Makale

TAZMÎN ÜSLÛBU VE KUR’AN-I KERÎM’DEKİ İŞLEVLERİ?

TAZMÎN ÜSLÛBU VE KUR’AN-I KERÎM’DEKİ İŞLEVLERİ
THE TAZMEEN’ AND IT’S FUNCTIONS IN THE QURAN
SÜLEYMAN TAŞ
DİB. İZMİR DİNÎ YÜKSEK
İHTİSAS MERKEZİ EĞİTİM GÖREVLİSİ


ÖZ
Tazmîn, lügatta; ‘bir şeyi bir şeye katmak, onun içine koymak’ demektir.
Arap dilinde tazmîn birkaç ilim dalında söz konusudur. Bunlardan biri de nahiv ilmidir.
Nahiv ilminde, bir fiile başka bir fiil manası verilip o fiil gibi kullanılmasına ‘tazmîn’ denilir. Bu üslup Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık karşılaştığımız bir ifade tarzıdır. Fazla bilinmemesi sebebiyle âyetlerinin ifade tarzında saklı bazı ince manalar gözden kaçmaktadır. Bu sanata ve Kur’an’daki işlevlerine dikkat çekmek bu zarif manaların daha iyi fark edilmesini sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Tazmîn, Tazmîn-i nahvî, Harf-i cer, Kur’ân-ı Kerîm.

ABSTRACT
The implication (semantic saturation) dictionary meaning is ‘to add a something into another thing or to put a something inside another thing’.
In Arabic language implication has got meaning of word in several science branches. One of these is named as ‘implication in syntax’.
In syntax to give a verb the meaning of another verb and to use that verb in the meaning of the other verb is called ‘tazmeen’. This is frequently seen in Qur’an. This educational art isn’t known for this reason this verses doesn’t seens this means. This must be careful for this art and Qur’an’s means for seeing this must be seen beter than the others.
Keywords: tazmeen, implication, semantic saturation, preposition, Holy Qur’an.

Giriş
Arap Dili’nde Tazmîn
Arap Dili, birçok edebî sanatı ve anlatım tarzını içerisinde barındıran dünyanın en köklü dillerinden biridir. Arap Dili’nin anlatım zenginliğini gösteren bu ifade tarzlarından biri de ‘tazmîn üslûbu’dur.
Bu konuyla alakalı daha önce Ahmet Yüksel ve Aydın Temizer tarafından Türkçe iki makale yayımlanmıştır.
Sözlükte; ‘bir şeyi bir şeyin içine koymak’ şeklinde ifade edilen tazmîn kavramı Arap Dilinde bir kaç ilim dalında terimleşmiştir. Bunlardan biri de ‘et-‘tazmînu’n-nahvî’ de denilen Arap gramerindeki ‘tazmîn’dir.
‘Bir lafza başka bir lafzın manasını da yükleyerek o lafız gibi kullanmak, bir kelimeyle iki kelime manası ifade etmek’ şeklinde tanımlanan bu ifade tarzı Kur’an-ı Kerîm’de de azımsanmayacak derecede çok karşımıza çıkmaktadır. Tefsir kitapları bu sanata dikkat çektiği halde bu anlatım biçimi ülkemizde pek bilinmemektedir. Buna bağlı olarak bu sanat yoluyla sözcüklerin kazandığı derin manalar meallere pek yansımamaktadır.
Bu çalışmamızdaki amacımız bu edebî olguyu tanıtarak Kur’an-ı Kerîm’de bu anlatım tarzıyla sözcüklerin manalarının nasıl zenginleştirildiğine dikkat çekmektir. Fakat öncelikle tazmin sözcüğünün sözlük anlamlarına ve Arap Edebiyatı’nda kazandığı diğer ıstılahî manalarına kısaca değineceğiz.
Sözlüklerde tazmîn, dördüncü babdan gelen (ضمِن-يضمَن) fiilinin tef‘il (تفعيل) babından masdarıdır. Bu fiilin (ضمِن) masdarı; ضَمْن ve ضَمانة şeklinde geldiğinde lâzım olarak kullanılır ve ‘hastalık, başa gelen bela, kalbe yerleşmiş aşk’ gibi manalar ifade eder. Bu durumda ism-i fâili ضمِنٌ şeklinde gelir. ‘Hasta, müzmin, âşık’ demektir. Çoğulu ضَمْنىَ şeklindedir.
Masdarı ضَمان şeklinde geldiğinde ise bir mef‘ûle müteaddi olarak kullanılır ve ‘kefil olmak, sorumluluk yüklenmek, üstlenmek’ gibi manalar ifade eder. O zaman ism-i fâiliضامن şeklinde gelir. Örneğin; ضمِن فلان صديقَه ‘Falanca, arkadaşına kefil oldu’ veya ضمِن فلان الشئ ‘Falanca bir şeye kefil oldu’ denilir.
Tef‘îl babından ( ضمّن ) ise ‘bir şeyi bir şey içine koymak ve ona lâzım/zorunlu kılmak’ manasında kullanılır. Mesela ölüyü kabre koymak veya bir kabın içine eşyayı koymak ‘tazmîn’ (تضمين) kelimesiyle ifade edilir. Kefil olan adama zâmin (ضامن ) ve zamîn (ضمين ) denir.
1. Bedi‘ İlminde Tazmin
Bedî‘ ilmi ifadedeki lafzî ve manevî güzellikleri beyân eder. Lâfzî güzelliklerle alakalı olan cinâs, iktibas, seci‘ ve manevi güzelliklerle alakalı olarak da tıbak, mukabele, hüsn-i talil vb. sanatları ele alır. İşte bu sanatlardan biri de ‘tazmîn-i müzdevec’tir.
Tazmîn-i Müzdevec; nazım veya nesirde kafiyenin aslını gözeterek seci‘li iki sözcüğü peş peşe getirmek suretiyle kelama güzellik katmaktır. وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ“Sebe’den sana kesin bir haber getirdim” âyetinde olduğu gibi. Burada ‘سَبَإٍ’ ve ‘نَبَإٍ’ kelimeleri peş peşe gelmiş ve bir ses uyumu oluşturmuştur.
Yine Hz. Peygamber (sav)’in; الْمُؤْمِنُونَ هَيِّنُونَ لَيِّنُونَ “Müslümanlar yumuşak huylu, tatlı sözlüdür” hadisinde ‘هَيِّنُونَ’ ve ‘لَيِّنُون’ kelimeleri tazmîn-i müzdevec’e misal olarak gösterilmektedir. Zira aralarında ses benzerliği bulunan bu iki kelime peş peşe gelmiş olup vezin ve i‘râb bakımından da birbirine uymuştur.
2. Şiirde Tazmin
Şiirlerde icra edilen edebî bir sanattır. Şiirin bir kısmında (genel olarak beytin son şatrında) başkasına ait bir beyti veya alıntıyı, -şairi işaret ederek veya şöhretinden dolayı işaret etmeksizin- nakletmektir. Örneğin Reşidüddin Muhammed el-Vatvât bir şiirinde şöyle demiştir:
ذَنبِي كثيرٌ وعُذْري فيه مُتّضـِحٌ فَاقْبَلْه فالعُذرُ عندَ الحرِّ مقبولُ
"نُبِّئـتُ أنّ رسولَ اللهِ أوْعدَني والعفوُ عندَ رسولِ الله مـَأمولُ"
“Günahım çok, kusurum belli, özrümü kabul et. Zira hür olanın katında özür makbuldur.
