Makale

HZ. PİR ŞEYH ŞABAN VELİ

HZ. PİR ŞEYH ŞABAN VELİ

Muhammed Kâmil Yaykan

Vatan-ı aslinize dönünüz!
İstanbul, 1519.
Yıllardır döneminin ilim merkezi İstanbul’da idi… Ve yola çıkmıştı Molla Şaban, istikamet Kastamonu idi. Doğduğu kente varmaya niyet etmiş, duyduğu sesin hakikatine ulaşmaya karar kılmış idi…
Kuzey Anadolu’nun âlim ve zahit yetiştirmede oldukça mümbit bir beldesi olan Kastamonu’da 1481 yılında (Pendikli Şa’ban Efendi İcazetnamesi, s. 73.) dünyaya gelmiş Şeyh Şaban Veli… Dünyaya gelmeden önce babasını, henüz çocuk iken de anasını kaybederek hem öksüz hem de yetim kalmıştı. Cenab-ı Allah’tan başka hiçbir kimsesi olmayan bu sabi yavruyu sahiplenmek ise alicenap bir hanımefendiye düşmüştü. Manevi annesi onu yanına almış ve her alanda gelişimini desteklemek için tahsil hayatına başlatmıştı.
Her şeyden önce Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek gerekirdi. O da öyle yaptı. Kitabullah’ı hıfz etti ve Kastamonu’ya bağlı Taşköprü kazasında bulunan medresede öğrencilik hayatına başladı. Burada gördüğü altı yıllık eğitimin ardından manevi annesi ile birlikte İstanbul’a giden Molla Şaban, Fatih Sultan Mehmet medreselerinden biri olan ve ihtisas düzeyinde eğitim vermesi ile öne çıkan Karadeniz Başkurşunlu Medresesi’nde eğitimine devam etti. Fenni ilimleri konu edinen derslerin yanı sıra kıraat, tefsir ve hadis derslerine de aktif katılım gösterdi. Nihayetinde katıldığı derslerin her birinden ayrı ayrı icazet alarak zamanının sayılı ulemasından biri olmaya hak kazandı.
Devrin şeyhülislamlığından aldığı yetkiyle Eyüp Sultan Camii’nde dersiamlık görevini ifa eden Molla Şaban, eğitiminden de geri durmuyor; hadis ve tefsir mütalaalarına aralıksız devam ediyordu. Bu derslerden aldığı ilmî gıdalar pek çok ilahî sırra da vâkıf olmasına yardımcı oluyor, günden güne gönül dünyasında artan bir iştiyaka yol açıyordu. İç huzuru bulmak, kâmil bir mürşidin rahle-i tedrisinden geçmek için çaldığı kapılar bir bir yüzüne kapanıyordu. Gönlü Bolu’da mukim Hayreddin Tokadi isimli bir zata meyletmeye başlamıştı. İşte tam da böyle bir zamanda emir geldi:
Vatan-ı aslinize dönünüz!
İstanbul, 1519.
Yıllardır İstanbul’da, döneminin ilim merkezi İstanbul’da idi… Ve yola çıkmıştı Molla Şaban, istikamet Kastamonu idi. Doğduğu kente varmaya niyet etmiş, duyduğu sesin hakikatine ulaşmaya karar kılmış idi…
Şaban Efendi, arkadaşları ile birlikte yola çıktı. Takvimler Recep ayını gösteriyordu. (Pendikli Şa’ban Efendi İcazetnamesi, s. 77.) Bolu’ya yakın bir mevkide mola verdi yolcular. Etraftan zikrullah sesleri geliyordu. Sebebini sorduklarında, hancıdan halveti dergâhında zikir yapıldığı cevabını alarak zincire katılmak için harekete geçtiler. Zikir esnasında kendine hâsıl olan hâl Şaban Efendi’de büyük bir etki bıraktı. Gönlü artık bu dergâhtan ayrılmak istemiyor, bir an önce Hayreddin Tokadi ile buluşmaya can atıyordu. Arkadaşlarından izin isteyerek yola devam edemeyeceğini bildirdi ve dergâha intisapta bulundu.
Artık kendi ifadesi ile “Balı yağa katma, iki kanatlı olma vakti” gelmiş idi. Zahiri ilimlerde tahsil ettiği bilgilerin yanına batıni bilgileri de ekleyecek ve balı yağa katacak idi…
Bolu, 1531.
Nefsiyle giriştiği mücadele tam on iki yıl sürdü Şaban Efendi’nin. On iki yıllık tasavvuf tahsili nihayet sona ermiş, seyr ü sülükünü tamamlayarak balı yağa katmıştı. Aslen Düzceli olan ve gönül eğitimini Tokat’ta tamamladığı için Tokadi ismi ile anılan Hayreddin Efendi, çok sevdiği bu öğrencisini halifesi olarak göndermek istiyordu. Bir gün yanına çağırdığı müridine şöyle buyurdu:
Vatan-ı aslinize dönünüz!
Yine yola çıkmıştı Şaban Efendi. İstikamet Kastamonu idi. Doğduğu kente varmaya niyet etmiş, aldığı görevi yerine getirmeye karar kılmış idi…
