Makale

İSLAM TARİHİNDE NİFAK HAREKETLERİ

İSLAM TARİHİNDE NİFAK HAREKETLERİ

Prof. Dr. Mehmet DALKILIÇ | İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Sözlükte “nifak” “tarla faresinin yuvasına girmesi; bir kimsenin olduğundan başka türlü görünmesi” anlamındaki n-f-k kökünden türetilmiş bir isimdir. Dilbilimciler nifak kelimesinin kökü ile ilgili çeşitli açıklamalar yapmışlardır. Buna göre nifak/münafık tarla faresinin yer altında gizlendiği yuvalardan biri anlamındaki “nafika” veya çıkış yolu, yer altındaki geçit anlamındaki “nefak” kelimesinden türediğini ifade etmişlerdir. Günümüzde Arapçada tünel anlamındaki nafika ve nefak kelimeleri arasında benzerlikler bulunmakta, her ikisi de gizlilik ve kapalılık anlamında birleşmektedir. Nitekim bu temel mana ile uyum arz edecek bir tarzda dinî bir kavram olarak nifak “bir kapıdan İslam’a girip diğerinden çıkmak” şeklinde de tanımlanmıştır. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, “nfk” md.) Nifak mastarından türemiş bir sıfat olan münafık kelimesi ise sözlükte “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir.

Kur’an-ı Kerim’in kullandığı en önemli kavramları arasında yer alan nifak/münafık Cahiliye döneminde ıstılahi anlamda kullanılmamıştır. Münafık vahyin iniş süreci içinde dinî bir terime dönüşmüş ve Kur’an-ı Kerim ile “küfrünü ya da şüphesini gizleyip Müslüman olduğunu beyan eden kişi” anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda nifak kelimesi, klasik kaynaklarda “dine bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak” (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “nfk” md.; Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, “nfk” md.) “kalbinde küfrünü gizlediği hâlde diliyle imanını ifade etmek”, “kâfirin küfrünü gizleyip, zahirde mümin ve Müslüman görünmek” ve “kişinin içindeki sakladığının dışa yansıttığından farklı veya tersi olması” gibi ifadelerle Kur’an’daki kullanımına uygun bir şekilde tanımlanmıştır. (Cürcani, et-Ta‘rifat, “münâfık” md.; Fîrûzâbâdî, Kamus Tercümesi, “nifak” md.; Tehânevî, Keşşâf, a.y.) Buna göre nifak/münafık kendi menfaatlerini gözetip ona göre konum belirlemekle, özellikle de toplum içinde dayanışma ve yardımlaşmanın zorunlu olduğu, ölüm tehlikesinin baş gösterdiği ve fedakarlık gerektiren durumlarda sorumluluktan kaçma yollarını aramak suretiyle kök anlamına benzer bir tavır sergilemiş olmaktadır. Ayrıca yapısı gereği münafık kendine, Allah’a ve diğer insanlara karşı net bir tavır sergilemeyip çift kimlikli, başka bir ifade ile ikiyüzlü davranmaktadır. (Hülya Alper, agm. s. 5-24.)

Hızlı kültür değişimlerinin yaşandığı veya mevcut gelenek ve sistemin yerine yeni bir oluşumun hâkim olduğu dönemlerde bu yeniliğin karşısında net bir tavır alamayan zayıf karakterli insanlar arasında nifakın zuhur etmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Nitekim İslam ümmeti içinde toplu bir nifak hareketi Müslümanların belirli bir güç ve hakimiyet elde ettikleri Medine döneminde ortaya çıkmıştır. (Hülya Alper, agm. s. 24.)