‘Duydum ki Rasûlullah beni cezalandırmakla tehdit etmiş. Oysa Rasûlullah’tan hep affı umulur.’”
Bu şiirin ikinci beyti Ka‘b b. Züheyr’e aittir. بَانَتْ سُعادُ diye başlayan meşhur Kaside-i Bürde’sinden alınmıştır.
Yine, tazmîn; ‘başka bir şairin bir mısra‘ını veya beytini kendi söz, yazı veya şiiri arasına alma’ şeklinde de tarif edilmiştir.
Yukarıda geçen tanımlara bakıldığında tazmînin şiire özel olmayıp, düz anlatımı da içine aldığı düşünülse de örneklerin hep şiir üzerinden verilmesi bu sanatın daha çok şiirde kullanıldığını göstermektedir. Yani alıntı şiir olduğu gibi kullanıldığı yer de yine şiir olmalıdır. Nitekim bazı tanımlarda da buna açıkça vurgu yapıldığını görmekteyiz.
Bedi‘ ilminde ve şiirdeki tazmin hakkında bu kısa açıklamayla yetinip asıl konumuz olan nahiv ilminde tazmîn konusuna geçmek istiyoruz.
3. Nahivde Tazmin
3.1.Fiilin Tazmîni
Fiillerin manaları, kullanıldığı harf-i cerlere göre farklılık arz eder. Ayrıca bazı fiiller sadece belirli harflerle kullanılır. Fakat dilde bazen bu kurala riayet edilmediği ve bir fiilin sürekli kullanıldığı harfle değil de, başka bir harfle kullanıldığı da görülmektedir. Bu durum bir hata neticesi olmayıp, bir fiile kendi manasıyla birlikte başka bir mana da yüklemek maksadıyla yapılmışsa buna nahiv ilminde ‘tazmîn’ (التضمين) veya ‘fiilin tazmîni’ (تضمين الفعل) denilmektedir. Bu ifade tarzında bir sözcüğe başka bir sözcüğün manası da yüklenilerek onun gibi kullanılmakta ve bir kelimeyle her iki mana birden kastedilmektedir.
Örneğin; وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى “O, hevâsına göre konuşmaz” âyetine baktığımızda alışılmışın dışında bir durumla karşılaşmaktayız. Çünkü نطق fiili her zaman mef‘ûlünü ب harf-i cerriyle almaktayken burada عن harf-i cerri ile kullanılmıştır. Bunun sebebi, zikri geçen fiile ‘صدور’ manasının yüklenmesidir. O zaman âyet; وما يَنطِقُ (صادِراً) عن الهوى ‘O hevâ kaynaklı konuşmaz’ şeklinde anlaşılacaktır.
Yine عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ ‘Allah’ın kullarının kanıncaya dek (veya lezzetle) içecekleri pınardan içerler’ âyetinde شرِب fiili ب harf-i cerriyle kullanılmıştır. Oysa bu fiil bir önceki; إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا âyetinde olduğu gibi aslında من harfiyle kullanılır. يشرَب منها yerine يشرَب بها tabiri kullanılarak bir inceliğe atıf yapılmak istenmiştir. Tazmîn kuralı işletilerek manaya bir zenginlik katılmıştır. Çünkü ب harfi شرِب (içme) fiiliyle bağlantılı olarak رَوِىَ (kana kana içmek, suya kanmak) veya اِلْتَذّ (zevk almak) fiilini çağrıştıracaktır. O zaman içmekten muradın kuru kuruya veya herhangi bir içmek değil, ‘kana kana içmek’ veya ‘zevkle içmek’ olduğu anlaşılmaktadır.
3.2. Harfin Tazmîni
Fiilin tazmîni konusunda yaptığımız açıklamalar Basralı dilcilerin ve cumhurun (yani çoğu âlimlerin tercih ettiği görüştür. Kûfeliler ise harf-i cerlerin tenavubunu (birbirinin yerine kullanılabileceğini) savunur. Nitekim zikri geçen âyette بharfinin من harfi manasında kullanıldığını iddia ederler. Buna ‘harfin tazmini’ de denmiştir.
Basralıların görüşüne göre harf-i cerlerin bazıları diğer bazılarının yerine kıyasî olarak kullanılamaz. Cezm ve nasb harflerinin birbirleri yerine kullanılamaması da bunun delilidir. Bir harf-i cerrin yerine bir başkası kullanılmış gibi gözüken durumlarda lafza uygun bir tevile gidilmeli veya fiile başka bir fiil manası yükleyerek tazmîne itibar edilmelidir. Çünkü kayıtsızca harflerin tenavubuna itibar edildiği takdirde ifadeler gelişigüzel bir hal alacak ve anlam karışacaktır. Örneğin;سِرْتُ مع زيدٍ ‘Zeyd’le yürüdüm.’ demek isteyen bir kişi bunun yerine الى زيدٍ سِرْت derse muhatap onu ‘Zeyd’e gittim.’ şeklinde yanlış anlayacaktır. Yine زيدٌ على البيتِ yerine زيد فى البيت demek de elbette yanlış anlaşılacaktır.
3.3. İsmin Tazmîni
İsimdeki tazmin ise; أحِلّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيامِ الرّفَثُ إلى نِسَائِكُمْ “Oruç gecesi eşlerinizle ilişkiye girmeniz size helal kılınmıştır” âyeti gibidir. الرفث sözcüğü ‘cinsel birleşme’ manasında olup, ب harf-i cerriyle kullanılır. Fakat burada adı geçen isme الإفضاء ‘yanaşma, teşebbüs etme’ manası tazmîn edilmiş ve o manaya delalet etsin diye الى harfiyle kullanılmıştır. Dolayısıyla takdiri; أُحِلَّ لَكُمْ ليلة الصّيام الإفْضَاءُ إلى نسائِكُمْ بِالرَّفَثِ şeklinde olmuştur.
İsimlerdeki tazmîn çoğu kez mübteda olan isme şart manası yükleme şeklinde karşımıza çıkar. Bu durum, ism-i mevsullerde ve nitelenmiş nekre isimlerin haberinde görülür. Ancak ism-i mevsulün sıla cümlesi ve nekre ismin sıfatı, fiil veya zarf olmalıdır. Şart manası yüklendiğinin alameti, haberinin başında ف edatının bulunmasıdır. Çünkü bu edat ancak şart cümlelerinin cevabında bulunur. Örneğin; الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ “Mallarını gece gündüz, gizli ve aşikâr infak edenlere (yani kim böyle yaparsa) Rabb’leri indinde sevapları vardır.”
İbn Arafe (ö. 803/1401), bu âyette haberin başına ف gelip, aynı kalıpta olmasına rağmen; إِنَّ الذين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصالحات وَأَقَامُواْ الصلاة وَآتَوُاْ الزكواة لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ “ İman edip, Salih amel işleyen, namazı dosdoğru kılıp zekâtı verenlere Rabb’leri katında sevapları vardır” âyetinde haberin başına ف gelmemesinin sebebini; ‘ism-i mevsul’e şart manasının tazmîn edilip edilmemesi’ ile açıklamıştır.
