Makale

AVRUPA'DA İSLAMOFOBİ VE CAMİ SALDIRILARININ ARKA YÜZÜ

AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ VE CAMİ SALDIRILARININ ARKA YÜZÜ

Prof. Dr. Selim ÖZARSLAN | Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Batı’da özellikle Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde, Yunanistan gibi Balkan ülkelerinde ve Avustralya’da son zamanlarda İslam’a, Müslümanlara ve Müslümanların inanç ve kutsal değerlerine, ibadet mekânları olan camilerine yönelik İslamofobi nitelikli saldırılar giderek artmaktadır.
Bilindiği gibi İslamofobi, kelime anlamı olarak "İslam korkusu" demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürülegelen önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. İslam ve Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelmektedir. İslamofobi kelimesi ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup, 11 Eylül 2001 Newyork’daki ikiz kule saldırılarıyla gündeme getirilmiştir. Günümüzde İslamofobi kavramından İslam dinini tanımaktan ve öğrenmekten kaynaklanan bir korku anlaşıldığı gibi bu korkuya dayanarak Müslüman bireylere karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi de anlaşılmaktadır.
Basından öğrendiğimize göre kayıtlara geçmiş Almanya’da son üç yılda gerçekleşen İslamofobi içeren saldırılar 141 adettir. Bu saldırılar bazen başörtüsü takan Müslüman hanımların başörtülerine yönelik fiili saldırılar şeklinde gerçekleşse de genelde Müslümanların ibadet mekânları olan cami ve mescitleri hedef alınmakta, cami kapılarına kesik yaban domuzu kafası bırakılması, cami kapı ve duvarlarına kırmızı boya ile haç işareti çizilmesi, bazı ev ve camilerin duvarlarına ırkçı sloganlar yazılması, camilerde bulunan Kur’an-ı Kerimlerin yakılması, camilerin önlerine ve içine hayvan dışkılarının bırakılması, camilerin kundaklanması, tahrip edilmesi ve namaz kılanlara küfredilmesi ve fiili saldırılar biçiminde gerçekleştirilmektedir. Neredeyse her üç haftada bir Müslümanlara ait olan camiler yakılmak amacıyla saldırıya uğramıştır. Federal Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel (CDU), partisinin göç konulu bir konferansında “İslam Almanya’ya aittir.” ve “Camilere ve sinagoglara yapılan saldırılar bizim değerlerimize yapılmış saldırılardır.” dese de Almanya’da yapılan bir araştırma her üç Alman’dan birinin toplumda Müslümanları istemediklerini, onlarla komşuluk dahi düşünemediklerini ortaya çıkarmıştır. Leipzig Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre de Almanların %36’sı Müslümanların Almanya’ya göçünün yasaklanmasını istiyor. Aynı araştırmaya katılanların %43’ü ise Almanya’da yaşayan Müslümanlar yüzünden bazen kendilerini kendi ülkelerinde yabancı hissettiklerini belirtmişlerdir. Allensbach ve EMNİD enstitüleri tarafından Almanya’da yapılan bir araştırmada Müslüman Türkler Almanların %5’i tarafından sempatik bulunurken %46’sı tarafından antipatik bulunmuştur. Almanya’da yayınlanan haftalık haber ve magazin dergisi Focus, kapağına kara çarşaflı bir kadın fotoğrafı basıp “İslam’ın Karanlık Yüzü” başlığını atarak okuyucularını İslam’a ve Müslümanlara karşı antipatiye yönlendirmektedir. Yine Almanya’da yeni kurulan “Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Avrupalı Vatanseverler” adlı İslam karşıtı Pegida örgütü, insanları yabancılara ve İslam’a karşı galeyana getirip korku ve endişeleri körüklemekte ve tek çağrısıyla binlerce insanı İslam’a ve Müslümanlara karşı sokağa dökmektedir. Bunlar Almanya’nın Dresten şehrinde yaptıkları İslam ve göçmen karşıtı sokak gösterilerinde “Kendi Almanya’mızı özledik”, “Almanya’nın Müslümanlaşmasına Karşıyız” şeklinde sloganlar atmışlardır. Bu sistematik İslam ve Müslümanlara yönelik ötekileştirmenin, hoşgörüsüzlüğün, nefret ve düşmanlığın, İslami değer ve kutsallara saldırının nedenleri nelerdir ve nasıl bir İslam algısıdır? Bu sorunun cevabı aranacaktır.
