Makale

eş-Şekûr: Bizim Azımıza Kendi Çokluğuyla Karşılık Veren

EN GÜZEL İSİMLER

eş-Şekûr: Bizim Azımıza Kendi Çokluğuyla Karşılık Veren

Fatma BAYRAM

SÖZLÜKLERİN dediğine göre şükrün asıl anlamı “sergilemek ve göstermek”tir. Bu nedenle az bakıma çok süt veren dişi deveye de “nâka şâkira” denmiş. Şükrün zıddı ise “örtmek” anlamındaki “küfür”dür. Kendisine gösterilen azıcık ilgiye çok çok karşılık veren “şekûr” olurken; üzerine yağdırılan nimet ve iyilikleri hep yetersiz bulup yok sayana da “kefûr” denir.

Şekûr Allah’a nispet edildiğinde “az da olsa kulun iyi amellerine fazlasıyla karşılık veren” anlamına gelir. (Tegabun, 64/17.) Gazali’nin ifadesiyle Rabbimiz Şekûr olduğundan şükredilen şeyi kat kat artırır ve bu dünyada sayılı günlerde yaptığımız amellere karşılık ahiret âleminde sonsuz nimetler lütfeder. O sebeple cennet ehli cennete yerleştiğinde Allah’ı iki ismiyle överler: Günahlarını örttüğü için “Gafûr” ve az iyiliklerine çok karşılık vererek onları cennete yerleştirdiği için “Şekûr.” (Fatır, 35/34.)

Burada kısaca hamdle şükür arasındaki farka da değinmek icap eder. Hamt, bir iyilik karşılığı olmaksızın methedileni sahip olduğu niteliklerle övmektir. Şükür ise yaptığı bir iyiliğe karşılık iyilik sahibini övmektir. Yani şükürde öne çıkan nimet iken hamdde öne çıkan nimetlerin sahibi olanın zatıdır. Allah’a nimetinden dolayı şükredilir, zatından dolayı hamdedilir. Şükrün zıddı küfür/nankörlük, hamdin zıddı zemm/yergidir.

Kur’an’dan anlıyoruz ki kendisini “Şekûr” diye isimlendiren Yüce Allah kulların ibadet ve iyiliklerine ‘görevlerini yapıyorlar’ diye bakmaz; bunları yeni bir lütuf vesilesi sayar ve şanına yakışır şekilde kat kat karşılık verir. (Fatır, 35/30.)

Kur’an-ı Kerim’de dört yerde gelen “Şekûr” ismi bunların üçünde Gafûr ismiyle birliktedir. (Fatır, 35/30, 34; Şura, 42/23.) Şekûr’daki lütufkârlıkla Gafûr’daki bağışlayıcılığın bir arada gelişi, Allah katında hatalarımızın itibarımızı tamamen kaybettirmeyeceğini müjdeleyerek her zaman yeni başlangıçlar için cesaret verir.

Şekûr isminin cezalandırmada acele etmemeyi ifade eden “Halîm” isminden önce geldiği Tegabün suresi 17. ayette de iyiliğe şans tanımayı bir kez daha öğreniriz. Bu şekilde esma-i hüsnanın her biri içeriğine ilaveten Kur’an’da geliş şekilleri de biz kulların ahlakına rehberlik eder.

Şekûr tecelli ederse

Şekûr isminin en büyük tecellisi şükreden bir kul olabilmektir. Nimetlerin nimet olduğunu görebilmek ve onlara şükürle karşılık verebilmek başlı başına bir nimettir. Bu hâl insan ruhunun aradığı tatmin duygusunun tek gerçek yoludur ve herkese nasip olmaz. Bakışını böyle ayarlayan insan bunca kusuruna rağmen mazhar olduğu lütuflar karşısında nasıl şükredeceğini bilemez. İşte bu nokta şükrün en son mertebesi olan hakkıyla şükürden aciz olunduğunun idrakidir. Bu mertebeye ulaşan kulu hiçbir yoksunluk yıkamaz. Şükür bizatihi nimet olduğundan bu merhaleye ulaşan en büyük iyiliği kendine yapmış olur. (Lokman, 31/12-14.)

