Makale

Özlenen Ensar Muhacir Kardeşliği ve GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARI

DİN VE HAYAT

Özlenen Ensar Muhacir Kardeşliği ve GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARI

Nuriye YILDIRIM SARISAMAN

Sarıyer Valide Adle Kuran Kursu Öğreticisi

RASUL-İ Ekrem Efendimiz, asr-ı saadette Mekke’de dinleri uğruna zulüm görerek bir umut, bir nefes ve bir kurtuluş ışığı bekleyen muhacirlerle, cansiperane kendilerine hicret eden bu kardeşlerine ilahî bir aşkla varlık eli uzatan ve bu yüzden kendilerini vârisleri ilan eden Medine’nin gönül erleri ensar arasında çağları aşan bir kardeşlik destanı oluşturmuştur. Rabbimiz, yeryüzünde benzerinin asla yaşanmadığı bu ensar ve muhacir kardeşliğini Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade etmektedir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9.) İçinde birçok hikmet ve sırlar barındıran, vahyin huzurunu yansıtan bu kardeşlik, insan nefsinin hükümranlığına son vererek kardeşler arasında uhuvvetkârane bir muhabbet ve dünyaya bedel cennet-i canan sevgi oluşturmuştur. Peygamber Efendimizden bizlere kalan bu güzel miras, özellikle günümüzde en çok ihtiyaç hissettiğimiz konudur.

Ensar ve muhacir kardeşliğini terk etmek, aklın anlamakta aciz ve güçsüz kalacağı bir iştir. Vahiy penceresinden bakmadan, nebevî düsturları izlemeden, iman ve vahdet hakikatleri ile yoğrulmadan ruhumuzun bir varlık hazinesi şekline bürünerek bu nübüvvetkârane hikmete şahitlik etmesi mümkün değildir. İman, varlığımızı bulmamızı ve bizi kendimize getirmemizi sağlayan yegâne yoldur. Bizler iman ederek varlığımızı asıl varlık sahibi Rabbimize teslim eder ve o nur etrafında kenetleniriz. İmanın verdiği haz ve zevk hiçbir varlığın dercan edemeyeceği bir iştir. Ensar ve muhacir kardeşliğini tam manasıyla anlamak ve nebevi sırra mazhar olmak ancak imani bir tekâmül ve nazar ile mümkündür. Unutmamalıyız ki en büyük muhacir Rasulüllah’tır, yine en büyük ensar da odur. Cehalet karanlığından hicret eden ensar, ona muhacir olmuştur.

İnsanlık izzeti ve onurunun hiçe sayılıp cehalet bataklığında çırpındığı bir zamanda Peygamber Efendimiz, kurmuş olduğu bu eşsiz kardeşlik sayesinde insan nefsinin hakimiyetine son vermiş ve çok kısa bir sürede insanlık tarihinin başaramayacağı kardeşlik destanına imza atarak bir medeniyet inşa etmiştir. Nefsi dizginlemenin yolu kardeşlik hislerinin coşkun şekilde hâsıl olmasıdır. Bizler cihanşümul bir dinin temsilcileriyiz ve asla kendimizi düşünerek şahsî ve dinî yükümlülüklerimizi eda edemeyiz. Bizler kardeşlerimiz rahat ve huzur içersinde oldukça ancak bilfiil sırrı saadete mazhar oluruz. Benlik rüzgârlarının kasıp kavurduğu günümüz dünyasında en çok ihtiyaç duyduğumuz gıda da bu kardeşlik sırrında saklıdır. Rabbimiz bize bu yüzden kardeş olduğumuz gerçeğini hatırlatıyor (Hucurat, 49/10.) ve Peygamber Efendimiz de “Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz.” (Buhari, Edeb, 57, 58.) buyurarak ısrarla bu hususa işaret ediyor.

Kardeşliklerin dünya malıyla ölçüldüğü ve nefsimizin bizi bizden aldığı bu şiddetli dönemlerde asr-ı saadetten kopup gelen Peygamberî bir esintiye öylesine muhtacız ki nefsanilik ateşinin kavurduğu yüreklerimize dökülen bir damlacık su olsun, serinletsin bizleri ve imanı hatırlatsın yeniden. O esinti ki bizi bizden almalı, bizi bize sormalı, bizden bizi çıkarmalı, bizi bize katmalı.