Tazmin üslubunun hangi anlatım türünden olduğu hakkında birçok yorumlar yapılmıştır. Bazıları onun mecâz olduğunu iddia ederken, bazıları hakikat , bazıları da kinaye olduğunu söylemişlerdir. Her ne olursa olsun tazmînin bir nevi îcâz (az sözle çok mana ifade etme) olduğu kesindir.
Yine bu sanatın kıyâsî mi, yoksa semâ‘î mi olduğu da tartışılmış, dilciler bu konuda da farklı kanaatler ortaya koymuşlardır. 1934’te Kahire’de toplanan Arap Dil Komitesi yoğun tartışmaların ardından bu konuda son sözü söylemiştir. Burada alınan karara göre;
“Tazmîn; bir fiil veya fiil manasındaki bir kelimenin tabirde başka bir fiilin görevini yerine getirerek müteaddi ve lâzım olma durumunda onun hükmünü almasıdır.
Arap Dil Komitesi şu üç şartla tazmînin (semâ‘î değil) kıyâsî olduğu kanaatindedir:
1.İki fiil arasında bir ilgi bulunacak,
2.Diğer fiili akla getirecek, böylece karışıklığı engelleyecek bir karine bulunacak,
3.Tazmîn Arap zevkine uygun olacak.
Komite ayrıca; ‘bir edebî maksat olmaksızın tazmîne başvurulmamasını’ tavsiye etmektedir.”
Tazmin Olgusunun Kur’an’da İşlevleri
Kur’an-ı Kerîm’de bazen fiillerin mef‘ûllerine etkisinin alışılmış şeklinden farklı olduğunu görmekteyiz. Bu farklılık bazen alışılmışın dışında harf-i cerlerin kullanımıyla alakalı, bazen de fiilin geçişliliğiyle alakalı olarak gerçekleşmektedir. Kur’an-ı Kerîm’deki bu ifade tarzı çoğu defa karşımıza tazmin sanatının bir işlevi ve etkisi olarak çıkmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de tazmin üslubu gereği fiillerin kullanımında görülen başlıca değişiklikler şunlardır:
1.1. Lâzım Fiilin Müteaddi Olarak Kullanılması
Bazı fiiller geçişsizdir, mef‘ûle ihtiyaç duymaz. Fakat tazmîn kuralı gereği bu fiillere yüklenilen anlamlar bazen lâzım bir fiilin müteaddi olarak kullanılmasını gerektirebilir. Kur’an-ı Kerîm’de bunun pek çok örnekleri vardır. Burada iki örnek vermek istiyoruz:
a. وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ “Onlar insanlara ölçerek veya tartarak sattıklarında eksiltirler.”
كَالَ ve وزَن fiilleri kendi anlamları olan ölçmek ve tartmak için kullanıldığında mef‘ûllerini ‘ل’ harf-i cerriyle alır. Fakat burada müteaddi olarak kullanılması başka bir mananın da tazmîn edildiğini göstermektedir. Nitekim mezkûr âyette; ‘ölçerek veya tartarak başkalarına satmak’ manası kast edilmiştir. Dolayısıyla ifade; إذا بايعوا كيلا أو وزنا takdirindedir.
b. فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ “Hayırlarda yarışın.”
استبق fiili, lâzım fiil olup, ancakالى harfi ile müteaddi olur. Ancak burada افعلوا الخيرات على وجه المسابقة manası yüklenmiştir. Dolayısıyla âyet “Yarışırcasına hayırları yapın.” anlamındadır.
1.2. Müteaddi Fiilin Lâzım Olarak Kullanılması
Bazı fiiller mef‘ûlünü doğrudan aldığı halde tazmîn üslubu sebebiyle harf-i cer ile birlikte kullanılıp lâzım muamelesi görebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de bunun da çok örneği vardır. Örneğin:
a. وَإِذَا جَاءَهُمْ أَمْرٌ مِنَ الْأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُوا بِهِ “Kendilerine bir güven veya korku haberi geldiğinde onu yayarlar.”
Bu âyetteأذاع fiili müteaddi fiil olup mef‘ûlünü harf-i cersiz alır. Fakat burada ona تحدّث veya أفشى fiilinin manası yüklenerek ب harf-i cerri ile kullanılmıştır.
b. وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآَيَاتِ رَبِّهِمْ “İşte bu, Rabblerinin âyetlerini inkar etmiş Âd kavmidir.”
جحَد fiili müteaddi bir fiil olup, mef‘ûlünde harf-i cerre ihtiyaç duymaz. Fakat âyette كفر manası tazmîn edildiğinden ona da işaret etmesi için onun gibi ب harfi ile getirilmiştir. Yani Âd kavminin inkârı kuru bir inkâr değil, küfre sebep olmuş bir inkârdır.
1.3. Belli Bir Harfle Müteaddi Olan Fiilin Başka Bir Harfle Kullanılması
Kur’an-ı Kerîm’de tazmîn sanatının bu şekline de çok rastlanır. Aşağıdaki âyet-i kerîmelerde hususi harflerle kullanılan fiiller kendilerine ilave bir mana yüklenmesi sebebiyle başka harflerle kullanılmıştır:
a. وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شَيَاطِينِهِمْ “Şeytanlarına gidip baş başa kaldıklarında…”
خلا fiili ب veya مع ile kullanılır. Bu âyet-i kerîmede sadece mutlak halvet yani baş başa kalmak kast edilmemiştir. “Şeytan fikirli dostlarının yanlarına giderek onlarla buluşmak” manasını da ifade etmek için الى harfiyle kullanılmıştır. Yani خلا fiiline ذهب ، مشى veya ركن manası yüklenmiştir.
b. نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِهِ إِذْ يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ “Onlar seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini biz en iyi bileniz.”
استمع fiili âyette iki defa zikredilmiştir. Bu fiil normalde mef‘ûlünü الى harf-i cerriyle alır. Nitekim âyette zikredilen ikinci fiil asıl kullanıldığı şekilde gelmiştir. İlkinde ise اعتنى ve اهتمّ manası tazmîn edilerek bu fiillere ait olan ب harf-i cerri ile birlikte kullanılmıştır. Dinlemek sıradan bir dinleyiş değil, kasıtlı ve özentili bir dinleyiştir.
c. وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ “Rabbine, ibadete sabırla devam et”
اصطبر fiilinin hakkı على ile müteaddi olmaktır. وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا âyetinde olduğu gibi… Fakat burada ibadete sabırla devam etmek, sebat etmek manası yüklenmiştir. Nitekim dinî yükümlülükler bir takım zorluklar ihtiva etmektedir. Fiilin لile kullanılması bunu hissettirmek içindir. O halde bu âyetin takdiri واثْبُتْ لعبادته مُصْطَبراً şeklindedir.
d. لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ “Sizi doğru yola iletmesine karşılık olarak Allah’ı yüceltesiniz diye…”
Âyet-i kerîmede كبّر fiilinin illeti (mef‘ûl-u leh’i)ل harf-i cerriyle değil على ile getirilmiştir. Sebebi ona yüklenilen شكر ve حمِد fiillerinin manasıdır. Yani âyet-i kerîme; لتكبروا الله حامدين له على هدايته ايّاكم takdirindedir.