Nasıl Allah insanların az bir ameline çok büyük karşılıklar veriyorsa Şekûr’un tecelli ettiği kullar da gördükleri küçük iyilikleri bile büyük minnet duyguları ile karşılar ve ziyadesiyle mukabele etmeye çalışırlar. Burada dikkat edilecek husus izzet ve vakar sahibi olamamış birinin sürekli teşekkür ve minnet duyguları içinde olmasının istismarlara yol açabileceğidir. Zira esmanın tecellisi tevhide ulaşan bir bütünlük içinde olduğu zaman kemal ifade eder. Bu kemale ulaşmış insanlardaki şükür duygusu insan ruhundaki ölçülerin doğruluğuna delildir.

Şekûr ismi aynı zamanda ister bize yapılmış, isterse de bizim yapacağımız olsun hiçbir iyiliği küçük görmemek gerektiğini öğretir. Efendimizin bazı hadislerinde basit görülebilecek küçük iyiliklerin azaptan kurtulma ve cennete girme vesilesi olarak anlatılması Şekûr olan Allah’ın iyiliklerin miktarına değil, niteliğine baktığını gösterir. Bu da az çok demeden her vesileyle iyiliğe odaklanmamız için bizi teşvik eder.

Bu isim nimetin farkında olma ve bunu izhar edip nimet vereni övme anlamını içerdiğinden bu ismin gereği ile ahlaklanan kişiler etraflarında görevlerini hakkıyla yerine getiren kişileri takdir etmekten çekinmez; “översek şımarır” diye düşünmez; başarıyı taltif ederek insan doğasında var olan fark edilip takdir edilme ihtiyacını karşılayarak motivasyonu en üst noktaya çıkarmış olurlar.

Şükran ve küfran yolunu tutanların alametleri

İnsanların nimet tanımları önemsedikleri şeylere göre değişir. Çoğu insan şükran duyabilmek için öyle olmayacak şartlar koşar ki kendisini ancak bu coşkudan ömür boyu mahrum eder. Bu açıdan eşyanın hakikatini bize öğreten kitabımızda nelerin “nimet” olarak zikredildiğine dikkat etmek gerekir. Şöylesine bir incelemede bile Allah katında nimet olarak sayılan şeylerin sadece ayrıcalıklı küçük bir kesimin ulaşabildiği şeyler değil; fakir-zengin; güçlü-zayıf; kadın-erkek; siyah-beyaz herkesin ulaşabildiği şeyler olduğunu görürüz: Yağmurun yağması, gece ile gündüzün düzeni, topraktan bitkilerin çıkması, Allah’ın peygamberler göndermesi vs. gibi.

Maddi olsun manevi olsun aslolan nimete odaklanmaktır. Öyle olduğu için şükran yolunu tutanlar sürekli Rablerinden gelen ihsanları anarlar. (Duha, 93/11.) Dillerinden şikâyet duyulmaz. Bir nimetin şükrünün de o nimeti paylaşmakla olacağını bilirler. Bunu yaptıklarında da bir lütufta bulunur gibi değil, bir vazife gibi ifa ederler (İnsan 76/8-9). Kendisine ikram edilen kişiye gelince o da nimetlerin asıl sahibini tanıdığından hediyeyi getiren uşaklara değil, gönderen efendiye bakar. Öyle olunca da vasıtaya duyulan minnet, nimeti asıl göndereni unutturmaz.

Şu âlemde insan gönlünü minnettarlıkla dolduracak her ne var ise onu görecek göz, hissedecek kalp, söyleyecek dil, paylaşacak yürekten bizi mahrum edip de dar gönüllülükle cezalandırma Rabbim! Nankör ve bencil insanların içlerini kemiren doyumsuzluktan sen bizi muhafaza buyur Ya Şekûr!