Makale

Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin VAROL: “Nifak Cehaletten Beslenir”

Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin VAROL:

“Nifak Cehaletten Beslenir”

Dr. Lamia LEVENT ABUL

Nifak ve münafığı nasıl anlamak gerekiyor? Bunun yaşam alanına yansıyan yönleri nelerdir?

Nifak Arapça n-f-k kökünden türeyen bir kelime olarak dikkat çekici bir anlama sahiptir. Bir anlamıyla tarla faresinin tehlike anında yer altındaki yuvasından çıkışını sağlayan farklı çıkış noktalarına denirken, diğer anlamıyla geçit veya farklı bir çıkışı olan menfez olarak tanımlanmaktadır. Kelimelerin mutlak manada terim anlamlarına tesir ettiğinden hareketle nifak, insanlardaki kişilik bozukluğu ya da diğer bir ifadeyle değişken düşünce ve tavra sahip olma durumuna denilmektedir. Bu durumdaki kişiye de münafık denilir. Nifak ve münafık genelde İslami literatürde daha çok dinî anlamda değerlendirilmekte, inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen veya inandığı ilkelere riayet etmeyip duruma göre tavır belirleyen kişi veya durum olarak görülmektedir. Aslında konuya kişilik bozukluğu ekseninden baktığınızda olayın sadece dinî alanda değil daha geniş bir çerçeveye sahip olduğu görülecektir. İnsana sirayet eden bu durum herhangi bir konu ve durumda net bir duruş sergilemesini engellemektedir. Bu da sadece dinî alanda değil, siyasi, sosyal ve ekonomik tüm ilişkilerde kendisini gösterebilmektedir. Bugün sanal âlemde oluşturulan kimlik ve kişilik tanımlamaları insanımızda ve özellikle gençlerimizde bu nifak olgusunu farkında olmadan teşvik ve hatta zorunlu kılmaktadır. Asıl tehlikeli olan yön de burasıdır diye düşünüyorum. Zira sanal ortamlarında farklı kişilik sergileyen gençler bir süre sonra farkında olmadan gerçek kişilikte de değişerek buna benzer bir kişilik yapısına dönüşmektedir. Dolayısıyla bu gün buna çok daha yakın ve detaylı bakmak gerekmektedir.

İslam tarihine baktığımızda münafıkların ilk olarak Medine döneminde ortaya çıktığını görüyoruz. Hz. Peygamber döneminde nifak hareketleri nasıl başladı ve günümüze etkileri neler oldu?