Kur’an nifaksız veya münafıksız bir toplum hedeflemektedir. Bu yüzden nifak/münafığın sıfatlarını en ince detaylarına kadar sayar ve Müslümanların bu tür vasıflardan sakınmasını ısrarla öğütler. Hz. Peygamber de nifak/münafıklık ile ilgili vasıfları sıralamış ve ashabından nifakı gerektiren davranışlardan kaçınmalarını istemiştir. Bütün bunlara rağmen İslam tarihinde nifak hareketleri bir realitedir. Ancak Hz. Peygamberin özellikle Mekke döneminde nifak hareketlerine rastlanıldığı pek söylenemez. Nifak hareketlerinin ortaya çıkışı, Müslümanların organize bir topluluk ve siyasi bir güç olarak belirlemeye başladığı Medine devrine rastlamaktadır. Bu devirde, müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanların yanında münafıklar da İslam’ın yayılışına engel olmak istemekteydi. Münafıklar söz konusu engelleme konusunda belki de en tehlikelisi idi. Çünkü diğerlerinin aksine münafıklar Müslümanların arasında görünüşte mümin tavrı sergilemişler ama gizlice grup oluşturarak İslam’ın yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. Dolayısıyla bunlarla mücadelenin daha zor olduğu açıktır. Nitekim Kur’an ayetleriyle hadislerin konuya bakışı ve asrısaadette münafıkların meydana getirdiği hareketleri bu tespiti doğrular mahiyettedir. (H. Ahmet Sezikli, Hz. Peygamber döneminde münafıklar, TDV İslam Ansiklopedisi, XXXI, 568-569.)

İslam tarihinde nifak ehli veya münafık gruplar, sürekli İslam düşmanları ile ve başta Yahudilerle işbirliği içinde olmuşlardır. Nifak ehli bir taraftan, dışarıda lobi faaliyetleri ile düşman ülkeleri İslam devleti aleyhinde kışkırtmışlar, diğer taraftan da içeride İslam muhalifi gruplarla işbirliği içerisinde olmuşlardır. Asrısaadetten günümüze kadar nifak ehlinin kendilerini topluma Müslüman olarak yansıtmaları, yıkıcı faaliyetleri gerçekleştirmelerini kolaylaştırmıştır. Meydana getirdikleri tehlikenin boyutlarının daha da artmasına ve Müslüman toplum içindeki ihanetlerini rahatça gerçekleştirmelerine imkân vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Medine döneminde ortaya çıkan bu ihanet şebekesini, asla devletin stratejik konumlarına getirmemiş, onlara görev vermemiştir. Çünkü nifak ehlinin hedeflerine ulaşmak amacıyla her türlü kutsal mekânı, kavram, kurum ve kuruluşu istismar etmekten asla geri durmazlar. Nitekim Rasulüllah (s.a.s.) zamanında münafıkların, fitne, fesat yuvası olarak Medine’de Müslümanlara zarar vermek amacıyla Kuba Mescidi’nin karşısına yaptırdıkları ve nifak ehlinin toplantı merkezi hâline dönüştürdükleri Mescid-i Dırar’ı, Tebük seferi dönüşünde yıktırmak suretiyle onların bir araya gelmelerini önlediği bilinmektedir. (Hüseyin Algül, Mescid-i Dırâr, TDV İslam Ansiklopedisi, XXIX, 272-273.)

İnsanoğlunun aynı durum veya olay karşısında farklı düşünce ve tutumlar sergilemesinde dinî, siyasi, toplumsal ve ekonomik birtakım nedenlerin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bu nedenler, bir taraftan insanları farklı görüşler etrafında kümelenmeye sevk ettiği gibi diğer taraftan da oluşan bu kümeleri birbirine zıt kılabilmektedir. İslam Tarihinde başta Hz. Peygamber dönemi olmak üzere Hulefa-yı Raşidin döneminde meydana gelen birtakım dinî, siyasi, içtimai ve iktisadi ihtilaflar, Müslümanların arasına adeta nifak tohumlarını ekmiş ve bu ihtilaflar art niyetli nifak ehli veya münafıkların da gayretleriyle zamanla ümmeti tefrikaya düşürmüştür. Bu bağlamda İslam’ın ilk yıllarında en önemli süreci Osman b. Affan (v. 35/655) dönemi oluşturmaktadır. Zira Hulefa-yı Raşidin döneminde Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle nifak hareketleri yeni bir boyut kazanmıştır. Hz. Ali döneminde meydana gelen Cemel ve Sıffin vakalarıyla, ihtilaflar daha da derinleşmiş ve İslam tarihinde Müslümanlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nifak ehlinin de çabaları ile ilk defa bu derecede derin ayrılıklar meydana getirmiştir. Bu, Kerbela ve Tevvabun hareketi ile doruk noktaya ulaşmıştır. Nitekim söz konusu durum kısa sürede Müslümanları iç savaşlara sürüklemiş ve nihayet ilk bölünmeler gerçekleşmiş; Müslümanlar çeşitli görüşler etrafında toplanmaya başlamıştır. Bu durum başta Havaric ve Şia gibi birtakım mezheplerin ortaya çıkışını hazırlayan nedenler olarak tarihteki yerini almıştır. (Hasan Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara 1993; Ali Durmuş, İslam Tarihinde Nifak: Ali, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VII/1 (Bahar 2014), s. 267-271.)

