Makale

POLONYA NOTLARI

POLONYA NOTLARI

Dr. Nuri İnan/ Balıkesir Üniversitesi Türk Dili Bölümü

2013’ün Kasım ayında, Erasmus ders verme hareketliliği ile Poznan Adam Mickiewicz Üniversitesi’ne gitmeye karar verdim. Uzun bir araştırmadan sonra Berlin üzerinden Poznan’a gitmenin daha uygun olacağını düşündüm. Tegel Havalimanı’na indim ve Hauptbahnhof Tren Garı’na bir otobüsle ulaştıktan sonra istasyonun ikinci katında bulunan bilet ofisine bilet almaya çıktım ama maalesef trende boş yer yok, bilet alamadım. Türk olduğunu düşündüğüm bir kişiyi gözüme kestirdim, yanına yaklaştım (adam gerçekten de Türk çıktı) ve ona durumu anlattım. Adam elini omzuma koyarak bana; "Gardaş bu trene bin, boş bir yer bul otur. Ceza keserlerse verirsin 100 avro geçer gider." dedi. "Gardaş" demesine mi, meselenin çözümüne mi kalbim titredi anlayamadan trene bindim, boş bir yer buldum oturdum. Yorgundum, uyumuşum. Gözümü açtığımda biri bana, canhıraş bir şekilde biletini göstererek bir şeyler söylüyor. Anladım ki yerin sahibi, oradan çıktım ve başka bir kompartımanda yer aradım. Bulduğum boş bir yere oturdum. Oturdum, ne gelen var ne giden, son durakta indim. Sanırım Berlin’den Poznan’a bedava giden tek kişi ben olmalıydım.
"Nezaket ve zarafetin ete kemiğe bürünmüş hâli nerede?" diye sorsanız, tartışmasız Polonya’da derdim. 1995 senesinde bir grup Polonyalı öğrenci üniversitemize gelmiş, yaklaşık on beş gün onlara mihmandarlık yapma görevi tevdi edilmişti. Bu ağırlama esnasında tanıdığım Lehlerin, hakikaten güzel cümleleri hak eden insanlar olduklarını bizzat müşahede ettim. Polonya’yla ilgili kanaatimin pekişmesini sağlayan şey ise; şimdilerde Adam Mickiewicz Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Profesör Sevgili Radek ve yine Warşova Üniversitesi tarih bölümünde profesör olan güzel insan, sevgili Piotr’dur. Şimdi düşünüyorum; daha o zamanlarda Radek ve Piotr, Hasan Mutlucan’dan türkü söyleyecek derecede Türkçeyi, Türk siyasi hayatını ve Arapçayı iyi derecede biliyorlardı. Kendi kendime sordum: "Elin oğlu bilmem nereden gelip bizi, bize yakın olanı ve bizim bilmemiz gerekeni biliyor da biz neden bütün bunlardan bîhaber büyüyoruz?" Bu paradoksu şimdilerde daha iyi anlıyorum.
Polonya çok kalabalık bir ülke değil. Otuz dokuz milyon insanın yaşadığı Polonya’da kişi başına düşen yıllık gelir yaklaşık 12000 dolar. Avrupa Birliği ülkeleri içinde avroya geçmeyen, belki bu sebeple hayatın o kadar da pahalı olmadığı nadir ülkelerinden biri. Ülkenin para birimi "zloty", aşağı yukarı Türk lirasına yakın endekste seyretmekte. Mesela, üç odalı bir ev kiralayacaksanız -şehre ve mıntıkaya göre değişmekle birlikte- ev kirası aylık 1500-1700 TL civarında. Elbette kirası 500 TL olan evler de mevcut.
Polonya’da 365 devlet üniversitesi, 135 özel üniversite bulunmakta. Burada okuyan hatırı sayılır ölçüde Türk öğrenci bulunuyor. Maalesef çoğu Türk öğrenci, okumayı ikinci plana atmış ve orada kaybolmuş durumda. Nerdeyse bütün Polonya üniversitelerinin YÖK ile denkliği bulunuyor. Polonya’da üniversite eğitimi almak için, Türkiye’deki gibi üniversite sınavına girmeniz gerekmiyor. Ayrıca Polonya’da öğrenim gören yabancı üniversite öğrencilerine yasal çalışma izni dahi veriliyor. Lisans ya da mastır yapmış bir öğrenci bir yıl oturma izni alabiliyor.
