Makale

Artık sen öğüt ver. Sen ancak bir öğüt vericisin...

Artık sen öğüt ver.
Sen ancak bir öğüt vericisin...
Abdulcelil Alpkıray
Yozgat/Yenifakılı Müftüsü


Tarih boyunca binlerce kişinin namazına şahit olan ve hâlen dimdik ayakta olan 760 yıllık tarihî cami, bugün vakit namazlarında sadece üç-dört kişinin secdesine, namazına şahitlik yapıyor. Eskiden cıvıl cıvıl olan çevresi bugün viran olmuş durumda. İlçenin tek camisi ve avluda üç kişi; caminin imam-hatibi, ilçe müftüsü ve ilçe halkından Muharrem amca. “Vakit namazlarında hep böyle midir?” diye soruyorum. “Vakitlerde 4-5 kişi bazen, cuma namazlarında ise 40-50 kişi oluyor” diyor cami görevlisi.

94 yaşında olan asırlık çınar Muharrem amca titrek sesiyle anlatmaya başlıyor: “Bu cami çok çilekeş bir cami. Bu gördüğün daha bir şey değil. Caminin kapandığı günler oldu. Ezanın Türkçe okunduğu dönemde 6-7 yıl Toprak Mahsulleri Ofisi’nin deposu olarak kullanıldı. Ezanın Arapça olarak okunmasıyla beraber cami de tekrar açıldı. Buralar bayram yeri oldu. Cuma günleri tıklım tıklım dolmaya başladı. Bazen içerisi yetmez, cemaat dışarıya bile taşardı. Tüm bunlar çok eski değil, 30 yıl öncesine kadardı. Ama şimdi, gördüğün gibi kimse yok.” dedi mahzun gözlerle. “Neden şimdi kimse yok, n’oldu ki?” dedim. Gözlerini ufka dikti, derin bir ahh çekerek; “Hicret ettiler buralardan, göçtüler.” dedi. “Sebep!” dedim. Gözleri dolmuştu, eski günleri hatırlattım herhâlde ki, titrek bir sesle “Terör hocam, terör.” dedi. Devam etti; “Camiye geliyorum diye bana da çok baskı yaptılar. Gitmeyeceksin dediler, ne işin var camide dediler. Üstüme yürüdüler, dayanamadım ve “tamam gitmeyeceğim” dedim. “Ancak sizler de öldüğünüz zaman cenaze namazı için hocayı çağırmayacağınıza, cenaze namazınızı kıldırmayacağınıza dair bana söz verin, ben de camiye gitmeyeyim.” deyince duraksadılar ve seslerini çıkarmadılar. O günden beri bana karışmadılar.”

Halk terör, baskı ve cehalet kıskacında ne yapacağını şaşırmış bir hâlde. Bu baskı sadece manevi olmayıp fiziki dahi olabiliyor. Yaz kursuna evladını gönderen bir kişiye kahve arkadaşları, “Hayırdır, çocuğunu camiye göndermeye başlamışsın. Aslını inkâr mı ediyorsun, değişmeye mi başladın?” deyince, ertesi gün çocuğunu camiden aldı ve bir daha da göndermedi. Çocuğun annesi ise bize şöyle şikâyetleniyor: “Adamın akşam sarhoş bir hâlde gelip beni dövmesi güzel bir şey oluyor da, benim çocuğu camiye göndermem kötü oluyor.” Bir başka anne iki evladını getirip, “Bunları size teslim ediyorum, sizin yanınızda olsunlar, sizin gibi olsunlar da babalarına benzemesinler.” diyor.

Bir yandan çevreyi tanımaya çalışırken bir yandan da neler yapılabilir, bu insanlara nasıl bir hizmet götürülebilir diye düşünürken yaşadığım bir olay bana şunu öğretti; Sen arı gibi her çiçeğin yanına git ve çalış, ama balı verecek olan Cenab-ı Allah’tır.
Bir ikindi namazı vakti camideyiz. Her zamanki gibi üç kişiyiz. Biz farz namazı kılarken sonradan cemaate bir kişi daha dâhil oldu. Namazı kıldıktan sonra cami avlusundaki söğüt ağacının altında bu yabancı kişiye, “Allah kabul etsin, nerden gelip nereye gidiyorsun?” diye sordum. Cemaatimizin sayısı belli olduğu için gelen dördüncü kişi muhtemelen yolcudur diye düşünerek bu soruyu sordum. Ancak yabancı, “Ben buralıyım.” dedi. Şaşkın bakışlarla, biraz da sormaya çekinerek bakmaya başladım. Muhatabım sustuğumu görünce ve bakışlarımdan da anladı ki; “Hele bir otur, anlatayım sana hikâyemi.” dedi.

“Ben aslen buralıyım. Ancak şu an gurbette yaşıyorum. Ben burada yaşarken defineci idim. Bu bölgede girmediğim mağara, kazmadığım tarihi yer, adım atmadık dağ, tepe bırakmadım. Gece gündüz define arardım. Ama bir türlü bir şey bulamadım. Bir gece bir rüya gördüm. Rüyamda yine şu dağların başında define arıyorum. Elimde kazma kürek toprağı kazıyorum. Kan ter içinde kazarken bir el omzuma dokundu. Dönüp baktım pir-i fani bir zat. Bembeyaz elbiseli, bembeyaz sakalı ile “Evladım ne arıyorsun?” dedi. Şaşkın bir hâlde, “Define arıyorum efendim.” dedim. Başını sallayarak, “burada define yok evladım, eğer define arıyorsan şu köyü görüyor musun?” diyerek eliyle güney tarafını işaret etti. “Evet, görüyorum.” dedim. “İşte aradığın define orada.” dedi. Bir elimdeki kazma küreğe baktım, bir de tarif ettiği uzaktaki köye. Aklımda kaldığı kadarıyla uzaktaki köyde dikkatimi çeken tek şey, köyde bir caminin minaresi idi. Köy bana uzak bir yer gibi geldi. Dönüp, “Orası çok uzak, yakınlarda bulabileceğim bir yer yok mu?” diye sordum. Durdu ve parmağı ile hemen dağın eteğindeki ilçemizin camisi olan tarihi Elti Hatun Camii’ni gösterdi. “Yakında bir yer arıyorsan, buraya git.” dedi ve kayboldu.

Kan ter içinde uyandım. Şaşkındım, yıllardır define arıyordum ve define yeri bana rüyada söylenmişti. Kalktım yüzümü yıkadım, biraz kendimi toparlamaya ve rüyayı anlamaya çalıştım. O sırada camiden yükselen yanık sesli ezanı duydum. Sabah ezanı okunuyordu. Hemen üstümü giyip camiye koştum. Hoca’dan abdest almayı öğrenip abdest aldım. Ve ilk namazımı kıldım. İlk defa başım secdeye değiyordu. Nasıl bir ruh hâli idi ki, sanki uçuyordum. Hafiflemiştim, sanki hazineyi değil de kendimi bulmuştum. Yeniden doğdum o gün. İşte aradığım defineyi bulmuştum. Gördüğüm rüyayı aynı gün yaşamıştım. O gün bugündür namazımı kılarım.”

Doğrusu söylenecek bir söz yoktu. Sözün bittiği yerdi. Acaba neler yapabilirim diye düşünürken Allah (c.c.) karşıma bir hidayet örneği çıkarmıştı. Hidayeti veren Cenab-ı Allah’tır. Gayriihtiyari ağzımdan “Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin” (Ğaşiye, 88/21.) ayeti döküldü.