1.4. İki Mef‘ûle Müteaddi Fiilin Bir Mef‘ûl Alması
Kur’an-ı Kerîm’de bunun da örnekleri vardır. Mesela وَزَوَّجْنَـاهُم بِحُورٍ عِينٍ “Ve onları iri gözlü hurilerle birleştirmişizdir” âyetindeki زوّج fiili normalde iki mef‘ûle müteaddi olmasına rağmen burada قرنّاهم ‘birleştirdik, yakınlaştırdık’ manası tazmîn yapılmak suretiyle bir mef‘ûle müteaddi olmuş veya başka bir ifadeyle ikinci mef‘ûlünü harf-i cer ile almıştır.
Ta‘diye ve lüzûm açısından her fiilin kendine özel bazı kullanılış şekli olmasıyla birlikte bazı fiiller tazmîn sebebiyle mevcut aslî manalarından çıkıp başka kullanımlara maruz kalabilir. Örneğin; علم fiili ‘itikad etmek, inanmak’ manasında vicdanî bilgi için kullanıldığında iki mef‘ûl alır. فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ âyetinde olduğu gibi… Fakat ‘bilme, tanıma’ manası tazmîn edildiğinde bir mef‘ûl ile kullanılır: يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآَخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ “Onlar dünya hayatının görünürde olanını bilirler. Oysa onlar ahiretten gafil olanlardır.” âyetinde olduğu gibi…
1.5. Bir Mef‘ûl Alan Fiilin İki Mef‘ûl Alması
Kur’an-ı Kerîm’de bunun örneklerine de çok rastlamaktayız:
a. لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا “Size kötülük yapmaktan geri durmazlar.” ألا – يألو fiili normalde lazım bir fiildir ve mef‘ûlünü فىharfi ile alır. Birisi işini kusurlu yaptığında veya hiç yapmadığında ألا فى الأمر denilir. Böyle olmakla birlikte fiile قصّر manası tazmîn yapılarak iki mef‘ûle müteaddi olmuştur.
b. وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُ “Her ne iyilik yaparlarsa ondan mahrum bırakılmazlar.”
كفر fiili burada olduğu gibi ‘küfran-ı nimet’ manasında kullanıldığında normalde bir mef‘ûle müteaddi olur. Fakat burada kendisine حرمfiili tazmîn yapılarak iki mef‘ûle müteaddi olmuştur. Fiil meçhul kalıpla geldiği için birinci mef‘ûlü nâib-i fâil’e dönmüştür.
c. وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا “İnsana ana-babasına iyiliği gerekli kıldık.”
وصّى fiili bir mef‘ûl ile kullanılır. Fakat bu âyet-i kerîmede kendisine ألزَم manası yüklenmiş ve إحساناً kelimesini ikinci mef‘ûl olarak almıştır. Yani vasiyet, yüzeysel ve sıradan bir vasiyet olmayıp, gereklilik ve sorumluluk içeren bir emir niteliği taşımaktadır.
Ayrıca aynı âyet farklı bir itibarla yine tazmîn üslubuna muhtemeldir. Nitekim bazı âlimler وصّينا fiiline أحسنّا manası tazmîn ederek إحساناً kelimesinin mef‘ûl-u mutlak olduğunu söylemişlerdir. O zaman mana şöyle olur: أحسنّا بالوصية للإنسان بوالديه إحساناً “İnsana ana-babasına iyilik yapmasını vasiyet etmekle elbette lütufta bulunduk.”
Bazı âyetlerdeki fiillerin tazmîn sebebiyle iki mef‘ûl aldığı durumlarda bazen farklı yorumlara da gidildiği görülmektedir. Örnekler:
a. وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا “Dağları oyup ev ediniyorsunuz.”
نحت fiili normalde bir mef‘ûl ile kullanılırken burada اتخذ manası tazmîn edilerek iki mef‘ûle müteaddi olmuştur. بيوتاً kelimesinin hal-i mukaddere olması da muhtemeldir.
b. وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا “Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.”
رضي fiili اختار (seçti, tercih etti) manasında bir mef‘ûle müteaddi olduğu için دِيناً sözcüğünün İslâm’dan hal olması veya temyiz olması muhtemeldir. Bu durumda manası, yukarıda mealini verdiğimiz şekilde anlaşılmaktadır. Bununla birlikte müfessirlerimiz رضى fiiline صيّر veya جعل manası yükleyerek iki mef‘ûle müteaddi olabileceğini, dolayısıyla âyet-i kerîmede geçen دِيناً sözcüğünün ikinci mef‘ûl olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda âyet; “İslâm’ı size din kılmaya razı oldum” şeklinde anlaşılacaktır.
c. وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا “Yeri yarıp kaynaklar fışkırttık.”
Bu âyet-i kerîme’de geçen عيوناً kelimesi temyiz kabul edilebileceği gibi, fiile tasyîr (çevirme, dönüştürme, kılma) manası yüklenilerek ikinci mef‘ûl de olabileceği söylenmiştir.
d. ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا عَبْدًا مَمْلُوكًا “Allah mülk edinilmiş bir köleyi misal gösterdi.”
el-Endelûsî gibi bazı âlimler ضرب fiilinin مثلاً kelimesiyle birlikte kullanıldığında ‘tasyir’ (التصيير) manası içerdiğini ve bu kelimeyi ikinci mef‘ûl olarak aldığını kabul ederler. Zikredilen âyetteمثلا sözcüğü ikinci mef‘ûl olarak kabul edilmiştir. Fakatبيّن manası içermekte olup tek mef‘ûl alacağını, mansub olarak gelen ikinci ismin ‘bedel’ olduğunu veya مثلا ’ in ‘hal’ olduğunu söyleyenler de vardır.
e. فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَوَاتٍ “Ve o (gökleri) yedi gök kıldı.”
قضى fiili normaldeفَإذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ “Hac vazifelerini yerine getirdiğinizde…” âyetinde olduğu gibi bir mef‘ûlle kullanılır.
Burada ise kendisine صيّر manası yüklenilmesiyle iki mef‘ûl almıştır.
f. فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًا “Aralarında işlerini paramparça kıldılar.”
Burada fiileجعل manası tazmîn edilmek suretiyle زبراً kelimesinin ikinci mef‘ûl kabul edilebileceği söylenmiştir.
جعل fiili ‘bir şeyi bir şey kılmak veya kabul etmek’ manasında kullanıldığında iki mef‘ûle müteaddi olarak kullanılır. Fakat bazen خلق manasında kullanılır ki o zaman iki mef‘ûl almaz, tek mef‘ûle müteaddi olur. Diğer bir ifadeyle; جعل fiili tek mef‘ûl aldığında خلق ve أوجد manasında, iki mef‘ûl aldığında ise صيّر manasında kullanılır.
e. وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطا “İşte böylece sizi orta bir ümmet kıldık” âyetinde صيّر manasında kullanıldığı için iki mef‘ûl almış, وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ بَنِينَ وَحَفَدَةً “Allah sizler için kendi cinsinizden eşler yarattı ve eşlerinizden sizlere oğullar ve torunlar yarattı” âyetinde ise her iki fiil de yaratmak manasında birer mef‘ûl ile kullanılmıştır.
f. Şu âyette ise جعل fiilinin her iki kullanılışı bir arada zikredilmiştir:
مَا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ “Allah bir adamın karnında iki kalp yaratmamış ve zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız (gibi haram) kılmamıştır.” Nitekim birinci fiil bir mef‘ûl almışken ikincisi iki mef‘ûl almıştır.
