Makale

MAHKÛMLARA PENCERE OLMAK

MAHKÛMLARA PENCERE OLMAK
M.Emin Gürdamur

Diyanet İşleri Başkanlığı son yıllarda irşat faaliyetlerini hayatın pek çok alanına yayarak çeşitlendirdi. Hastanelerde hastaları, yaşlıları, çaresizleri ziyaret ederek onlarla içten sohbetler eden hoca hanımlara rastlayabiliyoruz. Kimi zaman da yetiştirme yurtlarına ve sevgi evlerine periyodik ziyaretlerde bulunup çocuklara dokunabilecek bir din dili için çabalayan görevlilere. Cezaevlerinde yürütülen irşat faaliyetleri ise işin mahiyeti sebebiyle toplumda pek bilinmeyen özel hizmetlerin başında geliyor.
Siz olsaydınız özgürlük gibi temel gereksinimden mahrum olan bir mahkûmla sohbet ederken sözü nereden açar, nerelerden beslerdiniz? Onu teselli mi ederdiniz? Ya da hiçbir şey olmamış gibi yapar; yıllar boyu hapishanede kalmış ve kalacak olmasını iletişiminizin kenarında mı tutardınız? Tutabilir miydiniz? Bu sorular uzar gider. Bunları düşünmeden mahkûmlara yaklaşabilmek gerçekten mümkün müdür? Cezaevleri doğal atmosferleri açısından dikkat edilmesi gereken, bildik eğitim şablonlarının ve formasyonlarının ötesinde bir titizlikle yaklaşılması gereken alanlar. İnsandan insana farklılaşan algılamalar, mahkûmiyetin ruhlara giydirdiği yılgınlıkla birleşince iletişimde daha bireysel bir çabayı elzem kılıyor.
Hademe-i Hayrat köşemizin bu ayki konuğu İstanbul’da Cezaevi Vaizi olarak gayretleriyle dikkat çeken Ayşe Hümeyra Akyol. Akyol, hafızlığın ve imam hatip lisesinin ardından Marmara İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuş. Altı yıl Kur’an kursu öğreticiliği yaptıktan sonra 2011’de Gümüşhane İl Vaizi olarak atanmış. Bir yandan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde İslami İlimlerde yüksek lisansa, bir yandan da Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda vaiz olarak göreve başladı. Evli ve iki çocuk annesi Ayşe Hümeyra Akyol’un okuma azmi ve gayreti çevresindekilere de bulaşıyor. O ise bu heyecanı anne babasından aldığını söylüyor: “Okumanın bir aşk olduğunu ailemden öğrendim. Babam sürekli okuyan ve ilme âşık olan bir zattır. Annemin de elinden hiç kitap düşmezdi.”
Vaizliğin çift yönlü meslek olduğunu, insanların hem dünyasına hem ahiretlerine faydası dokunduğunu belirten Akyol, “Kişinin hayatını daha disipline ediyor. Çünkü bu alanda hizmet veren kişinin hâl ve kâl dilinin aynı olması lazım. Bu da insanın kendini sürekli gözden geçirmesini sağlıyor, yani bir nevi otokontrol sistemi sürekli devrede kalıyor. Tabii bu da maneviyatınızı sürekli diri tutma gerekliliğinizi ortaya çıkarıyor.” İfadeleri kullanıyor. Sadece maneviyatın değil öğrenme arzusunun da diri kalması gerektiğini, okudukça zihnin ve gönül dünyasının kendi aydınlığıyla yetinmeyeceğini, daha fazlasını bilmek için kendiliğinden harekete geçeceğini kaydediyor.
