Makale

AKIL FİRARDA

AKIL FİRARDA
Ayşe Ciplioğlu KAŞ

Bu kadar melanetin şiddetiyle ortalığa saçıldığı bu asırda kıyamet alametleri birer birer zuhur etmişken biz neyin iddiacısı hangi suçun masumları hangi derdin şakileri olabiliriz ki? “Bizim dünyamız bembeyazdı, kaşıklarımız ak, gönüllerimiz paktı” desek de bize kimler inanırdı? Biz bize çaldık biz bize oynadık oldu çoğu işimiz.
XXI. yüzyılın acı bir kaybı var her gün okunan gazete manşetlerinde. Yaşam sınırlarından aklın himayesine girmeyen yaşantılar gözlemliyoruz toplum penceresinden. Kimi kovuğuna çekilmiş ihtiraslarının, kimi idrak edememe hastalığına yakalandığını bilemeden hoyratça tüketiyor hayatını üzücü bir hâlde, kimi de aklını nerede ve ne zaman yitirdiğini anımsayamadan hıçkırıklı ağlamalara tutulmuşçasına istemlerini tekrarlıyor her gelen ana ve zamana. Zaman, onu koynunda karartmakta, düşleriyle oyalamakta, serapların sürüklediğini sandığı hülyamsı görüntülerinde sihirli pozlara bürümekte yani harcamaktadır.
Oysa aklını rehber edinmekti insanın temel gayesi. Aklın ışığında yürümeyen kişi iman nurunu da kuşanacak, aklın ve imanın sınırlarında irfan iklimlerine vasıl olacaktı. Niçin ayrılığı hasıl etti peki insan akıl nimetinden? Nedir gözlerine çekilen ağır gaflet sürmesinin o yakıcı sebebi? İnsanı, ilahî görüş ufkundan ayıran teranelerin aldatıcı tınılarını fısıldayanın o taşlanmış ve kovulmuş şeytan olduğunu bilmeyen kaldı mı? Sırlarıyla, zırvalarıyla, hezeyanlarıyla, devasa çözümleriyle düğüm düğüm müphem ve kapalı manalarıyla dolana dolana büyüyerek gelen şu dünya hayatının çözümsüz gizemli dertlerini bir “sultan güç” olmaksızın çözebilmek, aşabilmek, hâl yoluna koyabilmek akıl olmadan ne mümkün?
Neydi o şaire “Biz büyüdük de kirlendi dünya” sözünü yazdıran o illetli hissiyatın sebebi? Biz büyürken kirletmek yerine temizletmek gelmedi mi aklımıza bu geçici konak olan dünya evini? Kızılında gökyüzünün açmalı insan bağrının öfkelerini… Kırdığı fay hatlarının çatırdamaları gibi yer kürenin adımlayıcıları, başlarını koyarken yastıklarına rahat uykulara dalma heveslerini söndüren iç gıcırtan hevasatın peşinde gitme ısrarından vazgeçmeli… Vazgeçemeden sevdiklerinden iyiliğin eşiğinden geçemeyeceğini ona söyleyen ayetlere aklın koluna girerek kulak vermeli…
Kurulu turşular gibi çeşit çeşit, renk renk dünya hayalleri belki kütür kütür sofralarda ağızları sulandıra sulandıra afiyetle yenilecekler… Ama belki de bir hafta geçmeden hava aldı, tuzu suyuna denk gelmedi ya da bu sefer elimden olmadı bahaneleriyle buruşuk suratların “Ay bu bozulmuş… Çok kötü tadı, yumuşamış at çöpe!” bahaneleriyle çöpe atılıverilecekler… İfsat olmaya o kadar müsait ki bu dünya… Zillet içinde yaşamı kabul etmeme dirayetini gösterebilme erdemine varabilmek için de yine akıl tırabzanlarına sıkı sıkıya tutunulmalı. Ne yapılmalı ne edilmeli kırk defa düşünülüp bir defa karar verilmeli… Ama asla ve asla binilen dallar kesilmemeli. Bilinmeyen doğrulara sırf cehalet penceresinden bakma bedbahtlığı ile karşı çıkılıp adavetle hüküm verilmemeli.
Mazlumun alsız pulsuz, soluk ve mat görünümüne aldanmayıp kanatlarını ve desteğini üzerlerinden kaldırmamalı. Yüzüne şeytani pudralar sürerek, sihirli öpücüklerle insanı şehvet dehlizlerine sürükleyen iblisler, katliam sahnelerini vicdanlarını susturarak işledikleri cinayetlerini örtbas etseler de… Bu nedamet sokağının masivaları hangi makyajla kapatılır? Hangi sözlerle basite alınabilir bilinmez. Sevmeden mazlumu, silmeden gözyaşlarını en azından gördüğünde merhametle kardeşçe. Milliyetine, aidiyetine, rengine, ırkına, inanç ve göreneklerine… İnsan olması hasebiyle bir mazluma değer vermek özlemi oldu şu yaşlı koca gamlı dünyanın.
