Makale

ÜRETİLEN KORKU: İSLAMOFOBI

ÜRETİLEN KORKU: İSLAMOFOBI

Doç Dr. Mehmet Akif Okur/ Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

İslamofobi”nin kökenlerini, Osmanlı asırlarına ve hatta daha ötesine uzanan “Türkofobi”de arayanlar haksız değiller. Bugün yüz yüze olduğumuz kinle karışık korku yüklü zihin haritalarını tarihin örsünde bin yıllık çekiçler dövdü. Ancak bu kadim çerçeve, devamlılık çizgisindeki fasılaları ve değişimi de gözlerden gizlememeli. Yeni tehditlerle/düşmanlarla boğuşmak için safların tanzimi her gerektiğinde eski nefret şemaları, kolektif hafızada çok da ücra olmayan bir köşeye çekilirler. Ta ki, tazelenmiş çatışmanın alevleri tarafından konjonktüre uygun kalıplara dökülmek üzere tekrar sahneye davet edilinceye kadar.
Nitekim Batı’da, Soğuk Savaş yılları boyunca komünizme karşı mücadelenin yarattığı gereklilikler, uzun bir müddet Müslüman dünya ile ilgili tartışmaları daha tali bir konumda tutmuştu. İslamofobi’yi/İslam korkusunu, Avrupa’nın yanıbaşında hissettiği bu tehdit ortadan kalktıktan sonra, 90’ların ortalarından itibaren daha sık duymaya başladık. Kavramın doğum yeri İngiltere. Tıpkı antisemitizm gibi, özel nefrete dayanan bir ırkçılık kategorisini anlatıyor. Buradaki “İslam” ifadesi, kişinin dindarlığına değil aidiyetine atıf yapıyor. Müslüman bir ülkeden ya da aileden geliyorsanız, Batı toplumuna bireysel hayatınızda bütünüyle entegre de olsanız bu yeni tip ırkçılığın menzilinde kalıyorsunuz. Bu sebeple, aslında “antiMuslimism/Müslüman” karşıtlığı şeklinde kullanılması lazım. Zira İslamofobi ifadesi, Müslümanların maruz kaldığı ayrımcılık ve baskıları korku gibi bir mazerete bağlayarak hafifletiyor.
Batı’da 11 Eylül’ün ardından gittikçe ivme kazanan Müslüman karşıtlığı, yalnızca kültürel yahut siyasi bir tutum olmaktan hayli zamandır çıktı. Şiddet eşikleri hızla aşılırken ekonomik krizin de etkisiyle Müslüman karşıtlığı Avrupa’nın en ciddi sorunu hâline geliyor. Müslüman karşıtlığını besleyen sosyal ve ekonomik gerekçeler önemli. Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz, DEAŞ gibi terör örgütlerinin saldırıları ırkçı grupların yükselişi için uygun bir zemin sağlıyor. Ancak, Müslüman karşıtı duyguların kendiliğinden gelişmediğini, organize çabalarla kışkırtıldığını da unutmamamız gerekiyor. Çünkü İslamofobi, Batılı hükûmetlere çok cazip gelen somut jeopolitik sonuçlar üretme potansiyeline sahip. Batı kamuoyu, on yıllar boyunca İslam’la bağlantılı olay ve imgeleri korku nesnelerine dönüştüren bir propaganda sağanağına maruz kalmamış olsaydı, Müslüman coğrafyalardan arkası kesilmeyen katliam haberleri karşısında güçlü bir insani ses duymaz mıydık? Avrupa’da Suriyeli mültecilere karşı yürütülen amansız kampanyalar, bu kadar çok taraftar bulabilir miydi? Akdeniz’de batırılan insan dolu tekneler, en azından belirli kesimlerde bir merhamet hissi uyandırmaz mıydı? Acı gerçek şu: Müslüman karşıtlığının inşa ettiği filtreler, Ortadoğu’dan akan vahşet görüntülerini etkisizleştiriyor ve vicdanları susturuyor.