Lehler dil öğrenme noktasında oldukça iyi sayılırlar. Bütün Avrupa’da olduğu gibi üniversite öğrencileri birkaç dil biliyor. Fakat belli yaşın üzerindeki insanlar, ülkenin geçmişinden ve komşuluk ilişkilerinden olsa gerek, İngilizceden ziyade Almanca ve Rusça biliyorlar. Eğer İngilizce bilmeyen birinden yardım istiyorsanız endişe etmeyin, zira dil bilmiyor olsalar da size bir şekilde yardım ederler. Çünkü Polonyalılar, iyi ve yardımsever insanlardır. Daha da ötesi; Türk olduğunuzu öğrenirlerse bu durum daha tatlı bir hâl almaya başlıyor. Çünkü Lehler, Türkleri severler.
Erasmus sebebiyle gittiğim ilk yer olan Poznan, şehir gürültüsünden uzak ve sakin bir yerde yaşamayı tercih edenler için uygun bir mekân. Poznan, yemyeşil ve büyük göllerden oluşan parklarıyla, modern kiliseleriyle, çok düzenli şehir yapılanmasıyla görülmesi gereken şehirlerden biri. Bu şehirde ülkenin sayılı üniversitelerinden biri olan Adam Mickiewicz üniversitesi bulunmakta. Adam Mickiewicz, 1855’te İstanbul’a Kırım Savaşı’nda müttefikler safında savaşacak olan Polonya kuvvetlerini örgütlemek ve muhalifler arasındaki irtibatı sağlamak üzere gelmiş, İstanbul Beyoğlu’nda Tatlı Badem Sokağı’ndaki köşe başında, şimdi müze olan üç katlı, her katında küçük iki odası bulunan, 29 numaralı binada yaşamış, yakalandığı kolera hastalığı sonucu, burada hayata gözlerini yummuş önemli bir şairdir. Ölümünün 100. yılı olan 1955 senesinde Polonya kültür ve sanat bakanlığı ile yapılan işbirliği sonucu Beyoğlu’nda yaşadığı bu bina, müze hâline getirilmiştir. Üniversite dışında tarihî Zamek Kalesi, Ulusal Müze, Malta Gölü, eski bira fabrikasından bozma orijinal mimarisiyle şehrin göbeğinde bulunan Stary Browar ve Malta Alışveriş Merkezleri, gidilmesi gereken yerlerden bazıları.
Birkaç gün Poznan’da kaldıktan sonra Karakow’a gitmek istedim. Şehirlerarası toplu taşıma sistemi oldukça eski; fakat tren, Polonya genelinde oldukça işlevsel bir vasıta durumunda. Biletimi aldım ve sabah erken saatlerde istasyona geldim ve yerime oturdum. Sekiz saat sürecek olan Krakow yolu, gözümde büyüyor. Aslında kompartımanlar altı kişilik ama genelde her birine dört kişilik bilet kesiliyor. Yol boyunca hep dışarıyı seyrettim. Her yer alabildiğine yeşil, intizamlı ve muhteşemdi. Bu ülkede tren yolculuğu gerçekten eğlenceli oluyor. İstasyonlarda yolcu değişimi esnasında kendinizi aniden bir seremoninin içinde bulabiliyorsunuz; insanlar elbirliği etmişçesine bir mecburiyeti, güzellik ve zarafetle süslüyor gibiler. İstasyonun birinde karşıma tombiş bir teyze oturdu. Kalan yolculuğumda benim için önemli bir insan oldu bu teyze. Küçük küçük kutulardan çıkardığı otları karıştırdı yanına o güzel tebessümünü de ekleyerek bana çay ikram etti, çikolata verdi. Dışarıda birden yağmur yağmaya başladı. Cam kenarına yaklaştım, camı açtım bu yeni tanıdığım ülkenin yağmur sonrası toprak kokusunu ciğerlerime çektim. Oturdum, tombiş teyzenin gözlerine bir daha baktım; ne güzel bakışları vardı; derindi, maviydi, gönüldendi... Uzun fakat huzurlu bir yolculuktan sonra nihayet akşamüzeri Krakow’a vardım. Profesör Piotr ile buluştuk ve birlikte güzel bir mekânda yemek yedik. Ben tabii ki salata yedim; o da mezhebine uygun bir yemek tercih etti. Polonyalılar domuz etini çok seviyorlar, bu sebeple yemek yediğiniz yeri çok iyi seçmelisiniz ya da peynir ekmek yiyerek yemeği riske atmamanız gerekiyor.