Hz. Peygamber dönemi birçok şeyin ilklerinin yaşandığı dönemdir. İslam’ın hayatın tüm alanını kapsayan belirleme alanı içerisinde her türlü duruma şahit olunmuştur. Nifak olaylarının ve ilk münafık tiplerin de görülmesi o dönemdedir. Bazı araştırmacıların Ankebut suresi 10-11. ayetlerini ileri sürerek nifak ve münafığın Mekke döneminde de görüldüklerini iddia etmelerine rağmen ilk somut görüntülerin Medine döneminde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Zira bu dönem artık Müslümanların baskı ve zulümler karşısında kimi zaman başvurdukları gizlilik ve gizlenme durumlarının ortadan kalkıp, iman ve küfrün açıkça ortaya konma ve yaşanma süreci olmuştur. Medine’de yeni teşekkül eden İslam toplumunun ortaya çıkardığı yeni durumlardan istifade etmek isteyen kimi kişiler inanmasa da inanmış gibi görünerek kendisi açısından bir menfaat temin etme yoluna girmişlerdir. Bunların başında Medine’de liderliğe hazırlanan Abdullah b. Übey b. Selul geliyordu ve Hz. Peygamber’e karşı gizli bir muhalefet cephesi oluşturarak nifak tohumları ekmeye başlamıştı. Bu çerçevede Mekkeli müşriklerle ilişki kurarak Müslümanlar aleyhine çalışmalar yaptı. Yine Medine’deki Yahudileri Hz. Peygamber’e karşı kışkırtarak yaptıkları anlaşmalara ihanet etmelerine neden oldu. Tabii onun bu süreçteki yürüttüğü faaliyetler, çevresinde bazı münafıkların toplanmasına ve nifakın artmasına sebep oluyordu. Bunun bir görüntüsü Beni Mustalik gazvesi esnasında Ensar ve Muhacirler arasında çıkarılmak istenen fitne ve sonrasında Hz. Aişe’ye atılan iftira yani İfk hadisesidir. Yine münafıklar Medine’de Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmak, aralarında nifak çıkarmak için Kuba’da bir mescit inşa etmişler ve Rasulüllah’ı buraya davet etmişlerdi. Oraya gitme niyetinde olan Hz. Peygamber nazil olan ayetlerle (Tevbe, 9/107-110.) uyarılmış ve orada namaz kılması engellenmiştir. Ayetlerde Mescid-i Dırar olarak adlandırılan bu mescit daha sonra yıktırılmıştır. Siyer rivayetlerinin detaylarına girildiği zaman daha birçok küçüklü büyüklü nifak hareketlerini o gün için görmek mümkündür. Bütün bunları anlatmak yerine sanırım şu tespitleri yapmak daha doğru olacaktır. Hz. Peygamber gibi bu dinin tebliğcisi ve uygulayıcısının yaşadığı bir dönemde dahi nifak faaliyetleri yürürlüğe konmuş, İslam toplumunu rahatsız eden uygulamalar ortaya çıkmış ise O’nun irtihalinden sonra günümüze kadar gelen süreçte her dönemde ve her coğrafyada çok farklı amaç ve görüntülerle Müslümanlar bu türlü nifak hareketleri ve buna sebep olan münafıklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu, bugün de vardır ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Bizlere düşen bunlara karşı geliştirilebilecek mekanizmaların güçlendirilmesi ve bilinç oluşturulmasıdır.

Hz. Peygamberin münafıklarla ilişkilerinde bir strateji çerçevesinde hareket ettiğini söyleyebiliriz. Hz. Peygamber örnekliğini esas alarak münafıklarla ilişkiler nasıl olmalı?

Hz. Peygamber’in münafıklara karşı tavrı gerçekten dikkat çekicidir. Zira Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette onların özellikleri sıralanıp Müslümanların onlara karşı dikkatli olmalarının zemini oluşturulurken Hz. Peygamber’in ise onları İslam ümmetinin dışına itmediği görülür. Ancak O, bir taraftan onlara karşı müsamahalı davranırken diğer taraftan fitnelerine ve ürettikleri nifakın çoğalıp etkisinin yayılmaması için tedbirler almış ve sergilediği tavırla bir bilinç oluşturmaya çalışmıştır. Hz. Peygamber’in ilkesel olarak, onlara karşı bir cephe oluşturup onları toplumdan izole etmemesinin birtakım sebeplerinden bahsetmek mümkündür. Öncelikle zahiren de olsa iman ettiklerini söylemeleri kendilerine karşı düşmanca bir tavır sergilenmesini engellemektedir. Her ne kadar iç dünyaları ve niyetleri Hz. Peygamber tarafından bilinse de bu, onların imanla aralarının açık tutulmasının bir gerekçesi olarak düşünülebilir. Ayrıca onlara dönük ayetlerle resmedilen kişilik tanımlaması yanında bizzat yaşanan olaylar ekseninde Müslümanlarda kalıcı bir bilinç oluşturma amacı da önemlidir. Nitekim bu mücadele sadece o dönemde değil belki kıyamete kadar devam edecek olan süreçte Müslümanlara bir yol ve model olacaktır. Diğer taraftan Rasulüllah’ın sergilediği bu esnek tutumun bazı ayetlerle sınırlandırıldığı da görülür. Cenab-ı Hak, açık bir şekilde onların cenaze namazını kılmamasını ve onlar için af dilememesini, yetmiş defa af dilese dahi affedilmeyeceklerini beyan etmiştir. (Tevbe, 9/80.) Ayrıca yukarıda işaret ettiğimiz münafıklar tarafından inşa edilen mescitte Hz. Peygamber’in namaz kılması engellenmiştir. (Tevbe, 9/107-108.) Bu genel görüntüden çıkarılabilecek sonuç ise, kanaatimizce Müslümanların çeşitli nifak ve fitneler sebebiyle birbirlerini itham edip birbirlerinden uzaklaşmak yerine münafıklara ve onların olumsuz etkilerine karşı Müslüman bireylerde bir bilinç oluşturma gayreti içerisinde olmaktır. Zira nifakın temel amacı Müslümanların duygu ve düşünce dünyalarında birlik ve beraberliklerini bozup onları kontrol altına almak ve istedikleri yöne sevk etmektir. Buna karşı alınacak en etkin yol ise insanımızın bilgi ve bilinç düzeyinin yükseltilmesidir. Bilgili Müslümana bu tür ayrılıkçı hareketler hiçbir şekilde tesir edemeyeceği gibi böyle fertlerden oluşan bir toplumda da zaten nifak yer bulamayacaktır.

