Makale

İSLAM'IN EN DOĞU KAPISI: ENDONEZYA

İSLAM’IN EN DOĞU KAPISI: ENDONEZYA

Prof. Dr. Ahmet Kavas/ İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Güney Asya’nın en uç bölgesindeki binlerce adanın idari bir yapı ile birleşmesiyle oluşan Endonezya’nın adı sömürgecilik döneminin sonlarına doğru ortaya çıktı. Komşuları Filipinler ve Malezya’nın da yer aldığı Malaka yarımadasıyla beraber her üçüne İngiliz etnolog Georg Earl 1850 yılında Yunanca “hintli" karşılığında “indos” ve “ada” anlamındaki “nêsos” kelimelerini birleştirerek “indu-nesians” adını verdi. Öğrencisi James Richardson Logan ise bu ismi “hint takımadası” anlamında “Indonesia” olarak biraz değiştirdi. Hollandalılar henüz sömürgelerinin devam ettiği yıllarda bu isim yerine bölgedeki varlıklarından itibaren Doğu Hollanda Adaları veya Malay Takımadası adını tercih ettiler. Ancak Endonezya isminin 1900 yılından itibaren akademik çevreler dâhil her yerde kullanılması genelleşince diğerleri unutuldu.
Ülke toprakları bir ucundan en uzak noktasına kadar 5.000 km. uzayan coğrafi yapısı ile okyanus üzerinde büyük bir alana yayılmıştır ve ülke ekvator kuşağının her iki tarafında yer almaktadır. 263 milyon nüfusu ile de Çin, Hindistan ve ABD’den sonra dördüncü, 1.919.440 km2‘lik yüzölçümü ile de dünyanın 15. büyük devletidir. Başkenti Cava adasındaki Jakarta şehridir ve toplam nüfusun 150 milyondan fazlası bu adada yaşadığı için yeryüzünde km2’ye düşen en fazla insan bu adada yaşamaktadır.
Güneydoğu Asya ülkesi olan Endonezya’nın tarihi geçmişi hakkında arkeolojik kalıntılar V ile XV. yüzyıllar arasına ait önemli bilgi kaynağıdır. Müslüman toplumların en doğusunu oluşturan ve Doğu Hint ülkeleri dendiğinde Endonezya, Malezya ve Filipinli Müslümanlar akla gelmektedir. Fransız mühtedi ve İslam dünyası uzmanı merhum Vincent Mansour Monteil’in ifadesiyle Arap, Türk, Farisi ve Sahraaltı Afrikalılar ile Endonezya, Malezya ve Brunei Müslümanları İslam’ın beş renginden birisi olan Malaylardır.
Endonezya’nın ilk nüfusunu oluşturan Hint kökenlilerin buraya gelişi M.Ö. 269-232 yılları arasında hüküm süren kral Ashoka zamanına rastlamaktadır. M.Ö. 250 yılında yaşanan Kalinga Savaşından sonra bu kral Budizmi benimsemiş ve merkezi şehir olarak bugünkü Patna’yı seçmişti. Daha onun zamanında yakınındaki Hindistan’dan başlamak üzere Asurlular, Pers, Mısır Firavunları, Makedonya ve Çin’de Tang hanedanı gibi uzak coğrafyalarla ile de irtibat kurulduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Budizmin Çin, Japonya ve Endonezya takımadalarında geniş kitlelerce benimsenmesi MS III ve IV. yüzyıllarda gerçekleşebilmiştir. Kuzey Hindistan’da hüküm süren Gupta İmparatorluğu (320-467) döneminde Hinduizme ilgi yeniden artınca Güney Asya geçmişte kabul gören Budizmin yerini aldı. Anavatanı dışında Sumatra, Kamboçya ve Vietnam’da da yayıldı.
Sankrit dilinin Hindistan’ın güney bölgelerindeki lehçeleri giderek Endonezya’da da yayıldı. VI-VII. yüzyıllarda Hindistan krallıklarının adalardaki etkinliği giderek arttı. Öyle ki yerel toplumlar üzerindeki bu Güney Hindistan krallıklarının etkinliği 1300’lü yılların başında Halci hanedanlarından Alaeddin’in Dekkan’daki ordularının komutanı Malik Kafur zamanına kadar devam etti. Timurlenk’in Hindistan seferi sonrasında çok sayıda âlim ve tasavvuf ehli kimse bugünkü Endonezya adalarına geçtiler.
