Makale

LEVENT UÇKAN: “Din gönüllülüğü; insanların ‘Sana ihtiyacım var.’ dediği alanlarda var olmayı gerektiriyor.”

SÖYLEŞİ

LEVENT UÇKAN: “Din gönüllülüğü; insanların ‘Sana ihtiyacım var.’ dediği alanlarda var olmayı gerektiriyor.”

Söyleşi: Ali AYGÜN

Hz. Peygamber döneminde cami nasıl şekillenmişti, neyi ifade ediyordu?
Medine’deki ilk toplanma yerimizin adıydı mescit, Mescid-i Nebi. Onun öne çıkan vasfı, kulluğun en damıtılmış sureti olan secdenin, Hz. Peygamber’in önderliğinde, topluca ve coşkuyla Rabbe sunulan yer olmasıydı. Mümini Rabbine miraç ettiren namaz; kullara aynı zamanda kardeş olmayı da öğreten bir yapı arz etmekteydi. Öyle ki, hani neredeyse sahabe bu ibadeti ferden ferda hiç görmemiş, görmediğini de denememişti. Farz namaz vakti geldiyse mümin kardeşleri mutlaka oradaydı ve bir araya geldikleri yerin adıydı mescit. Bu o kadar olmazsa olmaz bir algıydı ki münafıklar dahi bu tanımdan kendilerini uzak tutamazdılar Peygamber Medine’sinde. Sabah ve yatsıda namaz saflarında boy gösterirlerdi.
Ezan duyulmaya başladığı andan itibaren, ânın vacibi bir koşturmaca başlardı Mescid-i Nebi’ye. Bu koşuşturmanın dışında kalamazdı âmâ Ümmü Mektum. Zira mescide devam konusunda görme engeli ile ilgili soruya mübarek ağızdan: “Ezan sesini duyacak mesafede ikamet ediyorsan gelmelisin.” cevabını almıştı o kutlu sahabi.
Velhasıl Rasul’ün Medine’sinde hayat günde beş kez mescitte temizlenmekteydi. Âdeta kan toplanıyor, oksijenle tazeleniyor ve topluma tekrar iade ediliyordu. Namaz kötülükten alıkoyan, miraç ettiren, vakitleri belirlenmiş bir hediyeydi. Ümmetin hayatı namaz etrafında akıyor; namaz, müminleri günde beş kez mescitte topluyor ve dağıtıyordu.
Ümmet yüzyıllarca, şehirlerini ve hayatının akışını Medine-i Münevvere’den aldığı bu ilham üzere kurmaya çalıştı. Namaz yörüngesinde akan bu huzurlu hayatta, işler namaz vakitlerine göre belirlendi, buluşmalar ona göre ayarlandı. “İkindiden önce, ikindiden sonra” tabirleri cümleleri süsledi.
Mekânlar camilere göre tarif edildi. “Mescidi soluna al ve yürü, biraz ilerde.” Zamanın, mekânın, işlerin namaza (miraca), Rab ile randevuya göre ayarlandığı İslam başka bir İslam’dı mutlaka.
İslam’la inşa edilen şehrin kalbi, ümmetin ibadet ve ilim merkezlerinde attı. Çarşı, pazar ve sosyal hayat, mescit kıblesinden ayrılmamaya gayret etti. Kıble, tüm hayatın İslamlaşması çabasında bir mihenk taşı oldu.
Zamanla mimari gelişti, insanlar çoğaldı. Mimarinin ulaştığı imkânlar camiye; medreseyi, tekkeyi, dergâhı, hamamı, imareti, şifahaneyi ekleyerek cami havzalarında külliyelerin oluşmasını sağladı. Cami uzunca yıllar bu yapıları bir evlat gibi bağrına bastı.
Ancak zamanla külliyenin içindeki yapılanmalar da büyüdü büyüdü ve kabına sığmaz bir hâl aldı. Mescid-i Nebi’nin mütevazı fizik imkânlarında ilim talebelerinin oluşturduğu tabii halkalanmalar, barınma için kullanılan gölgelikler, önemli konuların istişare edildiği yerler her biri farklı bir adla anılıyordu artık. Mektep, medrese, tekke, şifahane gibi…
İnsanlar artık bu gibi mekânlarda toplanıyorlar ve ümmetin işlerini bu mekânlarda yürütüyorlardı. Ancak neşvünema buldukları cami, hâkim şemsiyesini koruyor ve ibadetlerin en başlıcasını yerine getirmek üzere müminleri sık sık davet ediyor ve bir misafir gibi bağrına basıyordu. Ümmet de bu çağrıya icabet ediyor namazı ve onu ikame edeceği alan olarak mescidi hayatının kıblesinde tutmaya çalışıyordu.