Lehistan İmparatorluğu’na yedi yüzyıl başkentlik yapmış olan Krakow, geçmişin onurunu ve ağırlığını hâlâ taşıyor. Bu durum şehrin sokaklarında, insan yapısında, tarihî kimliğinde oldukça belirgin bir şekilde görülüyor. Krakow’da görülmesi gereken çok fazla mekân bulunuyor. Bu yerlerden en önemlisi Wawel Kalesi’dir; kale, şehre hâkim bir yerde yani Wawel Tepesi’nde ve Vistül Irmağı’nın yanı başına inşa edilmiştir. Kalede, tablolar, boyamalar, kumaşlar, heykeller ve en önemlisi de Avrupa’nın en büyük Osmanlı Çadırı koleksiyonu bulunmaktadır. Vistül Nehri’nin bizimle ilgili ilginç de bir hikâyesi de vardır. Polonya, 1700’lerin sonlarında Avusturya ve Rusya tarafından işgal edilince, Ukraynalı bir kâhin olan Wernyhora "Türk atları Vistül Nehri’nden su içmedikçe Polonya bağımsızlığına kavuşamaz." şeklinde bir kehanette bulunur. I. Dünya Harbi’nde Enver Paşa Almanlara yardım için önemli bir askerî gücü Galiçya’ya yollayınca bu kehanet gerçek olur. Türk askerleri orada Ruslara karşı savaşırlar. Neticede, Türklerin atları Vistül Nehri’nden su içer ve Polonya, savaş sonunda yani 1918’de bağımsızlığına kavuşur.
Krakow, II. Dünya Harbi esnasında zarar görmemiş nadir şehirlerden biridir. Bu güzel şehrin ağır, aslını kaybetmemiş orijinal yapısı sizi hemen farklı bir atmosfere sokacaktır. Birbirine estetik olarak çok benzeyen binalar, mürettep sokaklar, kurallara uyan insanlar, buradaki hayatın tamamen insan odaklı olduğunu adeta yüzünüze haykıracaktır.
Şehir surlarının başladığı kapının hemen yanında farklı bir yapı bulunmakta. Bu yapı geçmişte hem bir karakol, hem de bir arsenal (demir dövme mekânı) görevini üstlenmiştir. Şimdilerde burası, önünden hem otobüs hem de tramvayın geçmesi sebebiyle yabancı öğrencilerin buluşma noktalarından biri hâline gelmiştir. Şehrin en büyük meydanının orta yerinde Kumaş pazarı olarak bilenen tarihi yapı durmaktadır. Bu bina, artık bu özelliğini yitirmiş, daha çok turistik eşyalarının satıldığı bir mekân hâline gelmiştir. Bu binanın olduğu meydanda Meryem Ana Kilisesi (Kościół Mariacki) en eski kiliselerden birdir. Kilisenin özellikle iç ve dış mimarisi görülmeye değerdir. Bu mekânların dışında Grodzka Yolu, Moundlar, Ul. Kanonicza, Jubilat, Nowa Huta, Zakopane, Podgórze gibi yerleri artık sizin merakınıza bırakıyorum.
Varşova, Polonya’nın yeni başkentidir. Nüfusu 2 milyon 785 bin olan şehirde, birçok bölgeye rahatlıkla ulaşabileceğiniz tek bir metro hattı bulunuyor. Bunun haricinde tramvay ve otobüs hatlarını da kullanmak mümkün. Yani toplu taşıma araçları ile istediğiniz yere rahatça gidebilirsiniz. Türk yemekleri yiyebileceğiniz mekânlar, nargile içeceğiniz kafeler, rengârenk ışıkları altında yürüyüp alışveriş yapabileceğiniz caddeleriyle Varşova, kesinlikle bir öğrenci şehri durumunda. Varşova’nın yaşayan en tarihî yeri Eski Şehir isimli (Stare Miasto) bölgesidir. Bölgede XIII. yüzyılda yapılan bir kale de bulunmaktadır. Łazienki Królewskie Müzesi (Muzeum Łazienki Królewskie), bahçeli saray şeklinde planlanmış, Varşova’nın en iyi otantik müze ve parklarından biridir. Aynı zamanda Avrupa’nın da en iyileri arasında yer almaktadır. Wilanow Sarayı (Muzeum Pałac w Wilanowie), Kültür ve Bilim Sarayı (Pałac Kultury i Nauki) da gezilecek yer arasında sayılabilir.
