Makale

İSLAM MEDENİYETİNİN MERKEZİ YAPISI CAMİLER

İSLAM MEDENİYETİNİN MERKEZİ YAPISI CAMİLER

Prof. Dr. Soner GÜNDÜZÖZ | Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Camiler, ilahî varlığa boyun eğişin, huzur, sükûnet ve deruni düşüncenin bir ifadesi ve temsili olarak sulh ve selametin yeryüzündeki mührü, insanların ibadet, tefekkür ve hikmeti beraberce idrak ettiği, bayramlarını da yaslarını da mihrabının gölgesinde karşıladıkları mekânlar olarak hayatın vazgeçilmez birer rüknüdür. Bu anlayış doğrultusunda camiler veya mescitler, vahyin aydınlığında ve hikmetin kılavuzluğunda kardeşliğe, barışa ve bir olmaya davetin yansıdığı yerlerdir. Her cami, harcına İbrahim Peygamber’in gayreti, İsmail Peygamber’in teslimiyeti ve Muhammed aleyhisselam’ın şefkat ve merhameti sinmiş olan Beytullah’a mihrabıyla vuslat kapısını aralar. Üç semavi dinde de önem arz eden ve tüm insanlığı maddi ve manevi ortak bir ataya bağlayan İbrahim Peygamber’in, Kâbe ile ilgili yaptığı “(…) Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.” (Bakara, 2/127.) şeklindeki dua, her caminin kuruluşunda manevi bir kıstastır. Kâbe nasıl ki her türlü süfli duygulardan arınmanın ve insanlık onuruna yakışır bir duruşun temsili olarak temel dinamiği barış ve esenlik olan bir medeniyetin ifadesi ise her şehirde, her kasabada ve her köydeki cami de aynı tasavvurun bir yansımasıdır.
Bu itibarla mescitler asla zarar ve ziyanla ilişkilendirilemez. Allah Rasulü’nün Mescid-i Dırar olayı ile ilgili tutumu tüm inananlar için yüzlerce yıldır bir şiar olmuştur. Konuya temas eden ayetlerin mefhumundan anlaşılan şudur ki mescitler zarara, küfre ve tefrikaya geçit vermez. Zira İslam mabedinin mayasında takva vardır. İslam medeniyetinin kurucu kavramlarından olan takvanın bir gereği olarak insanlar namaz kılacakları camilere ve mescitlere girdiklerinde daha ilk baştan, ayette tatahhur olarak ifadesini bulan “maddi ve manevi temizlenmeyi” taahhüt etmiş olurlar. (Tevbe, 9/108.) Kur’an’a göre temelini takva ve ilahî hoşnutluğun oluşturduğu mescit algısı, bunun dışındaki bir cami ve mescit imajını reddeder. Bizzat Kur’an böylesi çarpıtılmış bir mabet algısını, “uçurumun kenarında cehennem ateşine yıkılmakta olan bir yapı”, bu tasavvuru onaylayanları ise “hidayetten yoksun zalimler” (Tevbe, 9/109.) olarak resmeder. Bu çerçevede mescit zararın değil, faydanın; küfrün ve nankörlüğün değil, inanç ve doğruluğun; ayrışmanın değil, bir ve beraber olmanın yeridir. Temelinde Allah’a gönülden bağlılık, İslam’ın sahih ve müsellem kabullerine göre hareket etmek ve Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmak olan mescit, kuşku, şüphe, kin, nefret ve ötekileştirmenin, bünyesinde asla bulunamayacağı kutsal bir mekândır.