Münafıklar her dönemde kendilerini çeşitli şekillerde kamufle ederek/gizleyerek hareket ettiler. Müslümanlar gibi görünerek İslam’ın ve Müslümanların aleyhinde oldular. Fitne, tefrika ve fesada sebep oldular. Bizlere İslam tarihinde bugüne ışık tutacak en önemli nifak hareketlerinden söz eder misiniz?

Üzülerek söylemek gerekirse maalesef İslam tarihi bu ifade ettiğiniz nifak ve fitne hareketleriyle doludur. Bu süreç her ne kadar yukarıda işaret ettiğimiz gibi Hz. Peygamber döneminde başlamış ise de ondan sonraki süreçte çok daha fazla artarak devam etmiştir. Daha ilk halifeler döneminde bile farklı konularda ortaya çıkan farklı görüşler, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin bozulmasına, yine farklı sebeplere dayalı nifak ve fitnelerin yayılıp İslam toplumunu kasıp kavurmasına sebep olmuştur. Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan büyük fitne (el-Fitnetü’l-kübra), Cemel ve Sıffin savaşları, Hariciler ve Teşeyyu’un (taraftarlığın) ortaya çıkması ilk dönemlerdeki fitne ve nifak hadiselerine örnek olarak zikredilebilir. Devam eden süreçte kimi zaman dinî ve itikadi kimi zaman da siyasî ve fikrî farklılıklarla nifak hareketleri görülmüştür. Karmati, Zenci ve Batini isyanları bu çerçevede ilk akla gelenlerdir. Maalesef “Fırak ve Milel” kitapları bu nifak hareketlerinin sistemleşmiş birçok örnekleriyle doludur. Bunların birçoğu temel ilke hâline getirdikleri takıyye (asıl niyet ve düşüncesini gizleme) arkasına gizlenerek münafıklığı âdeta duygu, düşünce ve inançlarının kısaca yaşam alanlarının değişmez ilkesi hâline getirmişlerdir. Asıl problem de bugün bunların Müslümanlar arasında kendilerini gizleyerek kolaylıkla taraftar toplama konusunda başarı elde etmeleridir.

Tam bu noktada, her dönemde farklı şekillerde ortaya çıkan bu nifak hareketlerinin günümüzde dinî değerleri tahrif ederek insanları kandırmaları ve din üzerinden bir yanıltma tutumu içinde olmaları hakkında neler söylersiniz?