Kurân-ı Kerîm’deki bazı fiillerin de, kendilerine ‘î‘tâ’ (vermek) anlamı yüklenerek iki mef‘ûle müteaddi olduğu görülmektedir:
a. اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Bizi dosdoğru yola ilet.”
هدى fiili normalde bir mef‘ûle doğrudan müteaddi olup, ikinci mef‘ûlünü إلى veya ل harf-i cerriyle alır: وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ âyetinde ve إِنَّ هَذَا الْقُرْآَنَ يَهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ âyetinde olduğu gibi. (Bu âyetlerde fiilin birinci mef‘ûlü hazfedilmiştir.)
Fakat bu âyet-i kerîmede fiile أعطى manası yüklenmiş ve iki mef‘ûl ile kullanılmıştır. Nitekim “Bizi doğru yola ilet” demek; “Bize doğru yolu ver” demektir.
b. نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ “Dilediğimize dereceler vererek yükseltiriz.”
İbn Sîde âyeti kerîmedeki درجات sözcüğünün zarf veya fiile ‘vermek’ manası yüklenerek ikinci mef‘ûl olabileceğini söyler.
c. عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا “Umulur ki Rabbin seni övgün makama gönderir (sana o makamı verir).”
بعث fiili normalde bir mef‘ûle müteaddi olarak kullanılır: ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ âyetinde olduğu gibi.Fakat burada fiile يُقيمك manası veya يُعطِيك manası yüklenilmek suretiyle iki mef‘ûl aldığı görülmektedir.
1.6. Tazmîn Sebebiyle Bir Fiilin Farklı Manalara Gelmesi
Fiillere, kullanıldığı harf-i cerre göre farklı manalar da yüklenilmektedir. Bunun misalleri Kur’an’da pek çoktur. Şimdi bir fiilin, kullanıldığı harf-i cerlere göre nasıl farklı manalar içereceğini bazı örnekler üzerinden görelim:
1.6.1. قضى Fiiline Yüklenilen Değişik Anlamlar
a. حكم (hüküm verdi) manası yüklenmesi:
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ “Şüphesiz Rabbin onların aralarında kendi hükmüyle hükmedecektir.” (Bu mana, fiilin ب harfi ile kullanılması ile kazanılmıştır.)
b. قتل ve أهلك (öldürdü, işini bitirdi) manası yüklenmesi:
فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ “Musa ona yumruk vurdu ve öldürdü.” (Bu mana, fiilin على harf-i cerriyle kullanılması ile kazanılmıştır.)
c. طاب نفسا (Hacetini gördü, ilişiğini kesti):
فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا “Zeyd ondan ilişiğini kesince…” (Bu manayı sağlayan, fiilin من harf-i cerriyle kullanılmasıdır.)
d. أتمّ (tamamladı) manası yüklenmesi:
وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ “Vahyi sana tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme.” (Bu mana الى harfinden sağlanmıştır.)
1.6.2. أتى Fiiline Yüklenilen Değişik Anlamlar
a. قرب (yaklaştı) manası:
أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ “Allah’ın emri yaklaştı, artık onu acale istemeyin.”
b.أصاب (isabet etti, çarptı) manası:
إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللَّهِ “Şayet Allah’ın azabı size isabet ederse…”
c. عذّب (azab etti) manası:
فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا “Allah onlara ummadıkları yerden azab etti.”
d. جامع (cima etti) manası:
فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ “Tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın.”
e. قلع (söktü, çıkardı):
فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ “Allah onların yapılarını temellerinden söktü (yıktı).”
f. مارس (işledi, yaptı):
إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِنَ الْعَالَمِينَ “Şüphesiz siz daha önce alemlerden hiç kimsenin işlemediği bir hayasızlığı işlemektesiniz.”
1.6.3. اتّبع Fiiline Yüklenen Anlamlar
a. صحب (arkadaşlık etti, eşlik etti):
هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا “Sana öğretilen bilgiden bana öğretmen şartıyla sana eşlik edebilir miyim?”
b. اقتدى (uymak manasında):
اتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا “Sizden hiçbir ücret istemeyen (elçi)lere uyun.”
c. اختار (seçti, tercih etti):
وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ “…Ve müminlerin yolundan başka bir yol tercih ederse…”
d. استقام ve التزم ( yol tuttu, yapıştı):
ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا “Sonra sana; ‘Hanîf olan İbrahim’in dinine yapış’ diye vahyettik.”
f. عمل (yaptı, tatbik etti):
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ “Ve şeytanların Süleyman’ın tahtı üzerine uydurduklarını (büyü) yaptılar.”
g. أطاع (itaat etmek, uymak, boyun eğmek):
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلَّا قَلِيلًا “Şayet Allah’ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı azınız hariç elbette şeytana uyacaktınız.”
Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak tazmînin işlevlerini gösterebilmek maksadıyla bu kadarıyla yetinmenin yeterli olduğu kanaatindeyiz.
Sonuç
Arap Dili’nin sahip olduğu anlatım biçimlerinden biri de tazmin üslubudur. Bu üslup, az lafızla çok mana ifade etme yollarından biri olup, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyet-i kerîmede karşımıza çıkmaktadır.
Arapça’da fiiller belli harf-i cerlerle kullanılır. Şayet bir fiil, alışılmışın dışında farklı bir harfle kullanılmışsa ve bu ifade Kur’ân-ı Kerîm gibi fesahatinde şüphe olmayan bir kelamda bulunuyorsa elbette bir maksada mebni olarak söylenmiştir. Bu maksat, övgün bir edebî üslup olan ‘tazmîn sanatı’dır.
Bir fiile başka bir fiilin manasını da yükleyerek o fiil gibi kullanmaya ‘tazmîn’ denilir. Böylece bir lafızla iki lafzın manası ifade edilmiş olur.
Bu sanat daha ziyade, fiillerin ma‘mullerine olan etkileri ile ortaya çıkar. Yani müteaddi bir fiil lâzım, lâzım fiil müteaddi veya belli bir harfle müteaddi olan bir fiil başka bir harfle müteaddi olarak kullanılabilir.
Tefsir kitapları bu sanata dikkat çektiği halde bu anlatım biçimi ülkemizde pek bilinmemektedir. Buna bağlı olarak bu sanat yoluyla sözcüklerin kazandığı derin manalar meallere pek yansımamaktadır.

Bu sanata dikkat çekmek Kur’ân’ı daha iyi anlamamıza ve âyetlere yüklenilen ince manaları fark etmemize katkı sağlayacaktır. Makalemizin bu üslûbun önemine dikkat çekme adına bir katkısı olacağını ve yeni çalışmalara kapı aralayacağını ümit etmekteyiz.