Kastamonu’ya avdet eden Şaban Efendi önce kentin güney mahallelerinden birinde yer alan Cemaleddin Camii avlusuna yerleşerek münzevi bir hayata başladı. Önceleri garip bir yolcu olarak bilinen Şaban Efendi, kentin sevilen zatlarından biri olan Seyyid Ahmet Sünneti Efendi’nin dergâhında erbaine niyet etmesiyle beraber halk tarafından tanınmaya başladı. Çok fazla konuşmazdı. Bilhassa ilmî meclislerde kendisine söz verilmedikçe söze müdahil olmazdı. Bu yüzden: “Kâmil bir zat fakat ilmi kudreti pek fazla yok.” denilerek bahsedilir olmuştu. Ancak bir gün ilmî meselelerin masaya yatırıldığı bir toplantıda kendisine söz hakkı verilmesi üzerine yaptığı açıklamalarla herkesi kendine hayran bıraktı. Artık gerek zahiri gerek batıni her meclisin aranan isimlerinden biri hâline gelmişti.
Halkın ileri gelenlerinin teklifi ve daveti üzerine şehir merkezinde bulunan Honsalar Camii’ne taşındı ve buradaki hücresinde yaşamaya başladı. Kapısına gelenlerin hem akıllarını hem de gönüllerini besliyordu. Ona duyulan muhabbet günden güne artıyor, halk arasında Şaban Dede olarak anılıyordu.
Kastamonu’dan ve civar kentlerden pek çok kişi Şaban Dede’ye mürit olmak için geliyordu. Bu müritlerin pek çoğu tasavvufî terbiyeden geçerek Şaban Dede tarafından hilafete gönderiliyordu. Halvetiliğin bu yeni kolu artık “Şabaniye” olarak biliniyordu ve Şabani dergâhları Anadolu’nun farklı noktalarında parlamaya başlamıştı.
Bir yangın sonucunda Honsalar Camii ve dergâh kullanılamaz hâle geldi. Bir felaketin hayırlı tarafını görmeyi şiar edinen Şaban Dede, Kastamonu’nun Hisarardı mevkiinde bulunan Seyyid Ahmet Sünneti Efendi dergâhına geri döndü. Menakıbnamede anlatıldığına göre Seyyid Sünneti Efendi bir gün Hızır (a.s.) ile sohbette bulunuyordu. Bu sohbet esnasında Hızır (a.s.), Sünneti Efendi’ye kendisinden sonra seccadesinin bir süre boş kalacağını fakat daha sonra fevkalade bir şeyh tarafından doldurulacağını müjdelemişti. (Menakıbname-i Şaban-ı Veli, s. 35.) Şaban Dede’nin seccadeye oturması bu haberi doğruluyordu. Çünkü Mevlana Celalettin Rumi, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram ile birlikte Anadolu’nun aktab-ı erbaasından (dört büyük kutup) biri sayılan Şeyh Şaban Veli, Sünneti’nin vefatından 40 yıl sonra onun seccadesine postnişin oluyordu.
“Âşıkânın kâbesidir bu makam
Kim ki nâkıs gelse bunda olur tamam”
Bugün bu yazının yer aldığı kabrinin de bulunduğu dergâhta, vefatına dek pek çoklarını irşat etti Şeyh Şaban Veli. Ve kimseyi geri çevirmedi kapısından. Gönlündeki güzelliği paylaştı herkesle.
Takvimler zilkade ayının on sekizini gösteriyordu. Yıl hicretten sonra 976 idi. 4 Mayıs sabahı Hz. Pir Şeyh Şaban Veli bu dünyadan göç eyledi. Gönül ehli her yolcu gibi o da vatan-ı aslisine döndü. “Eyledi Şaban Efendi azm-i dildâr-ı cinân” mısraının sahibi Abdürrezzak İlmi Efendi, kaleme aldığı bu sözlerde Hz. Pir’in vefatına hem tarih düşüyor hem de cennetteki sevgisine kavuştuğunu müjdeliyordu.
Çarşamba günü dar-ı bekaya yolculuk eden Hz. Pir’in cenaze namazı için çok büyük bir kalabalığın toplandığını menakıpnamelerden öğrenirken kimi kaynaklarda namazın uzaklardan gelemeyenlerin de yetişmesi için cuma gününe ertelendiğini de görüyoruz. (Mustafa Tatcı, Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli ve Şabaniye, Kastamonu Üniversitesi 1. Şeyh Şaban-ı Veli Sempozyumu, Kastamonu 2012, c. 1, s. 36.)
Kastamonu, günümüz
Hak bu kim kutb-ı zamanın himmet-i şâhânesi
Rûh-ı pâk-i Pîri mesrur eyledi mânend-i ıyd
Beytinin de yer aldığı kitabe karşılar bizi dergâh, kabristan ve camiden müteşekkil külliyenin ana giriş kapısında. Yaz-kış ziyaretçiler gelir memleketin dört bir yanından buraya. Şeyh Şaban’a nispet edilen:
Gelişiniz güle güle
Gidişiniz güle güle
Her işiniz güle güle
Sözlerince her işlerini güle güle görürler. Gül alırlar, gül satarlar âdeta. Asa suyundan içerler kana kana. Ve tabii ki dua ve niyazda bulunurlar bu mübarek ortamda, sadece Yüce Mevla’ya…