Gerek tarihte gerekse günümüzde Müslümanlar çok farklı alanlarda istismar edilmişler ve edilmeye de devam edilmektedir. Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda olduğu gibi bu istismarın en net görüntülerini dinî alanda görmek mümkündür. Nifak en kolay insanların bilgi eksikliklerin olduğu alanda yer edinmiştir. Nifak cehaletten beslenir. Maalesef Müslümanların en zayıf olduğu alan ise dinî alanlarıdır. Genel bir imanla ortaya çıkan teslimiyet kültürü, bunu fırsat bilenler tarafından kullanılmakta, istismar edilmektedir. Özellikle Kur’an ve sünnet kaynaklı temel kavramlarımızın içleri bu istismarı sağlayacak şekilde doldurularak kullanılması insanlarda sorgulamasız bir kabulü ortaya çıkarmıştır. Bu noktada bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin gerek kurumsal gerekse bireysel alanda yetersiz kalması bu hareketlerin etkilerinin daha geniş ve derin olmasına sebep olmuştur. Ve sonuçta gerek İslam dünyası olarak gerekse ülke olarak yaşadığımız acı tecrübeler ortadadır. Burada altı çizilmesi gereken hususun bu türlü nifak hareketlerine karşı gerek ülkemizde gerekse İslam dünyasında kalıcı, etkili ve sürekli stratejilerin geliştirilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu milletin tarihine bakarsanız kurumsal anlamda bu yöndeki gayretlerin örneklerini görebilirsiniz. Medreselerde bunlara dönük bilinçlendirme bilgi temelli bir cephe oluşturma faaliyetlerinin yanında devlet politikası olarak sürdürülen çalışmalar, kimi zaman da güç kullanımı etkili bir mücadele alanını ortaya çıkarmıştır. Ancak Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu yöndeki adımlar zayıflatılmış, diğer bir ifadeyle etkili bir zemin oluşturulamamıştır. Geldiğimiz noktada ise birçok kişi veya yapı boş bulduğu bu alanı kendi çıkarları uğruna doldurmaktan geri durmamıştır. Bize düşen bireysel ve kurumsal anlamda hemen hiç gecikmeden bu nifak hareketlerinin yetiştiği boşluk alanlarımızı tahkim etmek, sistematik ve sürekli projeleri devreye koymaktır.

İslam dünyasında yaşanan savaş, terör, şiddet vb. olaylarının ve giderek artan kaos ve belirsizliğin oluşmasında nifak/münafıkların etkisinden söz etmek mümkün müdür?

Evet, İslam dünyasındaki görüntü maalesef içler acısı… Bu durumun sebepleri üzerinde durmak bu söyleşinin sınırlarını fazlasıyla aşacaktır. Ancak ortada ciddi bir nifak, ayrılık ve mücadele ile bunların sebep olduğu bir fitne vardır. Genel anlamda düşündüğünüzde nereden başlamak gerektiği konusunda bir çaresizlik içerisinde kalıyorsunuz. Zira ölenin de öldürenin de Allahü ekber dediği bir görüntüde bu çaresizliğinizi duygu ve düşünce dünyanızın en derinliklerine kadar hissediyorsunuz. Son iki yüz yılda yaşadığımız travmaların etkisiyle mevcut durumun faturasını hemen birilerine kesme alışkanlığımız maalesef buna çözüm üretmiyor. Sürece teslim olmak gibi bir ilgisizlik ve sorumsuzluk ta Müslümana uymayacağı için hemen, şimdi başlamak gerekiyor. Nifakın ortaya çıkma, yetişme ve gelişme ortamının bilgisizlik zemini olduğu çok açık görülüyor. Memleketimizde dinî alanın önemli kurumları olan Diyanet İşleri Başkanlığımız ile İlahiyat/İslami İlimler fakültelerindeki akademik ve bilimsel birikimi bu alana sevk edip yoğunlaştırmak gerekiyor. Allah’ın yardımıyla bu nifak hareketlerinin önemli ataklarını bertaraf ettik. Ancak bunu korumak ve yeni atakları engellemek için bir an önce gerekli tedbirlerin alınması gerekiyor. Bu noktada ülkemizde atılacak adımların dünyaya, diğer İslam ülkelerine de örnek olması ve etki alanının genişlemesi zor olmayacaktır.