Batı’nın İslam’a ve İslami değerlere karşı duruşunun sebepleri
Son zamanlarda Avrupa, Amerika ve Avustralya’da İslam’a ve Müslümanlara yönelik İslamofobik saldırı ve eylemlerin sebebi olarak son on beş-yirmi yılda (11 Eylül 2001’de ikiz kule saldırısından itibaren) birtakım sosyoekonomik ve siyasi nedenlerle ortaya çıkan hak alma yöntemi olarak şiddet ve öldürme eylemleriyle tanınan bazı selefi cihadist Müslüman örgüt, yapı ve grupların (IŞİD, el-Kaide, Boko Haram, Ensar el-Şeria gibi) İslam’a uymayan eylem ve söylemleri gösterilse de Batılı Hristiyan din ve kültür havzasında yaşayan insanların İslam’a yönelik bu nefret ve ötekileştirme yaklaşımlarının sebebi daha başkadır ve İslam dinine yönelik olumsuz din algılarının dışavurumundan ibarettir.
Günümüz Batılı insanının ve kamuoyunun İslam dinine ve peygamberi Hz. Muhammed’e başka bir deyişle İslam inanç, kültür ve medeniyet değerlerine yönelik saldırılarının altında yatan yegâne etken, tarihlerinin derinliklerinden günümüze kadar getirdikleri İslam ve Hz. Peygamber tasavvurlarının genelde menfi yönde yoğrulmuş olmasıdır. Batılıların olumsuz İslam ve Hz. Peygamber algılarının oluşmasında kendi aydın ve entelektüellerinin (oryantalistler, şair ve edipler) rolü çok fazladır.
Yine Avrupa ve Amerika’da yaşayan Batılı kültür ve medeniyete sahip bu insanlar tarihleri boyunca tek tip bir inanca ve yaşam biçimine alışık oldukları için farklı din, kültür ve medeniyete sahip insanları ve onların yaşam biçimi ve değer algılarını ötekileştirmekte ve onlarla birlikte yaşamaya rıza göstermemekte hatta karşı koymaktadırlar. Bu ötekileştirme tavrı en çok farklı inanç ve kültürel değerlere sahip olduklarına inandıkları Müslümanlara gösterilmektedir. Yakın zamanda Bertelsmann Vakfı tarafından yapılan bir araştırmada Almanya’nın batısında araştırmaya katılanların %51’i İslam dinini daha çok bir tehdit olarak görürlerken, Doğu Almanya’da kentlerinde bu oran %57’ye çıkmaktadır. Almanların %19’u Yahudiliği de bir tehdit olarak görmektedir. Yine katılımcıların %60’ı toplumdaki din çeşitliliğini bir zenginlik görürken, daha yüksek bir oran yani %64’lük bir kesim toplumdaki birçok çatışmaya din farklılığının neden olduğunu düşünmektedir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Avusturya’da yaptığı araştırmaya göre bu ülkelerde uzun süredir yaşayan Türklerin %70’inden fazlası, bulunduğu ülkede kendisini dışlanmış hissetmektedir.
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde İslam ile ilişkin yapılan çalışmaların birçoğunda İslam dini ve medeniyeti önceki dinlerin yeni bir adaptasyonu olarak sunulmuş, orijinal bir şey getirmemekle ve sapkın olmakla itham edilmiştir. Oryantalistlerin çoğunca Kur’an ilahî vahiy olarak değil, Hz. Muhammed’in sözü olarak algılanmıştır.
Avrupalı Hristiyanların bilinçaltlarında İslam hak bir din değil, Arap örf ve âdetleriyle (Arap monoteizmiyle) Yahudilik, Hristiyanlık ve Haniflik (İbrahimi etki) inançlarının bir araya getirilmiş eklektizminden oluşmuş sapkın bir dindir.
