Makale

SURİYE’NİN NUR YÜZLÜ ÇOCUĞU

SURİYE’NİN NUR YÜZLÜ ÇOCUĞU

Esra ERKEN | Gölbaşı Toki Kur’an Kursu


Hayır ve bereket ayı, sevgi ve paylaşım ayı, halden anlama ve sabır ayı mübarek ramazanın ilk günleriydi. Yaz Kur’an kursları başlamış, zaman zaman 70 kişiyi bulan sınıfımla etkinliklerle dolu günler geçiriyor, “Gel bu yaz Kur’an’ı gönlüne yaz” diyerek yavrularımızın ruhunda hoş bir sada bırakmaya gayret ediyordum.
Mayıs ayında mezun olan hanım öğrencilerim yazın da Kur’an kursuna gelmek istiyor, Kur’an gönüllüleri olarak beni ve kursumuzu terk etmiyorlardı. Ders sonraları hanımlarla birlikte ramazan ayında “vakit iyilik vakti” deyip muhitimizde yaşayan gizli kalmış ihtiyaç sahiplerini tespit etmeye karar verdik.
Hemen iki sokak ötemizde bir apartmanın bodrum katına Suriyeli bir ailenin taşındığını öğrendim. Gidip tanışmak, hâlini hatırını sormak için acele ettim. Yolda giderken evin babasının Suriye’de iken üniversite hocası olduğunu, şimdi burada bir halı yıkama yerinde çalıştığını, ancak kötü muamele gördüğü için işten çıkmak zorunda kaldığını söylediler. Çok üzüldüm. Hanımı da Arapça öğretmeniymiş vatanında iken. Savaşın ortasında çaresiz kalınca ülkemize sığınmışlar.
Elimizde erzaklar ve hediyelerle gittik, kapısını çaldık. Genç güler yüzlü bir kadın, ürkek, mahcup, titrek gözlü 4 yaşlarında bir kız kapıyı açtılar. Getirdiğim gıdalara baktı, bazılarını aldı “diğerlerinden evde var bir başkasına lazım olur ben alamam.” dedi yarım yamalak Türkçesiyle. Allah’ım nasıl güzel bir gönüldü bu, bir lira aylık geliri olmayan birinin kenarda dursun bitince kullanırım demeyip bir başkasını düşünmesi… Evde ikincisi olan her şeyimden utandım. Genç kadın evin her yerine kâğıtlar asmış, Türkçeyi kısa sürede öğrenmek için gayret ediyordu. Hayranlıkla karşıladım. Biz de Kur’an’ı anlamak için böyle çalışmalar yapmalıyız diye mırıldandım.
Küçük kız “Nur” eve misafir geldiği için olacak çok heyecanlıydı. Etrafımda dönüyor beni seyrediyordu, biraz Türkçe öğrenmiş, e tabii çok zeki ve cevval bir annenin kızı… Dil öğrensin diye her gün parka götürüyor ve diğer çocuklarla oynamasını destekliyormuş.
Ben Diyanet’in Ankara’daki ilk 4-6 yaş sınıflarından birini açmış ve minik yürekler doğru adresten 1. basamak Kur’an ve din eğitimlerini alsınlar diye 4-6 yaş eğitimine neredeyse tüm zamanımı infak etmiştim.
Nur, kaç yaşındasın, dedim; “dööört” dedi. Evde vakit geçiriyor, hiçbir okula gitmiyordu. Birden annesine baktım “ister misiniz Nur benim öğrencim olsun!” dedim. Genç kadının gözleri parladı. Hiçbir şekilde eğitim masraflarını karşılamayacakları için okula göndermeyi düşünmemişler bile. Nur, ister misin bizim okulumuza gelmeyi dediğimde, sevinçten çığlık atmaya başladı. “Evet, ben okul istiyorum, ne zaman?” dedi heyecanla. Hemen ne zaman diye sormasına hep birlikte gülüştük.
“Yatacaz kalkacaz hemen yarın gelebilirsin” dedim. Annesi Arapça olarak tekrar söyledi.
Nur’un sevincini oradan oraya zıplayışını mutlulukla takip ettik. 1 saatlik ziyaretimde “Yani ben okula gidicem öyle mi” sorusunu belki 40 defa sormuştur. Her defasında, “evet sen artık okula gideceksin. Çantan olacak” dediğimde sevinçle
sırtına dokunuyor, “pandiflerin olacak” dediğimde kikir kikir gülerek ayaklarına bakıyor, “renkli renkli sarı, kırmızı, mavi, pembe boya kalemlerin olacak” dediğimde odanın içinde bir kelebek gibi kanat çırpmaya başlıyordu. Hemen geri geliyor, “yani simdi saat kaç, ben kaçta gelicem?” diye belki yirminci kez soruyor, ben de her defasında bıkmadan sabah 9’da geleceksin diyordum.
“Gece olacak, güneş batacak, hepimiz uyuyacağız, sabah olacak kuşlar uyanacak sen de uyanacaksın ve okulumuza geleceksin.” diye anlattığımda sanki ilk kez dinliyormuş gibi dikkatle hiçbir harfi kaçırmadan dinliyor, pencereden dışarı bakıyor, annesine koşuyor, “hadi uyuyalım benim uykum geldi” diyordu.
Sevinç neymiş o gün Nur’dan öğrendim. İnsan gerçekten sevinince nasıl olurmuş Nur’da gördüm. Sevinmek de nimeti fark edip hakikaten şükretmektir emin oldum.
Ertesi gün Nur geldi, benim öğrencim oldu. Onu öğrenci olarak gördüğüm, küçük sandalyelerimizde elinde renkli boya kalemlerini tutarken ki sevincini seyrettiğim anı hayatım boyunca unutamam.
Çok kısa sürede düzgün Türkçe konuşmaya başladı, Kur’an-ı Kerim’i öğrendi. Namaz surelerini ezberledi. Birçok şiir öğrendi daha neler neler… Rutubetli, yüksek bir pencereden zar zor ışık alan bir evden çıkıp 4-6 yaş eğitimi almasına beni vesile kılan rabbime şükürler ettim.
Annesi de unutulmaz bir kadındı, her gün yürüyerek Nur’u bana getirdi. Kur’an kursumuzda vakit geçirdi. Sosyal kişiliğiyle herkesin sevgisini kazandı. O kursumuzda Türkçesini geliştirdi. Kursiyerlerimiz de Arapçaya ilgi duymaya başladılar. Hatta hayatlarında ilk kez Nur’un evine gidip Arapça dersi alıp bir şeyler öğrenenler oldu. Nur’un evinin ihtiyaçlarına da destek oldular.
Genç kadın ve eşi tevafuk olacak ya, bir gün yolda bir vatandaşla tanıştılar, onun vesilesiyle Nur’un annesi bir üniversiteye kabul edildi. Vatan doğduğun yer değil doyduğun yerdir demişler. Onlar da mülteci olup, hayata sıfırdan başlayıp, yalnızca Allah’a sığınmanın sonucunda ne büyük bereketlerle karşılaşılabileceğinin canlı örneği oldular hatıramızda...
Ellerimi semaya açıp şöyle dua ettim: “Ey ikram etmeyi seven Allah’ım! Kur’an kursumuzun imkânlarını arttır, bizi de daima kutlu yolunda tasarruf eyle…”