Mezhepler tarihi klasik kaynaklarında nifak ehlinin kullandığı ilk ihtilaflar detaylı bir şekilde söz konusu edilmiştir. İlk dönem söz konusu olduğunda bunlar sırasıyla Hz. Peygamberin sağlığında, ölüm döşeğinde ve vefatından hemen sonra ortaya çıkan anlaşmazlıklar şeklinde tasnif edilip, dört halife döneminde ortaya çıkan ve nifak hareketlerinde kullanılan ihtilaflar ayrı ayrı anlatılmıştır. Hz. Peygamberin sağılığında zuhur eden ve nifak faaliyetlerinde kullanılan ilk ihtilaflar arasında Zü’l-Huveysıra et-Temimi olayı ve kaza-kader bağlamında tartışmalar sayılabilir. Hz. Peygamberin vefatı esnasındaki ortaya çıkan ve Şiilerin nifak faaliyetlerinde kullandığı ihtilaflar arasında Kırtas Olayı ve Üsame b. Zeyd’in sefere çıkması hadisesi sayılabilir. Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra ortaya çıkan ihtilaflar ve nifak ehlinin kullandığı ilk ihtilaflar arasında Hz. Peygamberin defnedileceği yer ve imamet meselesi sayılabilir. (Eşarî, Makalat, s. 10-27.)

İlk Raşit halifeler döneminde ortaya çıkan ve nifak hareketlerinde kullanılan ihtilaflar ise: Hz. Ebu Bekir döneminde ortaya çıkan ve nifak hareketlerine etkisi olan ihtilaflar, Fedek arazisi, Ridde olayları ve zekât vermeyenler, Hz. Ömer’in halifeliğe tayini şeklinde sıralanabilir. Hz. Ömer döneminde önemli ihtilaflar olmamakla birlikte Hz. Ömer’in İslam Hukukunda bazı meselelerle ilgili içtihatları ve Şûra olayı ki sonraları nifak ehli tarafından kullanılması sonucunda Şia’nın doğuşunda etkili olmuştur. Hz. Osman dönemindeki vuku bulan ve nifak hareketlerinde kullanılan ihtilaflar sırasıyla valilerle ilgili tutumu, Ümeyyeoğulları’na karşı tutumu ve ekonomik politikalar, sahabe ile ilgili tutum, halifenin dini hususlarla ilgili bazı uygulamaları, Abdullah b. Sebe’nin faaliyetleri, Hz. Osman dönemi ihtilafların fırkalaşmalardaki rolü ve Hz. Osman’ın şehit edilmesi sayılabilir.

Hz. Ali döneminde ortaya çıkan nifak hareketleri ve bu hareketlerin mezhepleşmeye etkileri, Harici-Şii-Sünni ayrışması, Hz. Ali’nin hilafete seçilmesi, Cemel Vakası, Sıffin Vakası ve Hariciliğin doğuşu, Hz. Ali’nin şehit edilmesi şeklinde sıralanabilir. Hz. Hüseyin’in şehadet ve Kerbela olayı ile Tevvabun hareketi nifak ehlinin kullandığı en önemli tarihi vakalar olarak dikkatleri çekmektedir. Nifak hareketleri sadece ilk dönemle sınırlı kalmamış, Emeviler, Abbasiler, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar döneminde başta zındıklık ve batınî hareketler olarak yönetimi elinde bulunduran idarecilere karşı kalkışmalar şeklinde tarihteki yerini almıştır. Nifak ehli takiyye, gizlilik, mehdilik ve dâilik sistemini esas alan yöntemiyle son olarak başta Türkiye olmak üzere tüm İslam coğrafyasında yıkıcı faaliyetlerine tüm acımasızlığı ile devam etmiştir. Kur’an-ı Kerim “fitne katl/öldürmekten çok daha şiddetlidir.” (Bakara, 2/191.) demesine rağmen nifak grupları tarih boyunca fitneden beslenmiş ve onların esas hedefleri Müslümanlar olagelmiştir.