Bu kadar melanetin şiddetiyle ortalığa saçıldığı bu asırda kıyamet alametleri birer birer zuhur etmişken biz neyin iddiacısı hangi suçun masumları hangi derdin şakileri olabiliriz ki? “Bizim dünyamız bembeyazdı, kaşıklarımız ak, gönüllerimiz paktı” desek de bize kimler inanırdı? Biz bize çaldık biz bize oynadık oldu çoğu işimiz. Deli söyledi akıllı inandı deyimini icra ettik ve bir delinin attığı taşı kör kuyulardan çıkarmak için yıllar değil belki de asırlar harcandı… Ziyana uğrayanlardan olmamak için Kur’an’da her asrın, her kasabanın, her beldenin insanına hazin sonuçları da anlatılarak şefkatli çağrılar yapıldı. “Soba yanıyor dokunma aman evladım yanarsın!” diyen baba misali Sevgili Peygamberimiz… (s.a.s.) Tahammül derecemizi bildiğinden uyarıyor baba şefkatiyle bizi. Yanacaksın evladım geri dur masivadan diyor. Akla sevk ediyor düşüncelerimizi. Kirlerinden ayırmaya çağırıyor. Evimizin önünden akan ırmak misalini bize verirken arının diyor abdestle ruhlarınızı ve bedenlerinizi yıkadığınız secdelerinizle Rabbe teslim olarak dünyanın kirlerinden tamamen.
Şunu da görüyoruz ki, bazen ruhlar aklanamıyor durduğu hâlde Rabbin dergâhına. Aşk kulvarlarına girmeyenlerin ihlas azıkları dolmuyor, namazları da namaz olmuyor maalesef. Aşksız ibadetlerini sırtlarında zahmet olarak taşıyan bedbahtlardan olmamak, ibadetleriyle caka satan, hava atan, onlarla insanların gözlerini boyamaya kalkan, ibadetlerini ticaretlerine sermaye yapanlarsa onların Kur’an tarafından sevilmedikleri açıktır. “Veyl olsun o namaz kılanlara!” Öyleyse söz dinletmeli bu zalim nefse bir şekilde. Nefsini ıslah eden kurtuluşun yolunu bulur madem. İyi bir ıslahçı olan peygamberden desturu alarak yo-la çıkılmalı. Aklı Kur’an rotasına bağlayarak kollar sıvazlanmalı.
Rabbin ölçüleriyle tartılmalı, hükümlerine göre ameller icra edilip gönüller aşk ırmaklarından yudum yudum içilerek parlatılmalı. Günahlarından arınarak, masiva yükünden halas olarak hafiflemiş ruhlarla eller Rabbe bir dahi açılmalı… Biz senden başka kerem sahibi bir padişah kapısı bilmeyiz! Diyerek nazı niyaz eylenir. Sızlanmaya yok kapımız başka. Gönül peçelerimizi sana açarız namazlarımızda. Arz ederiz hallerimizi ey yaratan Mevla! Aşk şerbetlerinden içenlere ulaştır bizi dünya yolculuğumuzda. Simurg’un arayışlarındayız maceralarımızı hayırla sonuçlandır. İmtihanımızı çekilmez yapma! Zorluklarımıza kolaylıklar hasıl eyle! ”kün feyekün” emri senin kudret elinde madem! Yokluk yurdunda kurutma gönül otağımızı!
Aklın sükûtu hayale uğradığı bir makam buldular sonra. Orada aşkın elinde azat olamayanlar hamlıktan yanmışlığa yanmışlıktan “insan-ı kâmil” olmuşluğa vasıl olanlar cem olmuştur. Gönül gözleriyle gördüklerini akıllarına okutmayı zararlı bulmuşlardır. Çünkü aşkın dertlerini, ıstıraplarını aşk delilerine okutturmak, onların deva reçetelerini sadece yazanını okuyabildiğini bile bile ona gönül hüzünlerini anlatmalarına aklın verecek cevabı da yoktu zaten.
Eğer giderse dünya evinden nuru Kur’an’ın… Aklını zayi edecek dünya… Çocuklarının yıllarca uyaran elçilere kulak vermemelerinden dolayı suçlayacak, mahzunlaşacak. Ben görevimi yaptım diyen müsterih baba misali çökecek belki de omuzları zalimlerin cehennemi resimlerine bakarken sızlanarak. Biz bize dertleşildiği günlerde doğruların yardımına koşan Allah’a hamt eden dillerin dualarına karılır dualar. Biz de senin cennet evinde konuk olarak gelelim ey gönüller sultanı! Esenliğini getiren saba ile muhabbetlerimizi gönderelim meleklerinle her vakit… Şırıl şırıl aktığında Kevser ırmağın salat ü selamlarımızın sesleriyle… O sonsuz musikiyi ölüm meleği ile dinlet bize de canımız ruhumuzdan ayrılma emrini işittiği zaman.
Güneşin dürüldüğü o çetin vakitte tut ellerimizden… Al cennet bahçene… Gönül evlerimize rahmet çiçeklerini serpiştiren soluğunu hissettir namazlarımızda bize artık! Tatsız tuzsuz namazlar kıldırma bize… Ruhsuz oruçlar tutturma Ey Aziz Sultan!... Annesine muhtaç bebeklerin arayışlarını algılayan ruhlarla dönüyoruz etrafında aşk evi Kâbe’nin… Lebbeyk diyen dillerimizi bu lezzetten mahrum kılmadan döndür! Akıllarımızı ilmimizle, amellerimizle ziynetlendirip artır! Bize salih kullarından olmayı nasip eyle! Sulhu gönül sahillerine kalkan eyleyen dervişin okuduğu mersiye gibi yalın ve ıslak… Yardım et ki, temizlensin çapak tutan düşüncelerimiz şerli işlerden… Bizi iyilik sokaklarına götürsün nur yüzlü erenlerin. Aldanmasın genç fidanlarımız nefis canavarına… Çıkar yüzünden masum görünümlü maskelerini. “Bir defadan ne çıkar!” nevinden kandıran sözlerini akıllara yatıran iblisleri tanımamız için feraset ihsan eyle ne olur!
Aşk olsun yarımız ve ebedî varımız…