Kaynakça
Abbas Hasan (ö.1398 /1978), en- Nahvu’l- vâfî, Dâru’l-Meârif, Mısır tsz.
el-Bâkillânî (ö.403/1013), Ebû Bekir Muhammed b. et-Tayyib, İ‘câzü’l- Kur’ân, Dârul-Meârif, Mısır 1997.
el-Batalyûsî, (el-Batalyevsî) Ebû İshak b. es-Sîd (444-521), el-İktidâb fî şerhi edebi’l-küttâb, Dâru’l-Kütübi’l- Mısriyye, Kahire 1996.
el-Beyhakî (ö.458/1066), Ebû Bekir, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dârul-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2003.
el-Beyzâvî, (685/1286), Nasiruddîn Ebu Said Abdullah b. Ömer eş-Şîrâzî, Dâru İhyâit-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1418 h.
Birgivî, Mehmed (ö.981/1573), İzhâru’l-esrâr, (Kitâbu’n- nahv), Yasin Yay., İstanbul 2005.
el-Cemel, Süleyman b. Ömer, el-Fütuhâtü’l-ilâhiyye (Haşiye ala’l-Celâleyn,), Kahraman Yay., İstanbul trz.
el-Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammad, es-Sıhâh, Dâru’l-ilm li’l-Melâyîn, Beyrut 1984.
el-Cürcânî, Ali b. Muhammed (716/1316), et Tâ‘rifât, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983.
Erdoğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Birlik Y., Ankara tsz.
Fâdıl, Muhammed Nedim, et-Tazmînü’n-nahvî fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dârü’z-Zemân, Beyrut 2005.
el-Fîrûzâbâdî, Mecduddin, el-Kâmûsu’l-muhît, Beyrut 1952.
el-Endelûsî, Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1420.
el-Eşbilî, İbn Arabî, Ebû Bekr Muhammed (ö.543/1148), Ahkâmu’l- Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2003.
el-Ezherî, Ebû Mansûr. Muhammed b. Ahmed (370/981), Tehzibi’l-luğa, Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut 2001.
el-Ğalâyînî, Mustafa, Câmi‘i’d-dürûsi’l-Arabiyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2005.
el-Halebî, Semîn, Şihâbuddin, Ebü’l- Abbâs, Ahmed b. Yusuf (ö.756/1355), ed-Dürru’l-mesûn, IV/ 631, Dâru’l-Kalem, Dimeşk trz.
el-Halil, b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrut 2003.
el-Hamevî, İbn Hicce (ö. 837/1434), Şerhu kasîdeti Ka‘b b. Züheyr, Mektebetü’l-Meârif, Riyad 1985.
el-İsfahânî, Râgıb, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât, Kahraman Yay., İstanbul 1986.
İbn Adil, el-Hanbelî Ebu Hafs Siracuddin (880/1475), el-Lübâb fî ulûmi’l-Kitâb, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1998.
İbn Arafe, el-Mâliki, et-Tûnusî, Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed, (ö.803/1401), Tefsîru İbn Arafe, Zeytûniyye 1986.
İbn Acîbe, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Hasenî es-Sûfî (ö. 1224.h), el- Bahru’l-medîd, Dârü’l- kütübi’l- ilmiye, Beyrut 2002.
İbn Asâkîr, Ebu’l-Kasım Ali b. Hasan (ö.571/1176), Târihu Dimeşk, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1998.
İbn Âşûr, Tâhir, et-Tahrîr ve’t-tenvîr mine’t-tefsîr, ed-Dâru’t- Tûnusiyye, Tunus 1984.
İbn Cüzeyy, el-Gırnâtî, Ebü’l-Kasım Muhammed b. Ahmed, el-Kelbî (741/1340), et-Teshîl li ulûmi’t-tenzil, Dâru’l-Erkam, Beyrut 1417 h.
İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman el-Mavsılî (392/1002), el-Hasâis, Hey’etü’l-Mısriyye’l-Âmme, trz.
İbn Düreyd, Ebu Bekir Muhammed b. Hasan el-Ezdî (321/933), Cemheretü’l-Lüğa, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 1987.
İbn Esîr, Mecdüddin (ö.606/1210), en-Nihâye fî ğarîbi’l- hadîs ve’l- eser, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî, trz.
İbn Fâris, Ahmed el-Kazvînî, Mu’cemu mekâyîsu’l-luga, Beyrut 1970.
İbni Hâcib, Ebû Amr, Cemalüddîn b. Osman el-Mısrî el-Mâlikî (646/1248), el- Kâfiye, (Kitâbu’n- nahv), Yasin Yay., İstanbul 2005.
İbn Hişâm, el-Ensârî Cemalüddîn Abdullah b. Yusuf (761/1360), Muğni’l- lebîb, II/ 193, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, tsz.
İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, el-Ensârî (ö.711 h.), Lisanu’l-Arab, Dâru’l-Mısriyye, Beyrut 1414.
İbn Ye‘îş, en-Nahvî, Ebü’l-Bekâ Muvaffaküddîn b. Ali (ö.643 h.), Şerhu’l-mufassal, et-Tıbâatü’l-Münîre, Mısır trz.
el-Kefevî, Ebü’l-Bekâ el-Kırımî, Külliyyât, Müessesetü’r-Risale, Beyrut trz.
el-Meydânî, Abdurrahman Hasan Habenneke, el-Belâğatü’l-Arabiyye, Dâru’l-Kalem, Dimeşk 1996.
el-Muradî, Ebû Muhammed Hasan b. Kâsım (749 /1384), el- Cene’d- dânî fî hurûfi’l- meânî, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1992, s. 20.
el-Münâvî, Muhammed Abdurraûf, et- Tevkîf alâ mühimmâti’t-teârîf, Dârü’l-Fikri’l-Mu‘âsır, Beyrut 1410.
en-Nesefî, Ebü’l-Berekât Abdullah b. Ahmed Hâfizuddin (710/ 1310), Medâriku’t-tenzîl, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut 1998.
en-Nîsâbûrî, Nizâmuddin, Hasan b. Muhammed b. Hüseyin el- Kummî (850/1446), Ğarâibu’l-Kur’ân ve rağâibu’l- Furkân, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiye, Beyrut1416 h.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., İstanbul 2007.
er-Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer (606/1209), Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1420.
es-Sabbân, Ebu İrfan Muhammed b. Ali (1206 h.), Hâşiye ale’l- Eşmûnî, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
es-Se‘âlebî, Ebû Mansûr, Fıkhu’l-lüğa ve sürru’l-Arabiyye, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2002.
es-Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman (ö. 911/1505), el-İtkan fi ulûmil- Kur’ân, el-Hey’tü’l-Mısriyyetü’l-Âmme lil-Küttâb, 1974.
………., Hem‘u’l- hevâmi‘, Mektebetü’t-Tevfîkiyye, Mısır trz.
………., Mû‘terekü’l-akrân fî i‘câzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1988.
es-Semerrâî, Fadıl Salih, Meânî’n-nahv, Mektebet-i Envar-ı Dicle, Kahire 2003.
eş-Şihâb, el- Kuzâ‘î Muhammed b. Selâmet (454/1062), Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1986.
eş-Şüceyrî, Ahmed Ferhân, et-Tazmînu’n- nahvî ve eseruhu fi’l-ma‘nâ, Irak Üniversitesi Dergisi, sy. 202, 2012.
et-Tehânevî, Muhammed Ali (ö.1745), Keşşâfu ıstılâhâti’l- fünûn, Kahraman Yay., İstanbul 1984.