Tarih boyunca meydana gelen en acımasız ve Müslümanları birbirine düşürmek suretiyle en derin etki meydana getiren nifak hareketinin devlet başkanı ile ilgili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle imamet/hilafet veya devlet başkanlığı ile ilgili ortaya çıkan nifak, Eş’ari’nin ifadesi ile “günümüze kadar devam etmiştir.”

Türkiye ve etrafında iç ve dış destekçileri ile nifak ehli emperyalist güçlerin ve kendi keyfi arzu ve istekleri doğrultusunda Müslüman kanını, malını ve ırzını göz kırpmadan heder etmektedir. Bütün bunları sözde din adına yapmakta ve sadece Müslümanları hedef almaktadırlar. Sözde İslam adına hareket ettiğini iddia eden bu nifak grupları genelde iki zihniyet yapısından beslenirler. Birincisi Hz. Ali’yi halife kabul edenleri hatta Müslüman görenleri kâfir sayıp kanını helal sayan Hariciler, ikincisi ise Hz. Ali’yi birinci halife olarak kabul etmeyenleri başta sahabe olmak üzere kendileri dışında diğer bütün Müslümanları tekfir edip, malını, canını ve ırzını helal sayan zihniyet. Her iki grubun ortak noktası dışlamacı ve tekfirci olmasıdır. Eskiden bunlar Harici, Sabbahiyye gibi daha birçok değişik isimlerle anılırken günümüzde el-Kaide, Işid, Deaş, Boko Haram, Hûşî ve Haşdi Şa’bi gibi sayıları onları geçen isimlerle cinayet şebekeleri olarak İslam coğrafyasında yıkıcı faaliyetlerine devam etmektedirler.

Afrika, Bosna-Hersek, Afganistan ve diğer birçok İslam coğrafyalarında emperyalistlerin insanlığın ortak hukukuna sığmayan faaliyetlerine ilave olarak XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde Suriye, Irak ve Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasında gerçekleştirdikleri nifak ve fitne hareketleri bu yüzyılın Müslümanlar açısından nifak asrı ve bu nifak hareketleri ile mücadele asrı olacağını göstermektedir. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan olaylar, her türlü nifak hareketine karşı hazırlıklı ve uyanık olma ve İslam’ın özüne bağlı kalmak suretiyle her türlü nifak, fitne ve bölünmelere karşı korunmanın gerekliliğini ortaya koymuştur.

Barış zamanı ensar ve muhacirler içinde kavga çıkartarak İslam toplumunu birbirine düşürmek, Hz. Peygamber’e gelen vahiyleri küçümseyip yeni Müslümanlar arasında tereddüt uyandırmak, onun şahsını ve aile fertlerini cemiyet içinde lekeleyerek yıpratmak şeklinde yoğunlaşırken savaş zamanı Müslümanların cesaretini kırmak, düşmana avantaj sağlayıcı yollara başvurmak, Allah rasulüne karşı kötü fiiller tertiplemek ve İslam ordusunu içten çökertmeye çalışmak İslam tarihi kaynaklarında, asrısaadette nifak hareketleri veya münafık faaliyetlerinin en önemlileri olarak sıralanmaktadır. Günümüzdeki nifak hareketlerine bakıldığında da münafıkların nifak faaliyetlerini asrısaadete benzer bir şekilde yürüttükleri anlaşılacaktır. Söz konusu yıkıcı faaliyetler karşısında Hz. Peygamber, öncelikle dış desteklerini keserek nifak ehlini yalnızlığa itmiş ikinci olarak da ashap arasında kurduğu kardeşlik, tevhit ve birlik şuuru ile iç huzuru ve güvenliği sağlamıştır. Hz. Peygamberin münafıklara karşı uyguladığı önlemler her devirde geçerlidir. Günümüzde de nifak ehlinin öncelikle dış destekleri kesilmeli, ikinci olarak da Müslümanlar arasında tevhit ve birlik şuuru tesis edilmek suretiyle iç huzur ve güvenlik sağlanmalıdır. Böylelikle nifakçılara, toplumu gruplara bölmek suretiyle birlik ve düzeni bozma imkânı verilmemiş olacaktır.