Makale

DİN GÖNÜLLÜSÜNÜN EN GÜZEL VASFI: EL-EMİN'İN YOLUNDA GÜVENİLİR OLMAK

DİN GÖNÜLLÜSÜNÜN EN GÜZEL VASFI:
EL-EMİN’İN YOLUNDA GÜVENİLİR OLMAK

Doç. Dr. Abdurrahman CANDAN | Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


Güven kelimesinin Arapça karşılığı “emn”dir. İman ve emn lafızları aynı kelime kökünden türemişlerdir. Dolayısıyla iman ile güven arasında çok yakın anlam ilişkisi bulunmaktadır. İmanın lafız itibarıyla iki temel anlamı bulunmaktadır: Birincisi, başkalarına güven vermek, ikincisi ise güven içinde bulunmaktır. İmanlı kişi yani mümin de Allah’a inanmanın sağladığı güven ile emin olan, hem de başkalarına güven veren kişi anlamına gelmektedir.
Güvenilir olmak aynı zamanda sorumluluk gerektirir. Her müminin evvela Rabbine karşı, ardından kendine karşı, sonra da diğer bütün insanlara karşı ‘emin/güvenilir’ olması gereklidir. Verdiği sözler, yaptığı anlaşmalar, aile mahremiyeti, verilen selama karşılık verme, sırları saklama, ayıpları yaymama, üstlendiği görevi yerine getirme konusunda son derece güvenilir olmalıdır.
“Güvenilir olma” tüm peygamberlerin ortak vasfıdır. Onlar bu vasıf ile Allah’tan buyruklar alıyor ve insanlara tebliğ ediyorlardı. Peygamberlerin getirdikleri öğretileri kabul etmeyenler güvenilir olmaları noktasında aykırı bir görüş beyan edemiyorlardı. Etseler de karşılık bulmuyordu.
Peygamber vârisi din gönüllülerinin de başarılı olabilmeleri için bu vasfı taşımaları gereklidir. “el-Emin” vasfı Hz. Peygamber’in mihrabında bulunmanın gerektirdiği temel özelliklerin başında gelmektedir.
Her şeyin başı güven ve güvene olan güvencededir. Güveni temin etmek kadar sürdürülebilir bir ahlaki erdem olarak benimsemek, bir meziyet olarak kabul etmek temel esastır. Din görevlisi her şeyin başında bunu temin etmeden yola çıkmamalıdır. Mensubiyet, kimlik veya ait olduğumuz kurum bir şekilde “güvenilir olma” vasfını kazandırdığı zannını oluştursa da hakikatte yeterli olamamaktadır. Mihrapta bulunmak ilk etapta güvenilir olma kanaatini oluşturmakla birlikte bu vasfın beslenmemesi, gereğinin yapılmaması, istenilmeyen sonuçlara neden olabilmektedir. Zaman içinde güven alanında oluşan aykırılıklar, potansiyel olarak verilen krediyi tüketmekte ve neticede istenilmeyen sonuçlar doğurabilmektedir.
El-Emin’in vârislerinde de bu vasfın bulunması gerektiği beklentisi çok haklı ve yerindedir. Önder ve rehber olarak mihrapta bulunan kişide bu vasfın bulunması elzemdir. Allah’ın huzurunda önderlik yapan kişinin kendisine tabi olanlara karşı sorumluluğunun bilincinde hareket ederek güvenilirliğine bir halel getirmemesi dinî, ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur.
Güven duygusu insanlar arası iletişim ve etkileşimi etkileyen en önemli etmenlerdendir. Bu itibarla her şeyden önce “güven” duygusunu temin etmekten başlamak gerekir. Güven olmadan girişim olmaz.
Peygamber Efendimiz’in hayatında da, önceki peygamberlerin hayatlarında da daha risalet görevlerine başlamadan güvenirlilik vasfının öncelikle var olduğu kaynaklarda yazılıdır. Hz. Peygamber hâl, hareket ve davranışlarıyla Mekkelilerin güvenini kazanmıştı. Bu anlamda ona bir itirazları yoktu. Hatta risaletten sonra onu şair, sihirbaz olarak itham etmek isteyenlere de yine kendi aralarında itirazlar yükselmişti. Nitekim Nadr b. Haris’in Hz. Peygamber (s.a.s.) ile ilgili söylediği şu sözler; güvenilir olma vasfının zihinlerde oluşturduğu etkiyi gösterme bakımından önemlidir. “Ey Kureyşliler! Gördüğüm kadarıyla Muhammed’in hareket tarzı sizi şaşırttı. Ona karşı tedbir almakta, söz ve cevap bulmakta aciz kaldınız. Hâlbuki o sizin aranızda yetişti. Halkın en sevgilisi ve en doğru olanınızdı. Onu aranızda emin bir kişi olarak seçmiştiniz. Sırası ve zamanı gelip de bu dini size anlatmaya başlayınca ona şair, mec-
nun hatta sihirbaz demeye başladınız. İşte bu size yakışmadı. Ben onun mesajını dinledim. Fakat bu saydığınız olumsuz sıfatların hiçbiri onda yoktur.” (İbn Hişam, Abdilmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut 1991, I, 299.)
Peygamber Efendimiz’in, beraber yaşadığı toplum bireyleri üzerinde oluşturduğu güveni yansıtması bakımından şu örnek de çok manidardır. Rasulüllah (s.a.s.) ilahî risaletle görevlendirildiği ilk dönemlerde Mekke toplumunun ileri gelenlerini günümüzde artık kendisinden herhangi bir eser kalmayan Ebu Kubeys tepesine davet ederek onlara şöyle demişti: “Eğer size şu dağın arkasından bir ordu geldiğini haber versem bana inanır mısınız?” Onların hepsi birden şöyle demişti: “Evet inanırız. Çünkü bugüne kadar senin yalan söylediğine asla şahit olmadık.” (Şibli, Mevlânâ Numanı, Asr-ı Saadet, Çev: Ömer Rıza Doğrul, Asrı Saadet, İst.,1973, II, 937.)
Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut ve Hz. Şuayp peygamberler, kavimlerini doğru yola davet ederken, Allah’a imandan önce güvenilir olduklarını ve onları yanlışa yönlendirmeyecekleri şeklindeki hitap, Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetlerinden anlaşılmaktadır. Ortak hitapları şu şekilde idi: “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. Artık, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (Şuara, 26/107, 125, 143, 162, 178.)
Yine Peygamber Efendimiz’in ümmet fertlerinde bulunması gerektiğini belirttiği ve bu özelliği kaybedenlerin Müslüman birey olmalarının da sorgulanabilir olduğunu buyurması da güvenin İslam ümmetinin temel özelliği olduğuna işarettir. O (s.a.s.) bir pazar yerini gezerken elini, içinde tahıl bulunan bir çuvalın altına koyduğunda ıslaklık görmüştü. Bunun üzerine mal sahibine sebebini sormuş ve şu cevabı almıştır: Onu yağmur ıslattı ey Allah’ın Rasulü. Bu cevap üzerine kendisini şöyle uyarmıştır: “Öyleyse o ıslak kısmı, insanların görmesi için, çuvalın üstüne koysaydın ya. Bizi aldatan bizden değildir.” buyurmuştur. (Müslim, İman, 43.)
Gerçek güven duygusu hemen oluşmaz. Kimlik, görev veya toplumsal hiyerarşiden daha ziyade güvenin sağlam bir temelinin olması gerekir. Geleneksel bir şekilde veya hazır elde edilen güven avantajının korunup verimli bir hâle getirebilmesi için beslenmesi, düzenli bakımının yapılması, erozyona uğratacak etkilerden muhafaza edilmesi gerekir.
İmam-Hatip olarak görev yapmak ilk etapta “güvenilir” olma zannını oluştursa bile uzun vadede bu alanda gösterilen çaba etkili olacaktır. İnsanların geleneksel güven algıları artık değişmiştir. Bir şahsın din görevlisi olması, mihrapta görev yapması veya ateşli vaazlar yapması uzun vadede güvenilir olarak algılanması için yeterli görülmemektedir. Etkili güven telakkisi için gerekli olan hususların somut, anlaşılır bir şekilde uygulanması gerekir.
Bunun temin edilebilmesi için de her şeyden önce din gönüllüsünün tavır ve davranışlarını onurlu bir tevazu, her hâlükârda dosdoğru davranışlar, insanların gönlüne hitap eden hoşgörü, bütün maddi çıkarların ötesinde bir hakkaniyet, zulüm ve haksızlıklara karşı cesaretli tavır, fevri çıkışların ötesinde anlamlı ve dirayetli sabır, kendini aşan bir çalışkanlık, hüzün ve sevinç günlerinde fedakârca bir paylaşım, kibir ve riyayı ortadan kaldıran sadelik, veren el olmanın sağladığı izzet gibi temel İslami ve insani vasıflarla süsleyebiliyorsa muhatabında zorunlu bir güven hissi uyandırır.
Din görevlilerin bu vasıflarla mücehhez olmaları da yeterli olmaz. Toplum bireyleriyle iyi diyalog kurabilme kabiliyetine de sahip olmaları gerekir. İnsanlarla seviyeli bir şekilde birlikte olabilme, onlarla iç içe olabilme, yüz yüze, birebir diyaloglar da geliştirmeleri gerekir. Bu şekilde taşıdığı meziyetler, muhatapları tarafından görülür ve oluşan güven meziyeti ile birlikte ulaştırılmak istenilen mesajlar karşılık görür.
Güven duygusu çoğu zaman kırılgan olabilmektedir. Güzel bir şekilde güveni temin eden bir din görevlisinin fevri, istenmedik bir davranışı kendisine duyulan güveni sarsabilmektedir. Bundan dolayı güven duygusunu sarsmadan sürdürebilmek önemlidir. Uzun yıllar ve uzun çabalar neticesinde oluşan güven sarsılınca buna bağlı olarak oluşan “muteber insan”, “sözü dinlenilir adam”, “gölgesinde durulabilecek çınar” anlayışı da zedelenir. Günlerce, aylarca, bin bir emekle süslenen seramik vazonun betonda parçalanması gibi, oluşan güven de eski hâline dönmeyecek şekilde dağılabilir. Çünkü güven bilinci ve emniyet hisleri insanları birbirine bağlayan, ilişkileri anlamlı kılan kuvvetli bir tutkal görevini görmektedir. Bu dağılınca aradaki muhabbet de kaybolur.
Din görevlisi ve muhatapları arasında güven duygusu zedelendiği zaman topluma yön verme, hayra ve güzelliğe davet etme özelliği de işlevsiz hâle gelir. Kolaylıkla yapabileceği hizmetler akim kalır, ilişkiler yapaylaşır, şekilsel bir seremoniye dönüşür. Asıl olması gereken zihinsel, kalbî iletişim kapıları kapanır.