Hayatın ana mecrasının kenarında kalmış insanlarla hemhal olmak her ne kadar hepimiz için müşterek insani vazifeyse de bu alanda daha özenli bir dilin, tecrübenin ve kesintisiz gözlemin gerekli olduğu aşikâr. Gümüşhane vaizi olarak görev yaptığı yıllarda çocuk esirgeme kurumu ve sevgi evlerine yaptığı ziyaretlerde bunu fark ettiğini söyleyen Akyol, “İtiraf etmeliyim ki görevimden önce hiç böyle bir kurumun kapısından içeri girmemiştim. Oradaki gençlerin hayata bakış açıları, kırgınlıkları, öfkeler, yalnızlıklar bana çok şey öğretti. Hele sevgi evlerindeki o mini mini yavrular insanın merhamet duygusunu en üst seviyeye çıkartıyor. İnsan kaç yaşında olursa olsun gerçekten hayatında ki sahip olduğu en önemli değer, kıymetini bilen gerçek bir ailenin varlığıdır dedim her seferinde kendi kendime.” ifadelerini kullanıyor.
Cezaevindeki görevine başladığı ilk gün bir ihtida törenine şahitlik etmiş: “Bu benim için müthiş bir heyecandı. Çünkü daha önce Müslüman olan birini hiç görmemiştim. O Güney Afrikalı hanımın gözlerindeki mutluluğu görmek her güzelliğe bedeldi benim için. İşte ne kadar büyük bir nimet içinde olduğumuzu, ama farkındalığımızın ne kadar az olduğunu o an anladım. Daha sonra da artmaya devam etti İslam’la şereflenenlerin sayısı.”
İnsanların cezaevlerinde çaresizliklerini, nedametlerini ve arayışlarını açık şekilde görmek mümkün. Zamanla irşat programları kapsamında düzenli sohbetlere giden vaizlerle mahkûmlar arasında derin bir bağ oluşuyor. Pek çok insan zaten yaptığına pişman, tövbekâr olsa da, kendi hemcinsi tarafından teselli edilmek, iyi gelecek sözleri ondan duymak, onunla yürümek ve biraz da onu bu yürüyüşüne şahit tutmak istiyor. Ayşe Hoca ve arkadaşları kimi zaman mahkûmların dine yönelmelerine, kimi zaman da dini seçmelerine vesile oluyor: “Her yeni mümin kardeşime sarıldıkça, onların kelime-i şehadet getirirken heyecanlarını gördükçe Rabbime binlerce defa şükrediyorum. Beni böyle bir göreve layık görüp kendi dinine hizmet etmemi sağladığı için.”
Hayatında unutamadığı anlardan birisinin ne olduğunu kendisine sorduğumuzda, hücrede kalan bir matematik mühendisinin, hocam bizden vazgeçmeyin ne olur, deyişini anımsıyor. “Günlerce aklımdan çıkmamıştı.” diye mırıldanarak. Her problemin temelinde dinden uzaklaşmanın yattığını kaydeden Ayşe Hoca, bir diğer anısını bizimle paylaşıyor: “İlk eşinden sürekli şiddet gören bir hanımefendi vardı. Kocası öldüresiye dövmeye başlayınca kadıncağızın daha fazla dayanacak gücü kalmaz ve eşinden boşanır. Ailesi de sahip çıkmaz. Bu yüzden eşinden boşanmış, kendi ailesi de bu hanıma sahip çıkmamış. Mendil satmış, evlere temizliğe gitmiş, ofislerde çay dağıtmış, araba camı silmiş. Yani bin bir fedakârlıkla büyütmüş evlatlarını. Sonra bir gün bir anda bir yanlışa kaymış, hemen farkına varmış ve deliler gibi pişman olmuş. Onun o samimi istiğfarı, kuru ekmeğim dahi olmasa da asla harama el uzatmamalıydım, derken akan o pişmanlık gözyaşları yeniden sorgulattı bana hayatı. Gerçekten zekât, sadaka müessesi tam anlamıyla hayatımızda olsaydı, o ve onun gibi kadıncağızlar bu hâlde olurlar mıydı? Hapishanelerde gerçek problemin Kur’ansızlık olduğunu fark ediyor insan.”