“O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair yemin ederler. Hâlbuki onlar sizden değillerdir.” (Tevbe, 9/56.) ayeti ile işaret edilen münafıklara ve onların hile ve oyunlarına karşı nasıl hareket edilmeli ve ne tür önlemler alınmalıdır?

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bize en çok münafıkların özellikleri ve etkilerinden bahsediyor. Onların kişilik problemleri, özellikleri ahlaki zaafları ve Müslümanların onlara karşı tavırları… Mesela, Kur’an-ı Kerîm’in bir yerinde münafıkların kâfir olduğu ve cehennemin en alt tabakasında yer aldıkları beyan edilirken (Nisa, 4/145.), yine onların iman ile küfür arasında gidip geldikleri zikredilmektedir. (Nisa, 4/143.) Hz. Peygamber’in hadislerinde de durum farklı değildir. Genel anlamda hadislerde nifak alametleri hakkında bilgi verilirken, yalan söylemek, emanete riayet etmemek, vaadinden caymak, münafığın vasıfları olarak sayılmaktadır. (Buhari, İman, 24.) Benzer diğer bir hadiste ise bunlara ilave olarak münakaşa ve husumetinde haddi aşmak (hak yoldan çıkmak) da ilave edilmiş, bunların hepsinin mevcut olduğu kimsenin hâlis münafık olacağı ifade edilmiştir. (Buhari, İman, 24). İmam Müslim’in naklettiği rivayette ise, “Böylesi oruç tutup namaz kılsa ve Müslüman olduğunu zannetse de durum değişmez.” denilmiştir. (Müslim, İman, 109-110.) Burada daha pek çok ayet ve hadisten bahsedebiliriz. Zira İslam toplumlarında en büyük yıkıcı etki bu türlü nifak hareketleri ve münafıklardan sudur etmiştir. Tarih bunun örnekleriyle doludur ve günümüzde de bunun en çirkin ve yakıcı örneklerini görüyor ve yaşıyoruz.

Bu noktada bize düşen teorik birtakım söylemleri bırakıp etkin çözümleri üretmeli ve derhal uygulamaya başlamalıyız. Zira münafıklar boş durmuyor. Kendilerini Müslüman gibi sunan kişiler Müslümanları aldatmaya devam ediyor. Belki namaz kılıyor, ahlaklı gibi görünüyor, bizim kavramlarımızı kullanıyor ancak, kendi din kardeşi arkasından hançerlemekten, bunun için her türlü gayrimeşru kişi ve vasıtalara başvurmaktan geri kalmıyor. O nedenle artık Müslümanın kim ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusunda gerekli bilgileri insanımıza ulaştırmak, bilgi ve bilinç temelli bir cephe oluşturmak gerekiyor. Bu noktada gayret sarf edenlere dua etmek ve destek vermek gerekiyor.

Konya’da dünyaya geldi. 1990 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1987 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde din görevlisi olarak başladığı memuriyet hayatına İHL öğretmenliğiyle devam etti. İslam Tarihi Anabilim Dalında 1993 yılında yüksek lisansını, 2000 yılında da doktorasını tamamladı. 1996 yılında S. Ü. İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalında araştırma görevlisi oldu. 1997-98 yıllarında Ürdün’de çalışmalarını sürdürdü. Burada kaldığı süre içerisinde Âlü’l-Beyt Üniversitesinde dersler verdi. Hâlen 2013 yılında atandığı Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi kurucu dekanlık görevi yanı sıra, aynı üniversitede Rektör Yardımcısı olarak da hizmet vermektedir. “Ehli Beyt –Kavramsal Boyut”, “Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt”, “Hilafet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli” ve “Hz. Hasan” gibi farklı eserlerinin yanı sıra çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanmış çeşitli makale ve araştırmaları bulunmaktadır.