Makale

ÂYİNE / Kalbin Nuru Tefekkür

ÂYİNE

Kalbin Nuru Tefekkür

Dr. Lamia LEVENT ABUL
Diyanet İşleri Uzmanı

EY SALİK, kalbin ve aklın ışığı olan tefekkür, sana marifet meyvesini sunacak olan yegâne yoldur. O ışıktan mahrumiyet de karanlıklara mecbur ve mahkûm ettirir. Ancak sermayen varsa tefekküre ehil olur, tefekkür kandilini yakabilirsin. Bil ki, kalbi tefekkürden mahrum bırakmak; nefsi ihmal etmek ve ömrü beyhude geçirmektir der İbn Furek.
Hak Telala seni yaratırken akıl ve kalple mücehhez kıldı ki O’nu ve yarattıklarını tefekküre yol bulabilesin. Hep akıl öncelenir söz konusu düşünmek, tefekkür etmek olunca. Ancak akıl düşünmek için gerekli delilleri alır ve kalp süzgecinden geçirir ki, Kur’an’ın ifadesiyle “ulü’l-elbap” yani gerçek akıl sahipleri kalpleriyle akleden ve tefekkür eden kimselerdir. “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar ama ibret almadılar) Çünkü gerçek şu ki gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur.” (Hac, 22/46.) buyuran Yüce Allah, düşünüp, akledenin kalp olduğunu ve hakikate gözlerini kapatanların, çevrelerine ibret nazarıyla bakmayanların, kalplerinin düşünme ve akletme melekesini kaybedeceğini haber verir kullarına. Ve gerçek körlüğün ise kalp körlüğü yani düşünmeme, tefekkür etmeme olduğunu bildirir. Ne büyük gaflet, ne vahim bir akıbet! Rabbin sadece insana bahşettiği akleden kalbe sahip olup da hakikate bu kadar uzak olmak!
Tefekkür için Rabbin yardımı ile beraber ilim de gerektir. Yüce Allah kâinatı ve içerisindeki her şeyi sünnetullah dediğimiz belli kanunlar ve kaideler çerçevesinde yaratmıştır. Ey salik işte senin bu muhteşem düzeni idrak edip düşünmen için çok çalışman, okuman ve araştırman elzemdir. Kâinatı vücuda getiren sünnetullahın nasıl işlediğini ancak ilimle bilebilirsin. Allah’ın hikmetli işlerini ve harikulade sanatını keşf ettikçe sufilerin neden “Allah’ım hayretimi artır!” dediklerini anlar ve her bir eserine hayranlıkla bakarsın. İlim tefekkürü, tefekkür ilmi artırır. İmam Gazali, bütün hayırların anahtarı olarak tarif ettiği tefekkürün ilim ve marifeti doğurduğunu ve bunun artarak ölüme kadar devam ettiğini söyler. Tefekkürle çoğalan ilim insanın kalbine, hallerine ve amellerine tesir eder ki, bu tefekkür insanı çirkinliklerden güzelliklere, harislikten kanaate, dünyaya rağbetten zahitliğe sevk eder ve takva kazandırır. Bu sebeple âlimler tefekkürü zikirden üstün görmüşlerdir. Ama Hz. Peygamber onu ibadetten bile üstün tutmuştur: “Bir saat tefekkür bir senelik ibadetten daha üstündür.” (Suyuti, Camiu’s-Sağir, II/127.)
Öyleyse hem gözünü hem kalbini hem de kulağını aç ve kâinata ibret nazarıyla bak! Her doğan gün gerçekleşen mucizelere şahit olmak için önce Rabbini zikret ve O’na yalvar kalbini hakikate açması için. Zira ancak O’nun yardımı ve inayetiyle görebilirsin tefekkür ayetlerini: “Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmran, 3/191.) İşte önüne serili koca bir kitap okunmayı ve üzerinde tefekkür edilmeyi bekliyor! Tıpkı kâinat gibi sen de boş yere yaratılmadın, her şeyin bir anlamı ve gayesi var. Unutma, ancak o anlamın peşine düşersen hayatını anlamlı kılarsın. O anlama ulaşmak için yola çık, sorgula, araştır ve düşün! Üzerinde yaşadığımız yer, üstümüzü örten gök kubbe ve ikisi arasında yaratılan her şey üzerinde düşünülmeye değer değil mi! Elbette bir gün sana marifet meyvesini sunacaktır Yüce Yaratıcı, yeter ki sen sabırla ve sebatla sürdür tefekkür yolculuğunu.
Yüce Allah’ın her dem yenilenen ve cevelan eden eşsiz sanatını göremeden geçip giden nasipsizler ve gafiller de az değildir bunu da unutma salik! Ne buyuruyor Hak Teala: “Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüz çevirerek geçerler.” (Yusuf, 12/105.) Evet, Rabbimizin adeta önümüze bir kitap gibi açtığı muhteşem bir dünyada yaşamak ve ondaki Rabbani işaretleri göremeyenleri Hz. Mevlana ne güzel tasvir ediyor. Merkebin biri Bağdat’ı ziyaret eder ve şehri bir baştan öbür başa dolaşır. Ancak gözü sadece kavun ve karpuz kabuklarını görür. Hâlbuki medeniyet merkezi olan Bağdat muhteşem güzellikte bir şehirdir. Hele şehrin içinden akan Dicle nehri tarifsiz bir güzelliğe sahiptir. Merkebin bu ihtişamlı şehirde gördükleri ise nefsinin istekleridir. Zira “Öküzler ve merkepler ya yola dökülüp saçılan samanlara, ya ayakaltındaki çayır ve çimenlere ya da bir kenara atılmış karpuz ve kavun kabuklarına düşkündür! Baştan aşağı göz kesilseler de kâinattaki ilahî sanatın ihtişamını göremezler…”