Endonezya’nın konumu Hint Okyanusu üzerinden Batı Asya ile Doğu Asya arasında Yemen, Basra Körfezi çevresinden gelen tüccarlar Cava ve Sumatra adalarına da özellikle musonlar sebebiyle mecburen uğramak durumunda kalıyorlardı. Arap Yarımadasını çevreleyen bölgelerden, Kuzey Afrika ve İspanya’dan farklı olarak Güney Asya bölgesine gelen Müslümanlar genelde bölgeyi bilen tüccarlar olup Hindistan, Çin, Nepal, Kamboçya, Vietnam, Filipinler gibi özellikle Endonezya’da bugün yerleşmiş köklü bir Müslüman varlığından bahsediliyorsa bunun birinci etkin unsurunu bunlar oluşturmaktadır.
Müslüman tacirlerin yerli Malay halkı ile doğruluk, dürüstlük gibi güzel hasletleriyle kaynaşması ve özellikle Malabar ile Sumatra’da evlilik yoluyla akrabalık bağları kurmaları birbirlerini daha yakından tanımalarına vesile olmuştur.
Endonezya adalarına ilk gelen tüccarların milliyetleri konusu belirgin şekilde tespit edilememiş olsa da ilk gelenlerin daha ziyade Hindistan’ın Gucerat ve Malabar bölgelerinden gelmiş olma ihtimalleri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca İran ve Çin’den gelen Müslüman tacirlerin sayıları da fazlaydı. Araplar bilhassa Kur’an-ı Kerim’in dili ile konuşanlar olarak sayıları az olsa da yerel halk nezdinde itibarları çok yüksekti. İçlerinden Hazret-i Peygamberin soyundan gelenler ise “seyyidler” olarak daha fazla saygı görüyorlardı. Endonezya Müslümanlığının ilk dönemi oldukça parlaktı. Tacirler dinî emirler ve nehiyler konusunda iyi eğitim almış kimselerdi ve fıkıh bilgileri de yeterliydi. Adaların bulunduğu coğrafya Abbasi ordularının buralara sefer düzenlemesine de elverişli değildi. Hâliyle genel anlamda eğitim, kültür ağırlıklı bir tebliğ ile bölgenin İslamlaşması mümkün oldu.
Güney Asyalı Müslümanların İslam dünyasının diğer tarafları ile en büyük bağları hac için yaptıkları seferleriyle elde ettikleri bilgi ve tecrübelerine dayanıyordu. Arap Yarımadası’na yaptıkları bu seyahatlerinde Mekke, Medine, Kudüs ve Şam şehirlerinde Maliki ve Şafii fakihlerle muhatap olduklarından bu mezhepleri benimsemelerinin genelde bu sebebe dayandığı belirtilmektedir.
Endonezya adalarında yaşanan İslamlaşma süreci anlık bir gelişme olmayıp yerel halkın asırlar içinde İslamiyeti kabul ettiğini göstermektedir. Bu yayılmanın büyük kitleleri cezbetme süreci ise daha ziyade ikinci dönemde olmuş ve XIII. yüzyılın sonlarının bu anlamda özel bir yeri vardır. 1282 yılında Sumatra adasının kuzey sahilinde hüküm süren ve danışmanları Müslüman olan Samudra kralı bu anlamda önemli bir şahsiyetti. Hindu dininde iken İslamlaşması hiç unutulmamış ve kabri o döneme ait en kalıcı iz kabul edilmektedir. Zaten Samudra’nın Perlak limanına 1292 yılında Çin seyahati dönüşü uğrayan Marko Polo’da burada bir Müslüman topluluk ile karşılaşmasından bahsetmektedir. Yaklaşık 50 yıl sonra 1345 yılında bölgeye gelen İbn Battuta da Samudra kralı el-Malik ez-Zahir ile görüşmesini anlatmakta ve onu mütedeyyin, ulemayı koruyan ve imanın en güçlü tebliğini yapan birisi olarak tarif etmektedir. Cava’da Müslüman toplumun geçmişi hakkında en belirgin kalıntılar arasında XIV-XVII. yüzyıl arasına ait mezar taşlarıdır.
İslamiyetin 1500’lü yıllardan sonraki bölgedeki varlığı Avrupalı sömürgecilerden Portekizlilerin, İspanyolların, Hollandalıların ve özellikle İngilizlerin gelmesiyle yeniden şekillendi. 18. yüzyıla gelindiğinde Endonezya takımadaları içinde Bali hariç tüm yerleşim yerlerinin başında bir Müslüman yönetici vardı. Endonezya’da İslamiyet daha ziyade düşünce ve kültür esaslı Açe’den başlayıp tüm ülkeyi oluşturan adalar topluluğunun batısındaki Sumatra’nın en kuzey ucuna, doğuda Moluk adasının kuzeyine, orta bölgedeki Borneo’da, Cava’nın kuzeyinde ve Selebes’in güneyinde de iyice yayıldı.
