beyan ve uygulamalarını da ilave etmeliyiz. Söz konusu kişiler bazen de tartışma üslup ve adabını yok sayarak şöhrete ulaşma ve onu sürdürme adına herhangi bir konudaki şaz/uç fikirleri öne çıkarmaları da bazıları için dinden uzaklaşmaya yol açabilmektedir. Halbuki marjinal grupların aşırı yorumlarını hariç tutarsak İslam mezhepleri arasında temel konularda derin görüş ayrılıkları yoktur. Öyle olunca yukarıda ifade ettiğimiz kişiler arasında ortaya çıkan ve derin gibi gözüken görüş farklılıkları usulsüzlük, bilgisizlik, ihtiras, kısa yoldan şöhrete ulaşma gibi basit sebeplere dayanmaktadır.
Üçüncüsü: Dünyevileşme arzusu
“Gördün mü o heva ve hevesini Tanrı edinen kimseyi?...” (Furkan, 25/43.) Ayette bildirildiği üzere deizmi savunan önemli bir kesim de arzu isteklerini yerine getirirken hiçbir sınır tanımak istemeyenlerdir. Müslümanlar arasında da belli bir servete veya şöhrete ulaşan kimseler, tıpkı deistler gibi Rasulüllah (s.a.s.)’ın risaletine ve getirdiği dine karşı çıkabilmektedirler. Mekkeli müşrikler de Hz. Peygamber’e karşı esasen bu sebeple karşı çıkmışlardı.
Mucizevi din söylemini, zorba bir krala benzetilen tanrı tasavvuru, ticari veya siyasi kaygılarla dinin istismarı da inkârcılığa yol açabilmektedir. İslam inanç siteminde hissi mucizelere ve keramete inanmak haktır. Fakat bu olaylar istisna türündendir. İstisna konumunda olan olayların genelleştirilmesi doğru değildir. Dinin ticari ve siyasi kaygılarla istismar edilmesinin savunulacak bir yönü yoktur. Maalesef her dinde bu hatayı yapanlar bulunmaktadır. Fakat tekil birtakım olaylar örnek gösterilerek din karşıtı düşüncelerin savunulması gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Bazı itikadi mezheplerin Allah’ın kudretini ve gazabını öne çıkarmaları da doğru bir yorum değildir. Kur’an ve Hz. Peygamber’in bildirdiği Allah (c.c.), kullarına karşı rahmet, merhamet ve adaletiyle muamele eder.
Sonuç olarak; Tanzimat’tan bu yana ülkemizdeki aydınlardan bir kısmı İslam âleminin ilerleyebilmesi için İslam’ın da tıpkı Hristiyanlık gibi reform edilmesini, deist bir din anlayışının hâkim kılınmasını savunmuşlardır. Hâlbuki İslam tarihine ise münferit birkaç olayın dışında din adına bilimsel gelişmelere engel olunduğu söylemez. Yine son yıllarda ülkemizde iç ve dış mihrakların desteklediği ve yönlendirdiği kimi radikal dinî grupların düşünceleri ve uygulamaları örnek gösterilerek, deizm çıkış yolu olarak gösterilmektedir. Kimi mistik çevreleri hariç tutarsak İslam’da dünya-ahiret dengesi de kurulabilmiştir. İzmirli İsmail Hakkı’nın, “İslam Dini ve Tabii Din” adlı risalesinde açıkladığı gibi bilime ve akla değer verme tabiatı araştırma, üstün uygarlıklar kurma gibi insanı aktif bir hayata yönelten ilkeler ve bu ilkeleri harekete geçirecek motivasyon zaten İslam dininde mevcuttur. Yeter ki o yeterli ilim adamı yetiştirilerek asrın idrakine sunulabilsin.