Batılı Hristiyan dünyasının İslam dinine, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara yönelik olumsuz tasavvurlarının şekillenmesinde Bizans’la dört halife döneminde başlayıp Emeviler ve Abbasiler hükümranlığında devam eden siyasi ve askerî ihtilaflar da önemli bir rol oynamıştır. Siyasi olarak Hristiyanların elinde olan toprakların ve Kudüs, Şam, Anadolu ve İstanbul gibi bazı şehir ve bölgelerin Müslümanların eline geçmesi ve Hristiyan halkın Müslüman oluşu Hristiyanların İslam’a ve Müslümanlara yönelik tepkilerini daha da artırmıştır.
Batı’da doğru İslam ve Hz. Peygamber algısı
Batı’da İslam dinine yönelik bu olumsuz algıyı oluşturan çalışmalarla birlikte İslam ve Hz. Peygamber algısını olumlayan, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği mesajların orijinalliğini belirten, Hz. Peygamber’in önceki dinlerden etkilendiği tezini eleştiren, Hz. Muhammed’in şahsiyetine ve din kuruculuğuna dikkat çeken, çevresinde ona inananların müspet durumunu ve on yıl içerisinde Arabistan’ı ve dünyayı değiştirmesine vurgu yapan çalışmalar da bulunmaktadır. Johann Füch (1894-1974) ve Annemarie Schimmel (1922-2003)’in çalışmaları, batı kamuoyunun Hz. Muhammed’i ve mesajını önyargılardan uzak, doğru anlamasına yönelik çalışmalardır. Alman şarkiyatçı Annemarie Schimmel’in Muhammed adlı eseri bu türden bir çalışmadır. O, İslam coğrafyasında Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygıyı Batı kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır. Alman şairi Johann Wolfgang von Goethe (ö. 1832) de Mahomets Gesang/Muhammed’in nağmesi adlı şiirlerinde İslam’dan ve Hz. Peygamber’den sevgi ve övgüyle söz etmektedir. Ancak bu tür çalışmaların Batılı kamuoyunun çağdaş İslam ve Hz. Muhammed tasavvuruna etkisi az olmuş, yukarıda belirttiğimiz selefi-cihadist Müslüman grupların olumsuz İslam söylem ve eylemleri, Batılı insanların bilinçaltlarına kodlanan “sapkın İslam ve sahte Hz. Peygamber algılarını” yeniden tetikleyerek Müslümanlara yönelik saldırılar olarak gün yüzüne çıkmıştır.
Avrupa’da yaşayan Batı kültür ve medeniyetine sahip insanların İslam’a yönelik İslamofobi içerikli saldırılarının ortaya çıkmasında Batı’da gelişen sekülerleşmenin kutsala saygıyı azaltmasının da rolü olduğu kabul edilmelidir. Annemarie Schimmel de sekülerizmin bu etkisine dikkat çekmiştir.
Günümüz Batılı Hristiyan insanı, İslam’ı, Hz. Peygamber’in hayatı ve davasını kendi bilginlerinin yanlı ve yanlış olarak yazdıkları İslam’a yönelik bu çalışmalardan öğrendiklerinden İslam’a ve Müslümanlara hoşgörüsüz yaklaşmakta ve ötekileştirmektedirler.
Bu durumun yani Batı kültür ve medeniyetine sahip Avrupa insanının İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu olumsuz bakış açılarını olumlu bir istikamete döndürmek için biz ilahiyat fakültesi hocalarına bir görev düşmektedir ki o da asırlardan beri İslam’ı ve Hz. Peygamber’i yanlış anlatmaya yönelik çalışmaları kendi dillerinden okuyup onlara ilmî cevaplar vermektir. Bu durum makul düşünen Avrupalı Hristiyan insanının gerçek İslam’ı tanımasına katkı sunacaktır.
İslam’ı ve onun tebliğcisi Hz. Muhammed’in mesajlarını doğru anlamak ve anlatmak, içinde yaşadığımız dünya barışına anlamlı katkılar sağlayacaktır.
Bize göre son zamanlarda Batı’da Müslümanlara yönelik İslamofobik eylem ve cami saldırılarının altındaki neden geleneksel olarak Hristiyan kültür ve medeniyetinde oluşturulan sapkın İslam ve sahte peygamber algılarının günümüz şart ve olgularına uydurulmuş bir yansımasından ibarettir.