Caminin manevi temelinin ve misyonunun nirengi noktasının takva olması itibarıyla, her türlü etnik, ideolojik ve maddi üstünlük vasıtaları -sadece cami bağlamında değil-, sosyal hayatın teşekkülü ve Allah’ın rızası bakımından da müminin hayatında kriter olmaktan çıkmaktadır. Kerem, saygınlık ve insan onurunun idealize edildiği nihai nokta olan takva, “kalbin, akıl ve idrak ile olan ahenginden doğmakta, bu ise müminin hayatında Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak şeklinde tezahür etmektedir. Yüce Allah’a en kalbî biçimde bağlanma ve itaat etme şuurunun farklı tezahürleri bulunmaktadır. Söz konusu tezahürlerin camilerde derinlik kazandığı muhakkaktır. “Allah’ın adı anıldığında kalbin ürpermesi”, “Allah’ın ayetleri okunduğunda imanın artması” ve “tevekkül etme” bu şuurun manevi cephesini oluşturmaktadır. Kur’an’ın bizatihi kendi ifadesi ile insan, el-müminu hakkâ ya da “ideal mümin” olma özelliğini söz konusu manevi boyutun namaz ve infak mefhumlarıyla birleşmesi ile elde etmektedir. (bkz. Enfal, 8/2-4.) Böylece insanın benliği dış dünyaya bağlanmakta ve artık inanan insan kalben olduğu kadar şahsi ve sosyal hayatta da varlığını ortaya koymaktadır.
Müminlerin manevi güzelliklerle süslenmesinde ve dinamik biçimde toplum hayatına katılımlarında cami, ideal mümin olmanın farklı yönlerini bize sunarak farklı işlevlerle devreye girmektedir. Hakkıyla kılınan namazın kötülükleri alıkoyması, cemaatle eda ettiğimiz namazlarımızın kolektif şuurumuzu canlı tutması, Kur’an tilavetinin hem ruhumuzu hem dimağımızı beslemesi, camideki derslerin, vaaz ve nasihatlerin idrakimizde farklı ufuklar ve inşirahlara neden olması, çoğu zaman dikkat etmesek de hep caminin bize kazandırdığı hususlardır. Bütün bunların yanında birbirimizden haberdar olmamız, kardeşlerimizin dert ve ıstıraplarıyla hemhâl olmamız, sevinç ve üzüntülerimizi beraberce yaşamamız çoğu defa cami sayesinde olmaktadır. Bu hususlar caminin eğiten, öğreten, duygumuzu diri, dimağımızı dinamik, şuurumuzu aydınlık kılan güzelliklerle bizi çepeçevre kuşattığını ortaya koymaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun bir mescidin, etrafındaki hanelere sekine ve esenlik verdiğini, onun sayesinde insanların vahyin bilgi, inanç ve kardeşlik mesajından ilham aldıklarını söyleyebiliriz. Böylece bir caminin tek başına varlığı dahi huzurun teminatı olmakta, cami, çevresindeki olası suç ve kötülüklerin dizginlenmesinde olumlu katkılar sağlamaktadır.
İslam düşüncesi, mescitlerle ilgili olarak referanslarını Kur’an’dan alan bir otokontrol sistemi kurmuştur. Yeryüzünde ilk mabet olan Kâbe (Âl-i İmran, 96-97; Müslim, Mesacid ve Mevziu’s Salat, 1.), arşa doğru manevi yükselişi ve sidretü’l-müntehaya doğru ilahî arınmayı, evvel emirde müminin miracı olan namaza kıble olmak ile deruhte etmektedir. Buna bağlı olarak namazlarında Kâbe’ye yönelen müminler süfli duygulardan arınıp temizlenmek suretiyle sücut ve rükû mahalli olan mescitleri ve camileri, Kâbe’nin nezdinde Allah’a olan miracın merkezi olarak kabul ve tasdik etmektedirler. Kur’an’ın, “Allah’a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu olamaz. Bunların bütün yapıp ettikleri boşa gitmiştir. Onlar ebedî olarak cehennem ateşinde kalacaklardır. Allah’ın mescitlerini mamur edenler ancak Allah’a, ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekât veren ve sadece ve sadece Allah’tan korkanlardır. Umulur ki bunlar hidayete erenlerden olur.” (Tevbe, 9/17-18.) şeklindeki beyanı, mabedi hakiki bir ubudiyetin parçası yapmakta ve mescidi bunun dışında bir perspektife oturtmayı engellemektedir. Bu doğrultuda Kur’an “Mescitler şüphesiz Allah’ındır. Öyleyse oralarda Allah’a ibadet ederken başkasını katmayın.” (Cin, 72/18.) hükmü ile mescidi, her türlü şirk, nifak ve kötü düşünce ve eylemden korunmuş mekânlar olarak tasvir etmektedir.
