Makale

Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu ile "Emeğin Değeri" üzerine söyleşi

SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu ile
"Emeğin Değeri" üzerine söyleşi
Mutlu Doğan

Emek kavramının çerçevesini çizebilir misiniz? Bir eylem, ekonomik anlamda emeğe nasıl dönüşür?

İktisatta değer teorisi bir eylemin ekonomik anlamda nasıl emeğe dönüştüğü ve değeri üzerinde durur. Bir malın veya hizmetin değerli olmasını sağlayan şey nadir olmasıdır, şeklinde yaygın bir kanaat olsa da, bir malın veya hizmetin değerli olmasını sağlayan aslında emektir. Bir malı veya hizmeti üretiyorsunuz, üzerine emek sarf ediyorsunuz, ürettiğiniz bu emek de o hizmetin veya malın değerini belirliyor. İslam dini amel ve sa’y kavramlarıyla emeği teşvik eder. Kur’an-ı Kerim’de; “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39.) ayetinde bu durumu açıkça görebiliyoruz. Bu ayet hem ahiret hayatında hem de dünya hayatında insanın ancak elinin emeğinin karşılığını alabileceğini ifade etmektedir. İktisadi bir değer kaynağı olarak emeğin İslam’ın esası olduğunu görüyoruz.

Ortaya çıkan her fiili emek olarak değerlendiremeyiz. Bir fiilin emek olarak değerlendirilebilmesi için o fiilin bir mal veya hizmet olarak ortaya çıkmış olması gerekmektedir. İşte burada emek daha da ekonomik bir anlam kazanıyor.

Emeğin hayatımızdaki yeri ve öneminden bahsedebilir misiniz?
Günümüzde emek kavramı adeta işçilerle özdeşleşmiş durumdadır. İslam’da işçi kavramı günümüzdeki gibi belli bir zümreye ait olmamakta, emek sarf eden herkes işçi olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede hayatımızın içerisinde var olan ve bizler için vazgeçilmez olan emekleri gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Örneğin bir annenin evladı üzerindeki emeği kutsaldır. Bir öğretmenin öğrencisi üzerindeki emeğinin karşılığı asla ödenemez. Çağımızda bir fikir adamının, bir bilim adamının emeği en değerli emeklerden birisi hâline gelmiştir artık. Emeği burada bedenî emek ve fikrî emek şeklinde ikiye ayırabiliriz. Beyin göçü dediğimiz hadise de bir fikir adamının, bir bilim adamının düşünce emeğinin bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. İnsan, toplulukları üreten bir mekanizmadır. Dolayısıyla hepsi bir iş bölümü mantığı içerisinde çeşitli meslekler icra ederler. Emek sarf eden, değer üreten ve meslek sahibi olan bütün insanları emekçi olarak nitelendirebiliriz. Bu noktada İslam dininin emeğe bakış açısı gerçekten ufkumuzu açıyor. İslam dini toplumun ihtiyaçlarını karşılayan ve devamını sağlayan mesleklerin icra edilmesini gerekli görür. Bir toplumda işçinin, memurun, doktorun ve fizikçinin bulunması gereklidir, hatta daha da ileri gidecek olursak farz-ı kifayedir. Mesela bir toplumda bir tane dahi olsa fizikçi yoksa İslam dini bu durumdan bütün toplumu sorumlu tutar.
Emeğin ve üretimin toplumun iktisadi ve sosyolojik geleceği üzerindeki etkilerinden bahsedebilir misiniz?

Bir toplumun varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için emeğe dayanan bir ekonomiye sahip olması ve sürekli üretim hâlinde olması gerekir. Üretim ahlakına sahip olmayan bir toplumun bireyleri ihtiyaçlarını karşılayabilmek için faiz, kumar, hırsızlık gibi emeğe dayanmayan haksız kazanç elde etme yoluna tevessül edeceklerdir. Kolay para kazanma peşinde olan bu insanlar tıpkı bir vücudun içerisindeki habis ur gibi yaşadıkları toplumu ahlaki ve ekonomik anlamda içten içe kemireceklerdir. Ekonomisi emeğe dayanmayan bir ülkenin tam anlamıyla bağımsızlığından söz edilemez. Çünkü üretim ahlakına sahip olmayan ve sadece tüketim anlayışı kazanmış ülkeler ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başka ülkelerin ürettiklerini satın alma yoluna gideceklerdir. Satın aldıkları ürünlerin karşılığında üretim yapmadıkları için borçlanma yolunu tercih edeceklerdir. Cari açığı kapatmak için borçlanma yolunu tercih eden bu ülkeler önce ekonomilerini daha sonra da bağımsızlıklarını kaybedeceklerdir.