Temizer, Aydın, Arap Dilinde Tazmîn, MÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, sy. 39.
Yüksel, Ahmet, Arap Dilinde Tazmîn, Nüsha Şarkiyât Araştırmaları Dergisi, c. II, sy. 4, Kış 2002.
ez-Za‘belâvî, Salahuddîn, Dirâsât fi’n-nahv, Mevkı‘u ittihadi küttabi’l-Arab, el-mektebetü’ş-şâmile.
ez-Zebîdî, el- Murtazâ, Muhammed b. Muhammed el-Hüseynî (1205/1790), Tâcu’l-arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, Dâru’l- Hidaye, trz.
ez-Zemahşerî, Mahmûd b. Ömer (ö. 528 h), el- Keşşâf an hakâiki ğavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l ekâvîl fî vucûhi’t-te’vîl, Dârü’l- Kütübi’l- Arabî, Beyrut 1407.
______ el-Mufassal fî san‘ati’l-i‘râb, Mektebetü’l-Hilal, Beyrut 1993.
ez-Zerkeşî, Bedreddin Muhammed (794/1392), el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân, Dâru İhyaî’l- Kütübi’l- Arabî, Beyrut 1957.
Zihnî, Mehmed, el-Müntehab ve’l-Muktedab fî kavâidi’s-sarf ve’n-nahv, İstanbul 1981.

-------------------------------------------------------

 Bu çalışma, önemli ölçüde ‘Arap Dili’nde Tazmin ve Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanılışı’ adlı Yüksek Lisans tezimizden istifade edilerek hazırlanmıştır. Tezin içeriğinden farklı olarak konu hakkındaki felsefi tartışmalara girilmemiş, ‘tazmin’ kelimesinin Arap dilinde kazandığı terim anlamlarına ve asıl konumuz olan ‘nahiv ilmindeki tazmin’ konusuna kısaca değinildikten sonra tazmin sanatının Kur’ân-ı Kerîm’deki işlevleri anlatılarak fiillerin mamullerine olan etkilerinde görülen kullanım farklılıklarına dikkat çekilmiştir.
Bkz: Ahmet Yüksel, Arap Dilinde Tazmîn, Nüsha Şarkiyât Araştırmaları Dergisi, Yıl, 2, syı. 4, Kış 2002, s. 133-138; Aydın Temizer, Arap Dilinde Tazmîn, MÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 39 (2010/2), s. 81-96. Biz onlardan farklı olarak bu sanatın Kur’ân-ı Kerîm’deki işlevlerine de dikkat çekmeye çalıştık.
Halil b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, Beyrut, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, 2003, c. III, sy. 26; el-Ezherî, Ebu Mansûr. Muhammed b. Ahmed, Tehzibi’l-lüğa, Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut 2001, (ضمن) maddesi; el- Münâvî, Muhammed Abdurraûf, et- Tevkîf alâ mühimmâti’t-teârîf, Dâru’l-Fikri’l-Mu‘âsır, Beyrut 1410, c. I, s. 181.
Bkz. İbn Hişam, Cemâluddîn, Abdullah b. Yusuf, el-Ensârî, Muğni’l-lebîb, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l- Arabiyye, tsz., c. II, s. 193; Salahuddîn ez-Zâ‘belâvî, Dirâsât fi’n-nahv, Mevkıu İttihadi Küttabi’l-Arab, s. 688; Dr. Fadıl Salih Semerrâî, Meânî’n-nahv, Mektebet-u Envar-ı Dicle, Kahire 2003, c. III, s. 11.
Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, Dâru’l-Hidaye; Mütercim Asım Ef., el-Okyânûsu’l- besît fî tercümeti’l-Kâmûsi’l-muhît, İstanbul 1305 h., III/ 661, ( ضمن ) maddesi.
İbn Düreyd, Cemheretü’l-Lüğa; el-Fîrûzâbâdî, Mecduddin, el- Kâmûsu’l-muhît, (ضمن ) maddesi, Beyrut, 1952; İbni Manzûr, Lisanu’l-Arab, Dâru’l-Mısriyye, XVII/ 126; İbni Faris, Ahmed, Mu’cemu Mekâyîsi’l-lüğa, Beyrut, 1970, III/ 372; Cevherî, İsmail b. Hammad (ö. 393/1003), es-Sıhâh, Dâru’l- ilm li’l- melâyîn, Beyrut, (ضمن ) maddesi.
el-Mu‘cem’l-vasit, Çağrı yayınları, İstanbul 1990, s. 544.
İbn Faris, a.g.e, göst. yer; ez-Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, Beyrut 1965; İbni Manzûr, a.g.e., el-Fîrûzâbâdî, a.g.e., göst. yer.
Halil b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, Beyrut, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, 2003, c. III, s. 26; el-Ezherî, Ebu Mansûr. Muhammed b. Ahmed, Tehzibi’l Lüğa, Dâru ihyai’t- türasi’l- Arabî, Beyrut 2001, (ضمن) maddesi.
Asım Ef., Mütercim, a.g.e, (ضمن) maddesi.
Ali b. Muhammed Cürcânî, , et- Tâ‘rifât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, c. I, s. 211.
Neml, 27/22.
eş-Şihâb, el- Kuzâ‘î (454/1062), Müsned, hadis no: 139; el-Beyhakî (458/1066), Şuabi’l-iman: 8129. Her ikisi de Abdullah b. Ömer’den rivayet etmiştir. Camiu’s- sağîr, hadis no: 9163. el- Kuzâî hadisi hasen bulsa da genelde zayıf kabul edilmiştir. Zira İbn Mübârek Mekhûl’den mürsel olarak rivayet etmiştir. Bkz. Muhammed Abdurraûf el-Münâvî, Feyzü’l-kâdîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut 2006, c. VI, s. 335.
Muhammed Ali et-Tehânevî, Keşşâfu ıstılâhâti’l-fünûn, Kahraman Yay., İstanbul 1984, c. II, s. 858.
Habenneke el-Meydânî, , el-Belâğatu’l-arabiyye, c. II, s. 539.
Bkz: Rayûkî, Abdulhalim, Envâu’t-tazmîn fî ulûmi’l-luğati’l-arabiyye, http://elcheyekh.blogspot.com.tr/2010/09/blog-post_15.html, (erişim tarihi: 15 Eylül 2010).
İbn Hicce el- Hamevî, Şerhu kasîdeti Ka’b b. Züheyr, Mektebetü’l-Meârif, Riyad 1985, s. 54, beyt no: 36.
Mehmet Erdoğan, Büyük Türkçe Sözlük, Birlik Yay., Ankara trz., s. 957.
Bkz. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., İstanbul 2007, s. 443-444.
Şiir ve bedî‘ ilminde tazmîn hakkında daha fazla bilgi için bkz. Dr. Aydın Temizer, Arap Dilinde Tazmîn, MÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, (2010/2), sy. 39 s. 81-96.