Camiler ve mescitler ilim, irfan, ibadet, hikmet, sosyal dayanışma bakımından hayatın tam merkezine yerleştirilmiş, barış ve esenliğin temsili birer yapı olmanın yanında, çevresine bu doğrultuda düşünceleri aktaran, olası ayrılık ve ihtilafları ortadan kaldırma misyonunu üstlenen unsurlardır. Bundan dolayı Allah Resulü “Bir beldenin Allah indinde en sevimli yeri mescitlerdir.” (Müslim, Mesacid, 288.) buyurmaktadır. Hz. Peygamber’in tüm uygulamalarında Mescid-i nebevi’yi hayatı ihya eden bir mekân olarak görmesinin altında mescidin Allah’ın evi olarak dünya ve ahiret saadetine vesile bir yapı olması bulunmaktadır. Mescit dinî ya da dünyevi sorunların suhuletle hallolduğu yerdir. Orada kavga ve ayrışma yoktur. Mescit, ilim taliplerinin, marifet ve ilimle dağarcıklarını doldurduğu, hep beraber kılınan namazlarla kolektif şuurun canlı tutulduğu bir mekândır. Bazen mescit ve cami dünyevi gailelerden sıyrılarak tam bir huşu ile gerçekleşen itikâfın adı, bazen kişinin en yakınını, canını, ciğerparesini son yolculuğuna uğurladığı menzilin adıdır.
Mescit kâh hayatın serencamına salâlarıyla şahadet etmekte, kâh bayramın girizgâhı tekbirlerle bizi kuşatmaktadır. Bu hâliyle cami bir taraftan hayatın dinamizmini, diğer taraftan insanın yeryüzündeki farklı imtihanlarla örülü serüvenini bize hatırlatmaktadır. Nihayet cami itikâf, tefekkür ve ibadetlerimizle kendi benliğimize yaptığımız enfüsi seyrüseferimizi, ümmet olmanın neşvesine boyayarak bizi farklı ufuklara taşımakta ve kesret içinde vahdeti kulaklarımıza fısıldamaktadır. İnsan hayatının met cezri içinde cami, istikrar ve güven abidesi olarak her türlü kötülükten korunmuş ve masundur. Cami, birlikte yaşama tecrübesinin ve müşterek duyguların adıdır.
Bütün bu güzelliklerin farkında olmamaya ancak esef edilir. “Allah’ın mescitleri içinde Allah’ın isminin anılmasını men eden ve o mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?” (Bakara, 2/114.) ilahî sorusuna muhatap olmak ağır bir iştir. Camilere yönelik haksız ve insaf ölçülerine uymayan saldırı ve davranışlar insanlığın ortak değerlerinde karşılık bulmamakta, inancı ve uyruğu farklı olsa da adil ve insaflı insanlar nezdinde böylesi hareketler menfur olaylar olarak görülmektedir. Camilere ve mescitlere özensizlik, gereken önemi vermemek ve hadsiz muamele ve davranışlar kamu vicdanını örselemekte, aklıselim insanların kalplerinde üzüntüye neden olmaktadır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu ve hasretini çektiği eşitlik, dayanışma ve kardeşliğe bütün işlevleriyle atıfta bulunan mescitlerin insanlık erdemine katkısının daha iyi kavranması, camilerin, bulunduğu beldeleri ihya ettiğinin layıkıyla anlaşılması için her Müslüman kendi ölçüleri içinde gayret göstermelidir. Bu doğrultuda kendi yanlışlarımızı cami ile ilişkilendirmek hatasından vazgeçmeliyiz.