Kafamızı kaldırıp nereye baksak bir acı, bir dert, bir sıkıntı. İslam coğrafyası kanla yoğrulmuş, cehalet ve nifak karanlığına hapsedilmiş ve bizi birbirimize kırdırmışlardır. Kardeşlerimiz, yine kardeşlerinden uzanacak bir el bekliyorlar. Öyle bir el ki onları alsın ve iman güzelliği ile yoğurarak aydınlık ve huzur dolu bir geleceğe taşısın. Onlar nereye gideceğini, ne yapacağını bilemiyorlar. Onları bu çile, meşakkat ve mihnetlerden kurtaracak olan o gözlerindeki ümit dolu ışık bizleriz. Rabbimiz bize ilahî bir misyon yüklemiştir ve bundan kaçamayız. Tarihten gelen sorumluluğumuz da bize mecburî bir ilahî kader çizmiştir. Onlara muhacir olmak düşmüştür, bizler de ensar olarak onların ellerinden tutup yere düşmelerine izin veremeyiz. Dünyaperest nefsimizin bitmek tükenmek bilmeyen istekleriyle uğraşıp onları kendi hallerine terk edemeyiz. Eğer gerçek müminler isek Rabbimizin hitabına kulak vermeliyiz: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” (Enfal, 8/74.)

Allah (c.c.) hicret edenleri, cihat edenleri ve barındıranları gerçek müminler olarak nitelemiştir. Hicret sadece fiziki vücudun değil Allah’a ulaşma açısından ruhun da hicretini ifade eder. Tabiiyetle kalplerine iman yazılacağı için imanları artmıştır. Hicret, kardeşlik özleminin iman ile yakıp kavurduğu ruhun maşukuna olan ilahî bir vuslatıdır. Öyle bir vuslat ki bizi Allah (c.c.) ve Rasulüne rücu ettirir.

Kardeşlik beraberinde kesret, feyiz ve bereket getirir. Hicretten sonra Rasulüllah, ensar ve muhaciri kardeş ilan edince ensar sahip olduklarını muhacirle paylaşmıştı. Bu maddi anlamda onların zararına gibi görünse de zamanla anlaşılmıştır ki her iki tarafa da bolluk ve bereket hâsıl olmuştur. Müminler olarak şuna inanırız ki sahip olduklarımız bize hesabımızı çoğaltan bir gaile ve yüktür. Ancak verdiklerimizle kurtuluşa kapı aralarız. Bizim inancımızda matematik tersten işler. Bizler biriktirdikçe değil, verdikçe kazandığımıza ve ahirete yatırım yaptığımıza inanırız. Verdiğimiz bizimdir, tuttuğumuz ise elimizde kor ateş gibi bizden hesap soracağı zamanı beklemektedir. Kardeşlik bize vermeyi gerektirir, kardeşimize bakmayı, sorunlarıyla ilgilenmeyi lüzumlu kılar. Onların dertleriyle hemdert olmayı, acılarıyla bütünleşmeyi terettüp eder. Rasul-i zişan Efendimiz bu hakikati bir hadis-i şerifte şu şekilde dile getirmiştir: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.)

Bizler ümmet bilinci ile hareket etmeli ve İslam coğrafyasında özlenen ensar ve muhacir kardeşliğini yeniden tesis etmeliyiz. Bu noktada hepimize çok iş düşmektedir. Bu nebevi misyonun bizlere yüklediği şanlı görevi üzerimize alarak Rasulüllah’a layık bir ümmet olduğumuzu göstermeliyiz. Rasulüllah’ın Huneyn’in en zor yerinde Hz. Abbas’ın diliyle yaptığı “Ey ensar topluluğu neredesiniz!” çağrısı bugün bize hitap ediyor. Huneyn’den kopup gelen o ulvi sese eşlik edelim: “Buradayız ey Allah’ın Rasulü, bize emanet ettiğin muhacir kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağız. Kendi nefislerimiz için istediklerimizi onlar için de istiyoruz.” şeklinde cevap verelim ve kalbî bir imanla Hz. Sa’d’in diliyle “Allah ve Rasulü bize yeter, biz başka şey istemiyoruz.” diyelim. Rasulüllah bugün gelse ve bizi görse şunu demeli: “Sizler asr-ı saadetin ensar kardeşleri gibisiniz. Onlar bugün yaşasa sizler olurdunuz, sizler o zaman yaşasanız da onlar gibi olurdunuz.” Cenab-ı Hak bizlere bu şuuru ihsan eylesin. Haydi kardeşlerim, özlenen ensar ve muhacir kardeşlik projesine öncülük etme zamanı. Vakit, İslam kardeşliğini diriltme ve yüceltme vakti. Günümüzün tefrika ve ihtilaflarından ancak bu şekilde kurtulabiliriz. Yunus Emre’nin diliyle, “Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz…”