İbn Hişam, Muğni’l-lebib, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, trz, c. II, s.193; es-Semerrâî, Fadıl Salih, Meânî’n-nahv, Mektebet-i Envar-ı Dicle, Kahire 2003, c. III, s. 10; Ebû Bekr el-Bâkillânî, İ‘câzü’l- Kur’ân, Müessesetü’l- Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1991, s. 274; Bedreddin Muhammed ez-Zerkeşî, el- Burhan fi ulûmi’l-Kur’ân, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabi, III/ 338; Celaleddin es-Suyûti, el-İtkan fi ulûmi’l-Kur’ân, el- Hey’etü’l- Mısriyyetü’l-Amme lil-Küttab, 1974, c. III, s. 123.
Necm, 53/ 3.
Muhammed Nedîm Fâdıl, et-Tazmînu’n-nahvî, c. II, s. 633.
İnsan,76/ 6.
İnsan,76/ 5.
es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, c. III, s. 123.
Bkz. el-Meydânî, el-Belâğatü’l-arabiyye, c. II, s. 51.
es-Sabbân, Hâşiye ale’l- Eşmûnî, c. II, s. 210; el- Murâdî, s. 46; Muhammed Nedim Fâdıl, a.g.e., c. I, s. 125; Batalyûsî, el-İktidâb fî şerhi edebi’l- küttâb, c. II, s. 262.
Bkz. Endelûsî, el-Bahru’l-muhît, c. I, s. 441; es-Suyûtî, a.g.e, c. III, s. 123; Fâdıl, a.g.e., c. I, s. 68.
el-Muradî, s. 46, Mehmed Zihnî, el- Muktadab, s. 296; İbn Hişâm, Muğni’l-lebîb, c. I, s. 150-151; es-Suyûtî, Hem‘ul-hevâmi, c. II, s. 463.
Ebû Bekr Muhammed el- Eşbilî İbn Arabî, , Ahkâmu’l-Kur’ân, c. I, s. 177, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2003; İbn Hişam, Muğni’l-lebîb, c. II, s. 193; es-Suyûtî, Mû‘terekü’l-akrân fî icâzi’l- Kur’ân, Dâru’l- Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut 1988, s. 398.
Bkz. İbn Cinnî, el- Hasâis, c. II, s. 310.
Bakara, 2/ 187.
İbn Adil, el-Lübâb, c. III, s. 303; İbn Cinnî, el-Hasâis, c. II, s. 310.
ez-Zemahşerî, el-Mufassal fî san‘ati’l-i‘râb, I/ 47; Birgivî, İzhâru’l-esrâr, s. 144.
Bakara, 2/ 274.
Bakara, 2/ 277.
İbn Arafe, Tefsîru İbn Arafe, Tunus 1986, c. II, s. 772.
Bkz: ez-Zerkeşî, a.g.e, c. III, s. 339; es-Suyûtî, a.g.e, c. III, s. 138; el-Batalyûsî, el-İktidâb fî şerhi edebi’l-küttâb, Dâru’l- Kütübi’l-Mısriyye, Kahire 1996, c. II, s. 265.
Bkz. el-Kefevî, el- Külliyyât, I/ 266.
Abbas Hasan, a.g.e, c. II, s. 576; Ahmed Ferhân Şüceyrî, et-Tazmînu’n- nahvî ve eseruhu fi’l-ma‘nâ, s. 197.
ez-Zerkeşî, a.g.e, c. III, s. 343; es-Suyûtî, a.g.e, c. III, s. 309. Konu hakkında fazla bilgi için bkz. Abbas Hasan, a.g.e, c. II, s. 568.
Abbas Hasan, a.g.e, c. II, s. 594; Semerrâî, Meânî’n-nahv, c. III, s. 13-14.
Mutaffifîn, 83/ 3.
Fâdıl, et-Tazmînü’n-nahvi, c. I, s. 185.
Bakara, 2/ 148.
Useymin, Tefsir-i Muhammed Useymin, c. IV, s. 118.
Nisâ, 4/ 83.
Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-mesûn, c. IV, s. 51.
Hûd,11/ 59.
Bakara, 2/ 14.
İbn Cezâ, et-Teshîl li ulûmi’t-tenzil, c. I, s. 15.
İsrâ, 17/ 47.
Fâdıl, et-Tazmînü’n-nahvî, s. 187.
Meryem, 19/ 65.
Tâ-Hâ, 20/ 132.
Semin el-Halebî, ed-Dürrü’l-mesûn, c. VII, s. 616.
Hac, 22/ 37.
Zemahşerî, el-Keşşâf, c. III, s. 160.
Duhân, 44/ 53.
İsbehânî, el-Müfredât, s. 317.
Mümtehine, 60/ 10.
Rûm, 30/ 7.
Âl-i İmrân, 3/ 118.
Zemahşerî, el-Keşşâf, c. I, s. 307.
Âl-i İmran,3/ 115.
İbn Adil, el-Lübab fi ulûmi’l-Kitab, c. V, s. 482.
Semîn el-Halebî, a.g.e., c. III, s. 358.
Ahkâf, 46/15.
İbn Sîde, İrabu’l-Kur’ân, c. VIII, s. 50.
İbn Sîde, a.g.e. göst. yer.
A’râf, 7/74.
İbn Sîde, a.g.e., c. V, s. 63.
Mâide, 5/ 3.
en-Nîsâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân ve rağâibu’l-Furkân, II/ 547; el-Âlûsî, Ruhu’l-meânî, c. VI, s. 61.
el-Alûsî, a.g.e. göst. yer.
en-Nîsâbûrî, a.g.e. göst.yer; el-Âlûsî, a.g.e. göst. yer.
Kamer, 54/ 12.
İbn Adil , el- Lübâb fi ulûmi’l-Kitâb, c. V, s. 247.
Nahl, 16/ 75.
Razi, Şerhu’l- kâfiye, c. IV, s. 173.
İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, c. XXIII, s. 12.
Zebîdî, Tâcu’l –arûs, c. I/, s. 686.
Fussilet, 41/ 12.
Bakara, 2/ 200.
İ‘râbu’l-Kur’ân, c. VII, s. 318.
Mü’minûn, 23/ 53.
el-Âlûsî, Ruhu’l-me‘ânî., c. IX, s. 242.
Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-mesûn, c. IV, s. 523.
Bakara, 2/ 143.
Nahl, 16/ 72.
Ahzâb, 33/ 4.
Fatiha, 1/ 6.
Şûrâ, 42/ 52.
İsrâ, 17/ 9.
Yûsuf, 12/ 76.
İsrâ, 17/ 79.
Yûnus, 10/ 74.
Zemahşerî, el-Keşşâf, c. II, s. 687; ez-Zerkeşî, el-Burhân fi ulûmi’l- Kur’ân, c. III, s. 341.
Süleyman Cemel, Haşiye ala’l- Celaleyn.
Fâdıl, et-Tazmînu’n-nahvî, c. I, s. 67.
Neml, 27/ 78.
Kasas, 28/ 15.
Ahzâb, 33/ 37.
Tâ-Hâ, 20/ 114.
Fâdıl, a.g.e., c. I, s. 39.
Nahl,16/ 1.
En’âm, 6/ 47.
Haşr, 59/ 2.
Bakara, 2/ 223.
Nahl, 16/ 26.
Ankebût, 29/ 28.
Fâdıl, a.g.e, c. I, s. 38.
Kehf,18/ 66.
Yâsîn, 36/ 21.
Nisâ, 4/ 115.
Nahl, 16/ 123.
Bakara, 2/ 102.
Nisâ, 4/ 83.