Önceden cami, etrafında kümelenen kütüphane, sebil, kuş evi, tekke, imaret, türbe, medrese, hazire ve muvakkithaneyi barındıran külliye ile hayatın merkezinde duruyorken nasıl oldu da belirli vakitlerde açılıp kapanan ve bu hâliyle hayatın kıyısında kalan bir mekâna dönüştü?
Aradan yıllar geçti. Pek çok cami yapıldı. Ancak bırakın münafıkları, müminler dahi namaz için mescitte toplanmayı gereksiz görür oldular. Camiler şehirlerin en ıssız mekânları olarak insanlardan ziyade kuşları ağırlamaya başladı. Ne olmuştu? Namazımız ve mescidimizin istikamet verdiği yüzyıllar sanki gerilerde kalmıştı. Yeni dünyanın farklı toplanma mekânları, farklı rehberleri vardı ve yeni dünya farklı kıblelere akıyordu. Ne olduğunu anlamadan mescitlerimizi, modern kültürün aktığı kıbleye göre kullanmaya başlamıştık bile. Mesai şartlarından, tatil günlerine pek çok mazeretimiz vardı. Mescitlerin sadece namaz için, o da vakit namazlarında değil cumalarda, teravihlerde hatırlandığı yeni mescit kullanımlarımız ve alışkanlıklarımız oluşmuştu bile. Camilerimizin mimari kıbleleri, olduğu yönde durmaya devam etmekteydi ancak ümmetin günlük pratikleri ve tarzı çoktan sünnetten (izden) ayrılmış, ümmetin ayakları sırattan uzaklaşmıştı. Yön olarak kıbleyi tutturan ümmet; algı, anlam verme ve istikamette çoktan farklı bir medeniyete ve farklı kıblelere akmaya başlamıştı. Modern toplumun farklı bir kıblesi, farklı bir akışı, farklı cem alanları, farklı coşkuları velhasıl farklı kalpleri vardı. Cami artık ümmet için dahi, tarihi bir kalpti. Ümmetin de kalbi farklı ritimde farklı mekânlarda ve farklı önceliklerle atmaktaydı. Derdimiz nedir? Ne anlatmak istiyoruz? Namaz ve onun icra alanı olarak mescidi, ümmetin hayatının kıblesinde tutmak; hayatı namaz merkezli anlamak, yapılandırmak cümlesinden ne kastediyoruz? Bu cümlenin modern çağda ete kemiğe bürünmesi nasıl olacaktır? Bu idealden ümmet olarak ne anlıyor ve nasıl icra etmeye çalışıyoruz? Günümüzde, “Mescidi rayına oturtmadan ümmet istediği hedefe yol alamaz, yol bulamaz.” iddiasıyla neyi kastediyoruz? Tüm bu soruların cevabını aramaktır niyetimiz.
Üniversite hocalarımızın ilim halkaları, müftülerimizin açılış, protokol ve büro görevleri, iş adamlarımızın alışveriş yoğunlukları, öğrencilerimizin ders saatleri, velhasıl toplumun her kesiminin ezanla camide saf tutamaması için bir mazereti vardı yaşadığımız yüzyılda. Mütevazı seccadelerimiz camilerimizin yerini almış, cuma ve bayram namazı kılınan dernek ve yurtlarımız camilerimizi zayıflatmıştı. Camiler “cami (toplayıcı)” olma özelliğini yitirmişti. Ümmet; namazını ve cemaatini muhafaza edememiş; bu yüzden kendi muhafazasını da yitirmişti. Beş vakit namaz kılanların oranı % 99’u Müslüman ülkede % 42’ye gerilemişti. Namazını, cemaatini, camisini yitiren ümmet varlığını sürdürebilir miydi?
Yaşadığımız modern çağda farklı sebepleri sıralamak mümkün şu veya bu ama bir gerçek var ki ümmet namaza camide cemaatle devamda farklı alışkanlıklar oluşturdu. Artık namazı camide kılmasak da olurdu. Nasılsa yeryüzü bize mescit kılınmıştı. Cemaate yetişemesek de olurdu kendimiz cemaat yapıverirdik. Vakit desen, nasılsa daha vardı. Velhasıl camiden ve namazın kurucu etkisinden uzaklaşan ümmetin yeni alışkanlıkları en büyük engelin kendi olmuştu.
Peki, yeniden namazımızı ve camimizi nasıl ayağa kaldıracağız?