Endonezya’nın Cava ve Sumatra adalarında XVI. yüzyıl sonunda yaygın şekilde İslamiyet Hinduizm ve Budizm’in yerini aldı. Ülkenin doğusundaki adalarda ise XVII. ve XVIII. yüzyıllarda İslamiyet büyük bir çoğunluğun dini oldu. Ama Portekiz misyonerler eliyle Katoliklik, Hollandalılar eliyle de Protestanlık üzerinden yüzde beşin üzerinde bir kısmı Hristiyanlaştırılırken Bala adası ise hâlâ çoğunlukla Hindu’dur.
Avrupalılardan Endonezya adalarına 1511 yılında Batı Hindistan sahilindeki Goa limanından ilk gelenler Portekizliler oldular. Önce Malaka’yı işgal edip yerleştiler. Bir müddet sonra çok sayıda âlim o zamana kadar İslam’ın yayılmadığı diğer adalara geçerek orada dinlerini yayma fırsatı buldular. Bu arada Hindistan ve Endonezyalı Müslümanların Osmanlı Devleti’nin Doğu Afrika sahillerinde Portekizliler ile olan mücadeleleri dolaysıyla İstanbul’a XVI. yüzyılın ortalarında ciddi bir yakınlık duydular. Yavuz Sultan Selim’in Kızıldeniz’de Portekiz varlığını yok etmesi, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Hint donanmasının kurulması ve Hint Okyanusunda etkili olmaları, II Selim ve III. Murat zamanındaki gelişmeler Doğu Afrika, Arap yarımadası ve Güney Asya bölgesi Müslümanlarını Osmanlı Devleti’ne yaklaştırdı. Öyle ki XVI. yüzyılın ortalarından itibaren bilhassa Açe merkezli Müslümanlar kendilerini daima Osmanlı Devleti sınırları içinde gördüler. XIX. yüzyılın sonuna kadar Endonezya adalarının sadece belli başlı yerleşim yerlerini sömürgeleştirebilen, ama bugünkü ülke topraklarının çoğuna nüfuz edemeyen Hollanda ve İngiltere’nin zulme varan tavırları karşısında Hicaz’a ve oradan İstanbul’a heyetler gönderen Endonezyalı Müslümanların bölgelerine Avrupalı istilacıların ayak bastığı günlerden itibaren kesintisiz Osmanlıya bağlı olduklarını her defasında vurguluyorlardı. Bu da bize Osmanlı Devleti’nin ne asker, ne memur göndermeden kendisine bağlanan en uzak coğrafyası olarak kayıtlara girmek zorundadır. Zaten Avrupalı sömürgeciler de bu coğrafyaları büyük savaşlarla değil masa başında kendi aralarında kâğıt üzerinde paylaşıp çatışma kültürü olmayan bölgelere birkaç yüz askerle gidip sahiplendiler. Osmanlı Devleti ise buna da ihtiyaç duymadan buraların kendisine bağlandığını bizzat yerli halkın müracaatları ile öğreniyordu.
İslamiyetin üçüncü yayılma sürecine girdiği dönemde Hollandalılar önce 1605 yılında, yani XVII. yüzyılın başında, hammadde ve farklı baharat ürünlerinin ticareti için buraya gelip Cava adasının doğusunu işgal ederek Portekiz sömürge düzenini devraldılar. Yerel hanedanlar arasındaki taht kavgaları Hollandalıların sömürgeci faaliyetlerini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Yine de XIX. yüzyıla kadar burayı fazla sömüremeyen Hollanda birden büyük bir işgal süreci başlatarak Cava’da ele geçirmediği yerleri de ele geçirdi. 1812 yılında İngilizler Malaka Boğazını işgal edince Malezya ile Endonezya ilk defa ikiye ayrıldı. Bali ile Singapur hariç tamamı İslamlaşan adalar halen mevcut halini korumaktadırlar. Bugün İslam düşmanlığında Avrupa başı çeken ülkelerden Hollanda mevcut zenginliğinin tamamına yakınını Müslüman Endonezya halkını sömürerek elde ettiğini unutmaktadır.