Müslüman karşıtlığının mağdurları, çok geniş bir yelpazeye yayılıyor. Avrupa’daki Müslüman göçmenler doğal olarak namlunun ucundalar. Kundaklanan camiler, dönerci cinayetlerinde katledilen Türkler, mültecilere reva görülen muamele, mültecilerin maruz kaldığı aşağılama ve saldırılar... Ama Batı’daki tartışmalarda özenle unutturulmaya çalışılan bir başka hakikat daha var. Müslüman karşıtı terör, aynı zamanda “bazı” Avrupalıları da tehdit sayıyor ve gözünü kırpmadan hedef seçiyor.
Hafızalarımızı tazeleyelim. Anders Behring Breivik’in Oslo’da İşçi Partisi’nin gençlik kampına yaptığı saldırıda 77 kişi hayatını kaybetmiş, 151 kişi de yaralanmıştı. Breivik, arkasında, kendisini bu terör eylemine sevk eden sebepleri anlattığı 1.581 sayfalık bir doküman bıraktı. “2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Deklarasyonu” başlıklı İngilizce metin, maalesef internet üzerinden İslamofobik ideolojiyi beslemeye devam ediyor. Breivik, burada yalnızca Türklere ve Avrupa’daki diğer Müslümanlara karşı beslediği düşmanlığın gerekçelerini sıralamıyor, “içerdeki” düşmana da işaret ediyor. Nitekim Norveçli teröristin seçtiği ilk kurban, çok kültürlülüğü savunarak Müslüman göçünü teşvik etmekle suçladığı Avrupa solu oldu.
Yazdıkları, Norveçli teröristin mantık zincirinin şu şekilde işlediğini gösteriyor. Breivik’e göre; Avrupa medeniyetinin temellerini yıpratan göçmen Türkler ve diğer Müslümanlar ülkelerine geri gönderilmeliydiler. Ancak Avrupalıların tamamı tehlikenin farkına varmadan bir şey yapmak mümkün değildi. Çok kültürlülüğü savunan ideolojiler ise bunu engelliyorlardı. Bu yüzden, Avrupa’nın kurtuluşu için önce içerideki düşman bertaraf edilmeliydi.
Uzun yıllar boyunca Batılı liberal ve sol çevreler ise, Türkiye dâhil İslam Dünyası hakkındaki pek çok meselede yönelttikleri acımasız eleştirileri ve çifte standarda dayalı tutumlarıyla kendilerine dönecek namluları yağladılar. Breivik hadisesi, bu kesimler tarafından desteklenen politikaların Avrupalıları hedef alan Müslüman karşıtı teröre nasıl argüman ürettiğini gösteren bir örnek mahiyetinde. Breivik, bahsettiğimiz terör manifestosunda Avrupa parlamentolarının sık sık gündemine getirilen 1915 olaylarına bolca atıf yapıyordu. Tam 31 defa “Ermeni Soykırımı”ndan bahseden Breivik, bütünüyle Ermeni diyasporasının perspektifini yansıtan bir tarih yorumunu Türklere ve Avrupa’daki diğer Müslümanlara karşı beslediği düşmanlığın gerekçeleri arasında sayıyordu. Biriktirdiği nefretin ilk kurbanı ise, çok kültürlülüğü savunarak Müslüman göçünü teşvik etmekle suçladığı Avrupa solu oldu. Bu manzara, diasporanın 1915 olayları üzerinden yürüttüğü nefret kampanyasıyla, yakın tarihin Avrupa’da en çok can alan “evde yetişmiş” teröristini tam bir bumerang hikâyesinde buluşturdu. Ve parlamentolar alet edilerek beslenen kin ateşi, her sönmeye yüz tutuşunda altına odun atanların ellerini de yakabileceğini gösterdi.