Üretmeyen ve ekonomisi emeğe dayanmayan ülkelerde bilim ve teknoloji de gelişmeyecektir. Çünkü bilim ve teknolojinin gelişebilmesi için bilimsel ve ekonomik birikime ihtiyaç vardır. Bilim ve teknolojinin gelişmediği ülkelerde insanlar sorunlarını falcılık ve büyücülük gibi ilkel yöntemlerle halletme yoluna gideceklerdir. Fakirlik ve hurafe böylesi toplumların ortak hastalığıdır.
İslam’ın emeğe bakışı noktasında neler söylersiniz? Hz. Peygamber’in çalışmayı teşvik ettiğini, tembelliği, boş durmayı hoş görmemesini emek bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?

İslam ekonomisi emeğe ve üretime dayanan bir ekonomi sistemidir. Zengin ile fakir arasındaki gelir dağılımında adaleti gözetir. Gelişmiş ekonomilerin en bariz özelliği zengin ile fakir arasındaki gelir dağılımındaki farkın az olmasıdır. Bu nedenle onların toplum yapısı bir limon şeklindedir. Yani orta tabaka geniş bir yer tutar. Geri kalmış ekonomilerde ise zengin ile fakir arasındaki gelir dağılımında adeta bir uçurum kendisini gösterir. Emeğe ve üretime dayanan bir ekonomik yapısı olmadığı için de toplumsal yapısı üçgen şeklindedir. Yani orta tabaka gücünü kaybetmiştir ve fakirler toplumda geniş bir yer tutar.

İslam’ın emeği ve üretimi teşvik etmesini, faiz, kumar ve hırsızlık gibi sebepsiz (emeksiz) zenginleşmeye vesile olacak yolları gayrimeşru kabul etmesini, miras hukukunda mirasçıların geniş tutulmasını ve zekât müessesesini ekonomik anlamda yorumlayacak olursak bütün bunlar zengin ile fakir arasındaki farkın azaltılmasını ve orta tabakanın güçlenmesini sağlayan unsurlardır.

Peygamber Efendimiz elinin emeği ile çalışabilecekken mal biriktirmek için avuç açıp dilenenlerin aslında cehennem ateşini talep ettiklerini ifade etmiştir. (Müslim, Zekat, 105.) Peygamberimizin dilenme ile ilgili olarak bu kadar sert ifadeler kullanmasının dinî, ahlaki ve psikolojik sebeplerinin yanı sıra elbette ki ekonomik sebepleri de vardır.

Dilencilik bir başkasının emeğiyle hayatını devam ettirmektir, insanı atalete sürükler ve kişilik kaymasına neden olur. Bu yüzden dilencilik emeğin önündeki en büyük engellerden biridir. Peygamberimiz bu noktada dilencilik yapan birisine “Sizden birinizin ipini alıp dağa gitmesi, sırtına bir bağ odun yüklenip onu satması, diğer insanlardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır.” (Buhâri, Zekat., 50.) buyurarak bizlere emeğin bir müminin karakteri olduğunu vurgulamıştır.

Bir insanın pazarda limon satması veya hamallık yapması, dilencilik yapmasından veya işsiz olmasından daha hayırlıdır. Günümüzde işsizlik probleminin en önemli nedenlerinden birisi de insanların kanaatsizlikleri, hiçbir sıkıntıya katlanmadan çok para kazanma arzusudur.

Hz. Peygamber’in bir işin düzgün, güzel ve mükemmel yapılması tavsiyesinden ne anlamalıyız?