XX. yüzyılın başına gelindiğinde Endonezyalı Müslümanların sömürgeciliğe karşı direniş dönemi başladı. Endonezya’da XX. yüzyılın ilk yıllarındaki millî uyanış Avrupa’da okuyan Cavalı önde gelen ailelerin bilhassa tıp eğitimi alanlarının başlattıkları Batı eğitim tarzını teşvik ve kendi değerlerine sahip çıkmaları ile hareketlendi. Çinli tüccarların giderek artan etkinliğine karşı Müslüman iş çevreleri de aynı yıllarda kendi aralarında teşkilatlanıp bu alanda söz sahibi oldular. II. Dünya Savaşı yıllarından Endonezya başka bir ülkenin istilasına uğradı. Avrupa sömürgeciliğine karşı kurtarıcı gibi gördükleri Japonya bu defa tüm takımada halklarına kan kusturdu. Milyonlarca insanın hunharca öldürüldüğü bir dönemden geçtiler. Bağımsızlık uyanışını tüm gayretleri ile engellemeye çalışanlar zamanla yeni devletin İslami gelenekleri esas almaması için epeyce çalıştılar. Soekarno ve Muhammed Hatta 17 Ağustos 1945 günü bağımsızlık ilanını yürürlüğe koydular. Ancak tanınması 17 Aralık 1949 tarihine kaldı. Yeni kabul edilen anayasada ülkenin tamamına yakını Müslüman olmasına rağmen dinlerine bir atıfta bulunulmadı. Beklenmeyen bu durum karşısında Batı Cavalılar, Sumatra’nın kuzeyindeki Açeliler ve Güney Selebesliler Daru’l-İslam denilen ve Endonezya İslam Devleti adıyla 1947 yılında başlattıkları direniş hareketini 1961’de silahlarını teslim edene kadar 14 yıl devam ettirdiler. Yine 1950’li yıllarda çok sayıda ayrılıkçı hareket kuruldu. 1966 yılında iktidarı ele geçirip 1998 yılındaki istifasına kadar 30 yıldan fazla iktidarda kalan Soeharto ülkede demokratikleşme süresini tek parti iktidarı ile yürüttü.
Endonezya 1945 yılında bağımsız olduğunda Pakistan-Bangaldeş birlikteliği devam ettiği için İslam dünyasının 1971’deki ayrılmalarına kadar en kalabalık ikinci ülkesi oldu. O seneden bu tarafa ise en kalabalık nüfusuna sahip ülkesi. Bugün 263 milyon nüfusunun %88’ini Müslümanlar meydana getirmektedir. Müslümanlar Cava, Sumatra, Batı Nusa Tenggara, Sulavesi, Kaliamtan’ın sahil bölgeleri ve Kuzey Maluku bölgelerinde yoğunluk oluşturmaktadırlar. Avrupalı sömürgecilikle bölgede misyonerlerin Hristiyanlaştırarak çoğunluk oluşturdukları bazı adalara XX. yüzyılda Müslüman göçü fazla olduğu için oralarda da azınlık durumuna düştüler.
Ülkenin en büyük İslami teşkilatının 1926’da kurulan ve İmam-ı Gazzali ve Cüneydi Bağdadi’ye önem veren geleneksel çizgideki Nahdatü’l-Ulema olduğu ve 40 milyondan fazla müntesibi ile hem Endonezya’nın, hem de tüm İslam âleminin en büyük dinî teşkilatına sahip olduğu söylenmektedir. İkinci büyük dinî topluluk ise 1912’de kurulan ve sağlık, eğitim, yetimhane, ibadethane, kütüphane ve benzeri hayır kurumları ile tanınan Muhammediyye olup 29 milyon mensubu bulunmaktadır.
Endonezya’da Din İşleri Bakanlığı İslamiyet dışında Katolik, Protestan, Hinduizm, Budizm ve Konfüçyanizm inancındakilerin idari anlamda varlıklarını tanımakta ve kanunun tanıdığı ölçüde her inanç sahibinin ibadet hürriyetini sağlamaktadır. Sadece Açe adasında şeri hükümler geçerlidir.
Batılı çevreler Endonezya Müslümanlarının uysal tavırlarını bazı taşkın çevrelerin sınırlı faaliyetlerini öne çekerek bunu ülkedeki diğer azınlık din mensuplarına bir baskı gibi yansıtmak için en ufak fırsatı kullanıyorlar. Hatta bunu bilinçli bir şekilde yaparak onları parlatmak suretiyle genç kuşaklar arasında bu yıkıcı yapıların birer cazibe hareketine dönüşmesini istiyorlar. Ülke insanlarının tabii yapısı olan uysallık, huzur ve samimiyet gibi hasletleri tamamen göz ardı ediliyor, dünyanın başka coğrafyalarınca bu yönlerinin öğrenilmesi istenmiyor.