Batı dünyasının, yüz yıllık meseleleri dün yaşanmışlar gibi taze kavga konuları hâline getirerek Türkiye ile uğraşırken, DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinin eleman devşirmelerini önleyecek tedbirlere yeterince kafa yormamış oluşu, geldiğimiz noktanın anlaşılması bakımından önemli. Bugün ise Avrupa’daki müesses nizam, Türkiye karşıtı söylemler ve Ortadoğu’da kaosu büyüten politikalarla genişleme zemini açtığı Müslüman karşıtlığından beslenen bir siyasi tsunaminin tehdidi altında. Brexit’in ardındaki sebepler incelendiğinde, Suriyeli mülteciler tartışması üzerinden canlı tutulan Müslüman karşıtlığının tesiri kendisini ilk sıralarda gösteriyor. Malesef 2017’de Avrupa’da yapılacak seçimler zincirinin kaderini tayin edecek dinamikler arasında da örtük yahut açık propagandayla Müslüman karşıtı duyguların tahriki yer alıyor. Avrupa’daki merkez partilerin seçmen kaybederek iktidarı yitirmemek için aşırı sağı yükselten söylemleri taklide çalışmaları, Müslüman karşıtlığının kitleselleşmesi sürecini de hızlandırıyor.
Çift yönlü radikalleşme sarmalını besleyen bu siyasi iklim, terör sorununun büyümesi ve yeni acıların yaşanması riskini arttırıyor. Müslüman karşıtlığı, olağan bir “toplumsal” tavra dönüşüp devlet politikalarına sirayet ettikçe, el-Kaide, DEAŞ ve türevi örgütlerin eleman devşirmeleri kolaylaşıyor. Kendisini dışlanmış, yabancılaşmış ve baskı altında hisseden Avrupa’daki genç Müslüman nüfus üzerinde yürütülen propagandaların önü açılıyor. Madalyonun diğer yüzünde, gelecekte bu manzarayı daha vahim hâle getirebilecek bir başka önemli mesele var. Avrupa’nın muhtelif ülkelerinden aşırı sağcı/ırkçı gönüllüler, Ukrayna’da devam eden savaşa katılmışlardı. Bu militanlar, çatışma deneyimi kazanmış olarak ülkelerine dönmeye başladılar. İdeolojik dünyalarının merkezinde Müslüman karşıtlığı yattığı için ülkelerinde seçecekleri muhtemel hedefleri tahmin etmek zor değil. Bu karanlık senaryo hakikat olursa, Avrupa hâli hazırda yaşananlardan çok daha büyük bir çatışma silsilesiyle sarsılabilir. Bir tarafta Nazi türevi diğer tarafta Kaide/DEAŞ ve benzeri örgütlerin saldırılarıyla öfke biriktiren toplumsal fay hatları, daha fazla radikalleşme ve istikrarsızlık üretebilir.
Bu dehşetli cendereden çıkılabilmesi için popülizm tuzağına düşülmeden hızlı ve etkin tedbirlerin alınabilmesi lazım. Batılı siyasetçi ve kanaat önderleri, kendilerinin ve ülkelerinin geleceğini düşünüyorlarsa, Müslüman karşıtlığına açıktan ve tavizsiz biçimde tavır almalılar. Türkiye ile ilişkilere hâkim gergin hava yumuşatılmalı, Türkiye ve İslam dünyasındaki istikrarın Avrupa’da huzurun sağlanması için de elzem olduğu idrak edilmeli. Terör örgütleri eliyle kaosa itilmeye çalışılan Türkiye seddinin yıkılışının sonuçları, Batılı başkentleri sarsacak siyasi gelişmeleri tetikleyecek ve güvenlik sorunlarını büyütecektir. Ayrıca Avrupa’da radikalleşmenin hız kesmesi için Türkiye ile koordineli olarak Ortadoğu’da terör bataklığı üreten sorunların çözümüne katkı sağlanması da gerekiyor... İnsanlığı, Müslüman karşıtlığının tetikleyeceği, tarihteki benzer badirelerin tekrarlanmasından korumak için yapılması gerekenler listesi hayli uzun. Maalesef vakit ise gün geçtikçe daralıyor...