Polonyalıların dili olan Lehçede, tek harfli ya da iki harfin yan yana gelmesiyle oluşan 32 harf kullanılmaktadır. Bu dilde kelimeler; eril (rodzaj meski), dişil (rodzaj zeski) ve nötr (rodzaj nijaki) olmak üzere üç şekilde tasnif edilir. Mesela sonu “a” harfi ile biten kelimeler dişildir. Okul (szkola), kitap (książka) kelimelerinde olduğu gibi. Bununla birlikte sonu “o” ile biten harfler nötrdür. Sandalye (krzesło), elma (jabłko) kelimelerinde olduğu gibi.
Polonya, sahip olduğu tarihî kilise ve müzeleriyle oldukça zengin bir kültüre sahiptir. Tarihi boyunca yüzlerce savaş görmüş hatta tamamen haritadan silinmiş ve çeşitli direnişler geçirmiş bir ülke olan Polonya, tüm bu zorlukların üstesinden gelmiş ve sahip olduğu değerleri bugüne kadar getirebilmiştir.
Ülkenin kırsal alanları çok iyi korunmuş ve korunmaya da devam ediliyor. Çeşitli bölgelerde birçok tarım arazisi bulunmasının yanında, organik tarım da oldukça yaygın. Ülkeyi gezmek istiyorsanız, kırsal alanları ve köyleri atlamamanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Leh mutfağını et, patates ve lahana diye tarif edebiliriz. Patatesten koca bir yemek kültürü çıkarmış tek millet Polonyalılardır diyebiliriz. Patatesi; Plaki, Mücver, Ziemnieczanie, Slaskie, Kluski gibi çok farklı şekillerde yemek olarak görebilirsiniz. Patates haricinde kuru erikle yapılan lahana yemeği Bigos, bizdeki mantı benzeri Pierogi, tatlılarından da bizim Ponçik olarak bildiğimiz Paczek tadılması gereken lezzetlerdendir.
Polonya’nın en ünlü sanatçısı, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış besteci ve piyanist Fredric Chopin’dir. Cesedi Paris’te Pére-Lachaise mezarlığında gömülü olan Chopin’in kalbi ise Varşova’da bir kilisede saklanmaktadır Polonya’da Adam Mickiewicz, Jan Kochanowski, Witold Gombrowicz, Stanisław Lem, Bruno Schulz,Stanisław Ignacy Witkiewicz, Jan Polkowski, Adam Zagajewski, Julian Kornhauser, Ewa Lipska ve Rafal Wojaczek gibi dünyaca ünlü yazar, şair ve sanatçıların bulunmaktadır. Ayrıca Nobel ödülü alan Henryk Sienkiewicz, Władysław Reymont, Czesław Miłosz ve Wisława Szymborska isimli edebiyatçılar da unutulmamalıdır.
Polonya dönüşü aklımda bir kaç şey kaldı: Polonyalılar Türkleri mutlu görüyorlar ve bu durumu güneşli bir ülke olmamıza bağlıyorlar. Güneşin çok görülmediği bir ülke için bu algı, oldukça normal. Bu ülkede kelimeler, gerçek anlamıyla kullanılıyor. Hayır, gerçek anlamda hayır demek yani çok ısrar etmemelisiniz. Son yıllarda Polonyalı kızlarla evlenip çocuk sahibi olduktan bir müddet sonra Türkiye’ye gidip dönmeyen Türk vatandaşları sebebiyle Türklerle ilgili olumsuz kanaatler oluşmaya başlamış. Eve iş götürmeyi sevmeyen Lehler, iş çıkışlarını ya da hafta sonlarını eğlenmek için önemli bir fırsata dönüştürülüyorlar. Bu maksatla Lehçede Rynek olarak adlandırılan meydanlarda hemen hemen yılın her ayında farklı bir etkinlik ya da eğlence düzenleniyor. Son birkaç not; sigara içiyorsanız sizden sigara istenmesine hazırlıklı olun ve kesinlikle şehri yürüyerek gezin. Gitmeden önce "The Boy in the Striped Pyjamas, The Pianist, Schindler’s List adlı filmleri mutlaka izleyin.