Ümmeti dokuyan fabrika olarak cami; ümmet olma noktasında farklı problemler yaşıyorsa ki yaşıyor, bunun en temelinde ümmeti dokuyan fabrikanın yaşadıklarına gözleri çevirmek gerekiyor.
Ümmetin paramparça olmuş hâline bakarak yaşayan-yaşatan bir caminin olmadığını söyleyebiliriz. Tekke var, medrese var, vakıf var, dernek var, bina olarak mescit var ama bizi bir yapan caminin olmadığını görüyoruz. Yaşayan bir cami kültürünü kaybettiğimiz için, camileri aktive edelim derken; sosyal organizeleri boca ediveriyoruz camilere. Bilinen on faaliyeti ister okula ister şirkete, isterse camiye dökelim, orayı canlandırır ve kaynaştırırız. Ama problem bu değil ve bu düzlemde konuşularak vakit kaybedilmemesi kanaatindeyim.
Camide başlayıp cami dışına taşan bir görev icra ediyorsunuz. Dini camiye hapsetmiyorsunuz. Çalışmalarınızı, projelerinizi anlatır mısınız?
“Camiyi israf etmeme gayreti” işin odak cümlesi olsa gerek. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” fermanı ise insanların ihtiyacım var dediği alanlarda varız demeye itiyor din gönüllüsünü. Tabii bu hizmetlerin, irşat gibi merkezi olanları var olduğu gibi aşevinden, bağımlılıkla mücadeleye, kan kampanyalarından, sağdıçlığa, boşanma sürecinde son celseden önce bir kez de dini rehberlikle konuyu değerlendirmek ister misiniz muhataplığına değin. Yelpaze çok geniş; yetişmişliğiniz neye ne kadar yetiyorsa oraya kadar uzanıyor din hizmeti. Yetemediğiniz yerde doğru muhataba yönlendirme bir diğer rolünüz. Din gönüllüsünün oluşturduğu güven öyle bir şey ki danışılır oluşunuz hayatın tüm alanlarına uzanıyor. Yetkin olduğunuz sınırlarda bizzat sizle, alan dışı danışmalarda yönlendireceğiniz alan uzmanlarıyla…
Görevde bulunduğum 10 yıl boyunca her yıl bir projeyi yerel imkânlarla çalışıp Diyanet İşleri Başkanlığına sunmaya gayret sarf ettim. Fotoğraflarla destekli bu projelerin ülke geneline uyarlanabilir olmasına özen gösterdim.
“Gece İhya Programları” (Hatimli teheccüt, cami ikramları, sohbet, dua formatında 2009’dan bu yana uygulanıyor.) Bu kapsamda bir Kutlu Doğum etkinliği olarak çalışılan “Bad-ı Saba” (Rasulüllah’ın doğum dakikalarına hürmeten gece organize edilen on binlerce katılımla Türkiye genelinde farklı illerde eşgüdümlü icra edilen program)
“7 Yaşındayım Namaza Başlıyorum”, proje sahibi meslektaşlarımızla kurduğumuz TÜMDİN-DER isimli derneğimiz aracılığıyla ilkini Fatih Camii’nde üç bin çocuğumuzun katılımıyla gerçekleştirdiğimiz bir etkinlik. Ülke genelinde İzmir, Kahramanmaraş, Rize vb. pek çok ilimizde binlerce gencimizle uygulanmaya devam ediyor.
“Aşhane”, İstanbul genelinde her gece 22.00-03.00 saatlerinde bin kadar sokak insanına yönelik bir dağıtım aracıyla çorba ikram edilmektedir. Doç. Dr. Mahmut Karaman’ın organize ettiği bu hizmetin üretimi halkımız tarafından cami aşevimizde yapılmaktadır.
TDV İyilik Projesi kapsamında 330 üniversite öğrencimizin barınma başta olmak üzere sosyokültürel ihtiyaçları din gönüllüsü meslektaşlarımızla birlikte karşılanmalıdır.
“Bağımlılıkla Mücadele”, Kaymakamlık şemsiyesi altında ilçedeki bağımlılıkla mücadelede konumumuzu faaliyetlerimizle güçlendiriyoruz. İlçe emniyet ve TSM ile koordineli yürütülecek bir projemiz sunum aşamasında. Her ilçede bir camimizin bu mücadelede etkin olarak yapılandırılması öngörüsüyle bu projeyi hazırladık. Bağımlıların kısa süreli yatışlı tedavileri sonrasındaki süreçlerinin koordine edilmesine yönelik bu çalışmada mabedin, gerek fiziki imkânları gerek diğer kurumlardan personel takviyesi ile etkin bir rol üstlenmesi hedefleniyor. Bağımlıkla mücadelede, kutsalın yeterli desteğini almadan kalıcı sonuçlara ulaşılabilmesi mümkün görünmüyor.