Cami ve mescit, Allah Resulünün örnekliğinde kurumsal bir yapı olarak, bünyesinde sahih ve müsellem İslami anlayışın yerine ikame edilecek bir iddiayı ve eğilimi üstlenmeyi, -Kur’ani bakımdan sağlam şekilde oluşturulmuş referanslarıyla- zaten kabul etmeyecektir. Cami ile ilgili kavramsal değerlerin üretildiği ana kaynak Kur’an olduğuna göre ve Allah Resulünün onun fonksiyon, ruh ve dinamizmini temsil eden ideal örnek olması itibarıyla camiler ve mescitlerle ilgili farklı bir imaj oluşturma çabası sonuçsuz bir proje olacaktır. Kur’an buna yönelik teşebbüslerin boşa çıktığının örneklerini bazı ayetlerinde vermektedir. Bu konuda Uyeyn b. Hısn’ın cami ile ilgili olumsuz teşebbüsünün Allah Rasulü ve sahabenin gözünde hiçbir değer ifade etmeyişi hatırlanmalıdır. Kendini eşraftan sayan Uyeyne, mescitte Hz. Peygamber’in çevresinde halka olmuş insanların arasında oturmaktan imtina etmiş, İslam öncesinde köle diye horladıkları, mevaliden saydıkları ve mustad’af bildikleri insanlarla aynı mecliste oturmak canını sıkmıştır. Bu bakımdan Uyeyne Soylulara ayrı bir mescit yapılması gerektiğini savunmuştur. (Begavî, Mealimü’t-tenzil, V, 166.) Fakat Allah, Rasulü’ne ikazda bulunarak “Sabah akşam demeden, rızasını kazanmak için Rablerine ibadet eden (yoksul) sahabenin yanında ol. Dünya hayatının maddi gücünü elde etmek arzusuyla, gözlerin onların dışında başka kişilere çevrilmesin. (Bizi anmaktan) kalplerini gafil kıldığımız, arzuları doğrultusunda hareket eden ve işleri güçleri aşırılık olan kişilerin dediklerini yapma!” (Kehf, 18/28.) buyurmak suretiyle mescit algımızın ne şekilde olması gerektiğini bize hatırlatmaktadır.
Camiler ve mescitler Allah’a izafe edilen mekânlar olarak tüm insanlığı tevhide uygun biçimde bir ve beraber olmaya davet etmekte, öte yandan insanlık ideali ve ortak değerler bakımından önemli işlevler ifa etmektedir. Haddizatında Müslümanlar için bütün bir yeryüzü namazgâh olmakla beraber, Mescid-i nebevi özelinde idealleşen cami, sınırları ve gayesi Kur’an tarafından belirlenmiş kutsal bir mekân olarak insanlığa eşitlik, barış, birlik, erdem ve inancı vahyin derinliği içinde vaat etmekte, ötekileştirmeyi, şiddet ve terörü reddederek insanlığı iyiye ve güzele davet etmektedir.
Derin bir birlikte yaşama tecrübesine sahip İslam düşüncesi ve geleneği, mabetlere ve başkalarının dinine ve inancına dokunmamakta, davet ve irşatla Allah’ın gerçek dini İslam’a en güzel biçimde tebliği esas almaktadır. Bu bakımdan birer barış ve esenlik abidesi olan camilerin ve mescitlerin insanlığa kattığı değerin daha iyi anlaşılması, insanların, muhtaç oldukları camilere gereken vakar ve hürmeti göstermeleri gerekmektedir. Camiler arzı arşa bağlayan yapılar olarak hayatımızı ihya etmeye, insanlığı Kur’an’a davet etmeye devam edecektir. Bu çerçevede sağduyu ve aklıselim, insanlık tarihinde sağlam bir pusula olarak caminin korunması gereken bir yer olduğunu, bir mescit ihya etmenin hayatımızı ihya etmek, bir mescide zarar vermenin hayatımızı harap etmek anlamına geldiğini insanlığa hatırlatmaktadır.