Makale

ENDÜLÜS

KİTAPLIK

ENDÜLÜS
Sema Bayar

Kimi isimler sadece bir şehir adı olarak kalmaz zihinlerde; kimi ülkeler, yağmalanan bedenlerinin ardından tek bir mabedini bile ayakta kalmasa da toplumsal hafızamızda derin izler bırakırlar. Müslüman coğrafya için Bosna’nın yaraları halen kanamaktadır, Endülüs ise kabuklanmış fakat sızısı kalmış bir yaradır.”
Endülüs tarihten sosyolojiye birçok alanda araştırmacıların ilgisi çeken, büyük fakat yenik bir medeniyet olarak geçmişten seslenmektedir. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Mehmet Özdemir de bu sese kulak veren kıymetli bir araştırmacı. Özdemir “Endülüs’te Müvelledûn Hareketleri” isimli doktora tezinde de Endülüs’ü konu edinmiştir.
“Endülüs” isimli son çalışması ise ilk baskısını İSAM yayınları arasından Mart 2014’te yapmış, akademik bir çalışma için oldukça kısa sayılacak bir sürede sadece iki yıl sonra Mayıs 2016 tarihiyle tekrar okurları ile buluşmuştur.
Mehmet Özdemir, kitabın önsözünde akademik dilin kuşatılmışlığını bir kenara bırakarak kendisini bu çalışmayı yapmaya iten amilleri, Endülüs’ün kendine çeken heyecanını dile getirmiştir. Dokuz yüzyıl süren bir medeniyetin ilk tohumları Müslümanların 711 tarihinde İber yarımadasına girmesiyle atılmıştır. Özdemir araştırmasını bu noktadan başlatarak öncelikle sayıları 200.000’i aşmayan Müslüman fâtihlerin nasıl olup da sayıları birkaç milyon olan İspanya’nın yerli halkı karşısında muvaffak olduklarını, bunu başarırken kimliklerini koruduklarını hatta bölge halkına kuzeyli dindaşları tarafından “Araplaşmış olanlar” anlamında “müsta‘ribler” denilecek kadar halkı tedrici bir şekilde doğululaştırdıklarını konu edinmiştir. Bu nedenle kitap Müslümanların bölgeye girişinden önce yarımadanın siyasi tarihinden başlayıp, devletleşme süreciyle devam eder. “Siyasi Tarih” başlığını taşıyan ilk bölümde ayrıca parçalanmadan paryalaşma da anlatılmakta, yazarın “İpi kopmuş teşbih tanelerine” benzettiği süreç, tüm amilleri ile gözler önüne serilmektedir. Zira iki buçuk asır gibi uzun bir süreçte olağan üstü gayretlerle kurulan bir devletin, çökmesi için yirmi yıl gibi kısacık bir zamanın yeterli olması dikkat çekicidir. Özdemir burada araştırmasını oldukça derinleştirerek süreç hakkında okurlara değerli bilgiler sunmaktadır.
Kitabın ikinci ana bölümü ise “Kültür ve Medeniyet” adını taşır. Bilhassa Endülüs medeniyetinin yağmalandığı, onun ismini yüzyıllar sonrasına taşıyacak mimari yapılardan kütüphanelere kadar talan edildiği düşünülürse, Endülüs medeniyeti doğrudan değil ancak çevresine ve özellikle de Avrupa’nın kültürel- ilmi gelişmelerine bıraktığı izler açısından dolaylı olarak gözlenebilmektedir. Ülkenin her bir şehri gelişmişlik düzeyleri, teşkilatları ve kıymetli kütüphaneleriyle işgalcilerin gözlerini açmıştır. Özdemir XII ve XIII. yüzyıllarda Tuleytula’da başlayan büyük hamleyi, Arapça eserlerin Latince ve diğer batı dillerine çevrilme sürecini bu uyanışa bağlamaktadır. Bölümde bu sebeple Endülüs devletinin ilmi-fikri hayatı, mimarisi ve sanatının yanı sıra, dağıldıktan ve tarih sahnesinden çekildikten sonra bile sürülen izleri konu edilmiştir. Endülüs ile ilgili olarak zihnimizde takılan hiçbir soruyu cevapsız bırakmamaya çalışan araştırmacı kitabını “Günümüz İspanya’sında İslâm” alt başlığı ile noktalar.
Ayrıca eserin sonunda yer alan resim ve haritalar görsel hafızamıza da gövdesinden budanmış bir çınara benzetebileceğimiz medeniyetin toprağa sıkıca tutunmuş köklerinden izler nakşediyor.