Gençlere ve çocuklara bir zihin dünyası oluşturma, istikamet kazandırmaya yönelik ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Ülkemizde din eğitimi yaz Kur’an kursları, cuma vaazları ve hutbeleri gibi genel nüfusumuza yönelik ve imam hatip lisesi eğitimi ve yatılı kurslarımız gibi daha özel tanımlarla yapılmaktadır. Halkımızın genel din eğitimi inanç esasları, ilmihal ve siyer, ahlak anlatımlarına ek olarak namaz dua ve surelerinden ibarettir. Özellikle lise ve üniversite aşamalarından gerek sanal imkânlar gerekse farklı inanç öbeklerinin soru ve itirazlarıyla karşılaşan gençlerimiz bu fikri girdaplardan zarar görmektedir. Muhafazakâr sosyal katmanlardan gelen ve geleneksel eğitim malzemesine sahip gençlerimizde dahi fikri yaralanmalara sebep olan bu saldırılara cevap verecek bir kelami ve felsefi donanıma sahip olmayan din eğitimimiz mevcuttur. Ailesi ve yakın dindar çevrelerle bu sorular çerçevesinde açık ifadelerle konuşamayan gençlerimizin gelecek hayatlarında bu sorular dine ilgisizlik, ibadetlerde gevşeklik vb. dışa yansısa da itikaden daha köklü bir problem zeminidir. Camimizde vakit aralarında randevu usulüyle bire bir bu sorularla yorulmuş gençlerimizle “Ayar Sohbetleri” olarak isimlendirdiğimiz çalışma sekiz yıldır devam etmektedir. Fikri savrulmaların yanında bir diğer temel sorun entelektüel bataklık olarak nitelediğimiz bilgi enflasyonu ve kirliliğidir. Dinin tevhit akidesi ve açık ameli salih merkezli hayri hayata çağrısını bulandıran ve çok laf az amel olarak ortaya çıkan sapmaya karşı da gençlerimizi korumaya çalışıyoruz. Sosyal projeler ve topluma artı değer üretmede gençler sürekli gayrete getirilmekte. Önlerine hedefler konularak iş ve üretim esnasında tanışma, kardeş ve takım olma, değerlerimizi aktarma gibi hedeflere alan gerçeklikleriyle ulaşılmaya çalışmaktayız. Bu yöntemle sanal bağımlılıklarından da kurtulmalarına katkı yapılmaktadır.
Kadın cemaatinizin
durumu nedir?
“Cami Bayan Tanışma Günleri” “Yöre İkramı Günleri” ve özellikle hafta sonu ve mesai sonrası “Aile Sohbetleri” ile rutin Kur’an kursu ve Arapça ders halkalarımız takviye edilmektedir. Teravih ve hac-umre gibi dini sosyalleşme alanları dışında eşlerin aile olarak katıldıkları dini icralar ülkemizde çok gelişmemiştir. STK’ların ailece katılıma uygun aşamalı seminer vb. programları bu alanda bir örneklik ifade etse de mabedin ibadet formatlı organizelerine ve cami aile sohbetlerine ihtiyaç üst düzeydedir. Özellikle 20-40 yaş diliminde çocuklu ailelerin birlikte katılabilecekleri cami programları için saatlik çocuk bakım ünitesi vb. alt yapılara yaygın olarak ihtiyaç vardır.
Dergimiz aracılığıyla meslektaşlarınıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Günümüz dünyasında geçim standardının 8-10 saatlik emeklerle oluştuğu şartlarda yaşıyoruz. Bazen kurumlar ve işletmeler çalıştırdıkları personelin iş tanımını yaparken mesailerin yeterince verimli tanımlanmadığı alanlar da olabiliyor. Bugün ortalama bir DİB personelinin cami içi ve dışı görevlerini tanımladığımızda yeterince verimli süreçlerin işletilemediği kanaatindeyim. Vicdan, ben tanımlanan görevler dışında din-i mübin-i İslam ve ümmetin irşadı için hangi gayretlerin içinde olmalıyım, sorusunu sorduğunda her gönüllü kendi becerisine göre bu hizmeti üretmeye çalışacaktır diye düşünüyorum. Yolumuz cennete ve rıza-yı ilahîye varana değin halisçe iyiliklerde yarışmak duasıyla.