Emek kalite kazandıkça değeri artar ve en önemlisi günümüzün en büyük problemlerinden birisi olan işsizliğin azalmasını sağlar. Çünkü işsizlik daha çok vasıfsız insanların maruz kaldığı bir olgudur. İşsizlikle mücadelenin en önemli yolu insanlara vasıf ve meslek kazandırmaktır. İslam tarihinde kaliteli mal ve hizmet üretmeyen insanlar asla bir meslek sahibi olamazlar. Osmanlı’da “pabucu dama atılmak” deyimi aslında bunu ifade eder. Şayet bir pabuç satan veya tamir yapan esnaf kaliteli bir pabuç satmamışsa veya tamiratında işini sağlam yapmamışsa, o mal ibret olsun diye dükkânının damına atılırdı.

İslam ekonomisinin önem verdiği kavramlardan birisi de güvendir. Üretilen bir malın veya hizmetin pazar bulabilmesi için tüketicinin güvenini kazanması önemlidir. Bu nedenle Peygamberimiz; “Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu mükemmel bir şekilde yapsın.” (İbn Sad, I, 142.) buyurmuştur.

Günümüzde emek, sömürüsü en fazla yapılan haksızlıkların başında gelmektedir. Daha adaletli ve emek ücret dengesinin sağlandığı bir dünya nasıl mümkün olur?

Günümüz dünyasının ekonomisine hâkim olan ideoloji kapitalizmdir. Kapitalizmde insan ekonomi içindir. Bu bakış açısıyla insana yaklaşılınca emeğin sömürüsü de kaçınılmaz bir hâle geliyor. İslam ekonomisinde ise ekonomi insan içindir.

Bir emeğin karşılığını vermemek karşılaştığımız en yaygın emek sömürülerinden birisidir. Bir emeğin karşılığı ödenmediği takdirde bir hak gaspı ortaya çıkıyor. Peygamberimiz bir hadis-i şerifte Allah Teala, “İşçi tutup işini gördüren ve ücretini vermeyen kişinin kıyamet gününde hasmı olduğunu” ifade ediyor. (Buhâri, İcâre, 10.) Bir emeğin karşılığı geç ödendiği takdirde yine o emekçinin hakkı gasp edilmiş oluyor. Çünkü enflasyon dediğimiz faktör o emeğin karşılığının değer kaybına uğramasına neden oluyor. Peygamberimiz emekçinin fiyat dalgalanmalarından etkilenmemesi için, “İşçiye ücretini (alnın) teri kurumadan verin.” buyuruyor. (İbn Mâce, Ruhun, 4.)

Günümüzde maliyeti düşük olduğu için sigortasız işçi çalıştırmak da bir emek sömürüsüdür. Burada hem emekçinin zor durumundan faydalanılarak onun emeği sömürülüyor hem de vergi kaçırıldığı için kamunun hakkına giriliyor. Bir diğer problem ise çocuk işçilerdir. Küçük yaşlarda okula gitmesi ve oyunlar oynaması gereken çocuklar iş gücü olarak kullanılıyor. Sokaklarda kâğıt mendil satan veya trafikte araba camları silen bu çocuklar, büyüdüklerinde vasıfsız birer eleman olmaktan öteye gidemiyorlar.

Son olarak, zekatın üretim hayatımız ve sermaye açısından önemiyle ilgili ne söylemek istersiniz?

İslâm iktisadında sermayenin sürekli olarak üretim süreci içinde kalması amaçlanmıştır. Servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması ilkesiyle zekât siyaseti sermayenin hem üretim sürecinin dışına çıkmasını önler hem de bütün toplum kesimlerine yayılmasını sağlar. Çünkü zekât üretim süreci dışına çıkmış âtıl sermayenin yani tasarrufların yıldan yıla aşınmasına yol açar. Bundan dolayı Hz.Peygamber (s.a.s.) zekâtın aşındırmaması için yetimlerin mâllarıyla ticâret yapılmasını yani bu sermayenin yatırıma sevk edilmesini emretmişlerdir. (Muvatta, Zekat, 16)

Yine zekât ve nafaka yükümlülüklerinin, belli bir geçim seviyesinin altında olan ve fakat müteşebbis olan kişileri sermaye sahibi kılarak üretim sürecine sokar.

Sermaye kullanımı, temerküz, ribâ, karaborsa, tekel, kumar, sömürü ve israf yasakları gibi kayıtlarla toplumun bütün müteşebbis kesimlerine bırakılmıştır. Sadece devlet, özel sektör üzerinde bir denetim mekanizması kurar ve sermayenin bu şekilde kullanımı sosyal refahı yükseltir.